Hasan Dündar’ın kaleme aldığı “11 Eylül, Kutsal Şiddetler Geçidi…” yazısını siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz..
11 Eylül ile birlikte gözlemlenen şey; Amerikan toplumunun son 100 yıl boyunca hiçbir zaman bu denli “dini içerikli” bir öfkeye sahip olmayışıdır…
11 Eylül ile birlikte gözlemlenen şey; Amerikan toplumunun son 100 yıl boyunca hiçbir zaman bu denli “dini içerikli” bir öfkeye sahip olmayışıdır. 11 Eylül sonrası ABD başkanı Bush’un “crusade” haçlı seferi manasına gelen bir kelimeyi kullanması hedefin intihar saldırısını yapanlarla sınırlı olmadığını gösteriyordu… Artık Amerikan cihadı söz konusu idi. (1 ) “Crusade” kelimesini din savaşı anlamında kullanmadığını belirten Başkan Bush, Washington’da İslam merkezini ziyaretinde Amerika’lılara hoşgörü ve beraberlik mesajını vermek gereğini duydu.(2) Çünkü “İkiz kuleler”şimdi ayakta oldukları zamandan daha fazla hizmet ediyor emperyalizme…(3) Öfkeye dönüşen ortak bilinçaltının dışavurumu olarak “Küresel Cihada karşı Uluslararası Cephenin” açılması S.Huntington’un Medeniyetler çatışmasını akıllara getirdiysede işin aslı böyle değildi.
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra, varlığına son vermesi beklenen NATO, 50. yılında yeniden doğdu. Hem daha kural tanımaz hem de daha hırçın bir yapıya dönüştürülen NATO, yeni görev alanı ve biçimini de sanki, “canının istediği her yerde her türlü görev” olarak tanımlıyor; “NATO üyesi birliği tehdit eden askerî ve askerî olmayan tehlikeler aynı çeşitlilikte ve çapta sürmektedir. Bu tehlikeler Avrupa-Atlantik bölgesinde ve onun çevresinde bölgesel krizler, bilinmezlikler ve kargaşalıklar olarak görülmektedir. NATO etnik ve dini çatışmalarda, bölgesel kargaşalarda, yetersiz ve eksik reForm çabalarında, insan hakları ihlallerinde ve devletlerin sona ermelerinde girişimlerde bulunacaktır. Birliğin güvenliği global çerçevede de dikkate alınmak zorundadır.” Zaten 23-24 Nisan l999 tarihleri arasında Amerika’da yapılan 50. doğum günü töreninden sonra imzalanan bu yeni NATO belgesine bakıldığında, bu belgenin bir tek, son kertede NATO’nun Amerikan çıkarlarını savunma örgütünden ibaret olduğununun tescil edilmesi işine yaradığı görülmektedir. Başka bir deyişle, bu zamana kadar teorik olarak, bir “askerî savunma örgütü” olan NATO, bu konseptle son on yıldır Amerika’nın pratikte gerçekleştirdiklerini programına alarak meşrûlaştırmış ve NATO, üyesi diğer ülkeler de Amerikan politikalarını onaylamış oldular.
Yeni NATO belgesine göre, her şeyden önce, NATO Birleşmiş Milletler’in kontrolünden çıkartılıp Amerika’nın “silahlı gücü” haline getirildi. Artık NATO bir savunma örgütü olmaktan çıkartılarak, en dikkatli deyim kullanılacaksa, bir “müdahale” örgütü halini aldı. Artık bu kararlardan sonra NATO istediği anda kendi üyeleriyle ilgisi olmayan bir bölge ve durumda bile müdahale etme hakkına sahip ki, bu da en basit anlamıyla Birleşmiş Milletler Örgütü’nün bitişinin ilânı anlamına geliyor. Her şeyden daha önemlisi, NATO artık müdahale alanı olarak bir olası “tehdit ve tehlike” konseptine sahip ki, asıl üzerinde durulması gereken nokta bu. Özellikle bu maddenin kendisine tanıdığı yetkiyle NATO, daha doğru okumayla Amerika, iyiyi kötüden ayırma örgütü haline gelmiştir. NATO, yeni konseptinde, bir yandan üye ülkelerden birinin önümüzdeki dönemde bir saldırıya uğraması ihtimalinin çok düşük olduğu belirtiliyor, bir yandan da uzun vadede bir tehdidin oluşacağı kaydediliyor.(4)
1990”ların başında NATO”nun “düşman” renginin “kırmızı”dan “yeşil”e döndüğü haberlerini dün gibi hatırlıyorum. NATO lügatinde “kırmızı” renk “komünizm”i, yeşil ise “İslam”ı simgeliyordu.. Sovyet rejiminin çökmesinden önce NATO”nun Gladio”ları vardı her üye ülkede. Komünizm tehdidi ortadan kalkınca yeni bir düşman icat etmekte gecikmemişti NATO.. “İslam Fundemantalizmi” yahut “Radikal İslam” idi yeni düşmanın adı ama içerisine Yeşil”in her tonunu sokabiliyordunuz o sıralarda.
Aynı yıllarda NATO bünyesindeki Gladio”ların Batı Avrupa”da tasfiyesi gerçekleşmişti. Bizde ise bu tasfiye gerçekleşmedi o yıllarda.. Oysa “Kontrgerilla” tartışmaları 1970”lerden beri hep gündemdeydi. 1990”ların başlarında “Özel Harp Dairesi” hakkında bir general gazetecilere brifing vermişti. Ve şöyle demişti yanlış hatırlamıyorsam: “Özel Harp Dairesi din devrimine karşı da kullanılacak.” (5 ) Kim kimi kullandı bilemiyoruz ama Hamza Türkmen’in dediğine göre Seyyid Kutub’un Türkiyede tanıtılması için “Yoldaki İşaretler” kitabı ilk etapta 1960 yılında MİT tarafından tercüme edilmişti.(6 )
Hayalet savaşları… “ Washington Post yazıişleri müdürlerinden Steve Coll, ‘Hayalet Savaşları’ kitabında 1978’de Afganistan’da Sovyet destekli bir komünist rejim kurulması üzerine başlayan direnişten 11 Eylül’e kadarki süreci araştırdı. Pulitzer dahil dört ödül kazanan kitapta, işlerin hiç de sanıldığı gibi gitmediği gösterdi. Coll “1989-91 arasında Pakistan’da her şeyden CIA sorumlu tutulurdu. CIA ve Suudiler o kadar para ve silah akıttı ki cihadın seyrini değiştirdi. Ama ipin ucu hep Pakistanlıların, ISI diye bilinen Gizli Servis’in elinde oldu. Yani CIA’yı ISI yönlendirdi” dedi …..Afgan cihadının Ruslara karşı sona ermesinden sonra ISI, mücahidleri Keşmir’e havale etti. Ama bazı gruplar devletten kopup küresel alana terfi etti ve bu aşamadan sonra, bir bumerang gibi, o güne kadar kendilerini palazlandırmış kişi ve kurumları hedef aldılar. Yani Amerikalılar’ı ve Pakistan rejimini… ‘ Pakistan Gizli Servisi’ni (ISI) 1987-89 arasında yöneten General Hamid Gül, Amerikan ve Suudi servislerinin geniş desteğiyle Afgan cihadının baş koordinatörüydü. Emekli olduktan sonra iyice İslami bir çizgiye kayan ve ABD başta olmak üzere Batı’ya çok sert eleştiriler yönelten Gül şöyle diyordu : “Batı ikili oynuyor. Afgan mücahit liderler Beyaz Saray’ı ziyaret ettiğinde(*) Başkan Ronald Reagan “Bu özgürlük savaşçıları Amerika’nın ilk kurucularına benziyor” demişti. Ama zamanla aynı kişiler terörist ilan edildi. Bush’un Irak’ı işgali “Hıristiyan saldırganlık” olmuyor da neden Londra bombaları “İslami terörizm” oluyor? (7 ) ”çünkü ABD Başkanı George W. Bush, kendi inanç dünyası ile Irak Savaşı arasında bağlantı kuruyordu. 11 Eylül saldırılarından sonra George W. Bush çevresine “Teröre karşı mücadele etmek için Tanrı beni bu göreve getirdi” diyordu.( 8 ) Kırk dört yıl süren Soğuk Savaş 0945-1989) döneminde Amerikan ordusu altı büyük askeri müdahale gerçekleştirmişti. Soğuk Savaş sonrasından Irak işgaline kadar geçen sürede (1989-2003) Pentagon’un giriştiği değişik amaçlı ve kapsamlı müdahalelerin sayısı yaklaşık elliyi buldu. (9 )
El-Kaidenin kurucusu: 10 Mart 1957, Riyad’ta doğan, Usame Bin Ladin, Sovyetler Birliği’nin 1979 Aralık ayında başlattığı müdahalede mücahitlere destek sağlamak amacıyla aynı yıl Pakistan’a gitti. Aile şirketine ait iş makinelerini Afganistan’a taşıyıp babasından kalan mirasla mücahitlere sağladığı maddi desteğin yanı sıra, dünyanın farklı noktalarından kendi deyişiyle “yüzlerce değil, binlerce” gönüllü Arap savaşçının Afganistan’a gitmesinde rol oynadı. 1994 yılında vatandaşlıktan çıkarılıp vatansız kalıncaya kadar Suudi Arabistan vatandaşı olan bin Ladin, bin Ladin ailesine mensuptur. Savaş sırasında, Iraklı mühendis Muhammed Saad ile birlikte çeşitli yapı ve tünellerin yapımında aktif olarak yer aldı. Bin Ladin Amerika Birleşik Devletleri’nin Merkezi İstihbarat Teşkilatı (kısaca CIA) tarafından 1979-1989 yılları arasında yürütülen ve Siklon Operasyonu kod adını taşıyan program çerçevesinde, Pakistan’ın Servislerarası İstihbarat (kısaca ISI) teşkilatı ve Pakistan Silahlı Kuvvetleri tarafından eğitilen Afgan mücahitlere para ve silah desteği sağladı. 1984 yılında, bin Ladin’in görüşlerinde etkisi olduğu belirtilen Abdullah Azzam ile birlikte, Arap dünyasından Afganistan’a para, silah ve gönüllü toplama amacı güden Mektebu’l Hidemat’ı kurdu. Kuruluşun liderliğini Azzam yaparken, bin Ladin daha çok finansal işlerden sorumluydu. 1986 yılında Azzam ile arası açılmaya başladı ve Pakistan’ın Hayber-Pahtunhva eyaletinin Peşaver şehrindeki University Town semtinde bulunan bir villaya yerleşti. Bu sıralarda, Paktiya ili sınırlarındaki Caci köyü yakınlarında Afganistan’da inşa ettiği ilk askerî eğitim kampı olan el-Masada’yı (“Aslan Yuvası”), kurdu. Nisan 1987’de bu kampa saldırı düzenleyen Sovyet kuvvetleriyle yapılan muharebede yer aldı. Bir hafta kadar süren ve Bin Ladin’in ayağından yaralandığı çatışmalar sonrasında Arapların çekilmesiyle sonuçlanan muharebede Afgan Arapları ilk defa bu kadar uzun süre mevzisini korumuştu.Geri çekilmelerine rağmen bu muharebe, Araplar tarafından bir zafer gibi görüldü ve bin Ladin’in Arap dünyasındaki popülaritesinin artmasını sağladı. Aynı yıl(1987), Peşaver’de yaşayan Eymen ez-Zevahiri’nin liderliğini yaptığı Mısır İslam Cihadı üyesi oldu.(10)
Usame bin Ladin sonrasında; Günümüzde, çeşitli uluslararası kuruluşlar ve ülkeler tarafından terör örgütü olarak tanımlanan el-Kaide’yi 1988 yılında kuranların başında gelen isim oldu. 1992’de Suudi Arabistan’dan sürüldü ve Sudan’a yerleşti. Amerika Birleşik Devletleri’nin baskısı sebebiyle 1996’da buradan da ayrılarak Afganistan’da teşkilatlanmaya başladı. Körfez Savaşı’nda Amerikan askerleri Müslümanların en kutsal mekânlarından ikisini barındıran Suudi Arabistan’a konuşlanınca bin Ladin, İslam’a hakaret edildiğini ve bunun intikamının alınacağını söyledi. Önde gelen bazı mücahitler ile birlikte, Orta Doğu’da Amerika Birleşik Devletleri karşıtı grupları örgütledi. Asıl hareket merkezi ise Afganistan’dı. El-Kaide’inde Taliban hareketinin de doğuşu ise ayrı bir mevzu daha doğrusu siyasi. Taliban Hareketi Diyobend medresesinde doğdu. Bu medreselerde hızlandırılmış eğitim veriliyordu. İki yıl ya da dört yıllık bir süre içerisine tüm İslami ilimler sıkıştırılıyordu. Burada okuyan öğrencilerin çoğunu Mülteci Afgan çocukları oluşturuyordu. Pakistanlı çok az öğrenci eğitim alıyordu buralarda. Bir de cihad için Afganistan’a gidenler Arapça öğrenmek için bu medreseleri kullanıyordu. Bu medreelerde okuyan gençler yazları Afganistan’a cihada gider. Öğrenim döneminde ise medreseye dönerlerdi. Bu okullarda dahi silahlı eğitim verilmezdi. Silahlı eğitim almak isteyenler Afganistan içlerine girer orada, Şah Ahmet Mesud, Gulbettin Hikmetyar, Burhanettin Rabbani, Sayyaf, Müceddidi veya Arap savaşçılardan silahlı eğitim alırlardı. Bu silahlı eğitim kamplarının hemen hepsinde Pakistan istihbaratına ya da başka istihbaratlara bağlı şahıslar bulunurdu. Bunlar gelen geçen herkesin şeceresini çıkarırlardı. Gerekli yerlere bildirirlerdi. Afgan cihadının sona ermesinin ardından Pakistan özellikle 1996-7 yılından itibaren bu medreselerin yüzde 95’ini kapattı. Kalan medreselerde ise sadece Afganlı mollalar, Pakistan hâlâ varlığını sürdüren fakir Afganlı öğrencilere sadece dini dersler vermektedirler. (11)
Birçok kişiye ve kaynağa göre bin Ladin’in düşünce yapısının oluşmasında, bizzat tanıştığı ve birlikte hareket ettiği Abdullah Azzam’ın etkisi vardır. Bin Ladin’in Vehhabilik ve neo-Selefilik anlayışlarını, cihatçı bir anlayışla benimsediği belirtilmektedir. Bin Ladin’e göre krizde olan İslam dünyasında “işleri yoluna koymanın” tek yolu şeriat kanunlarının uygun bir şekilde uygulamaya konulmasıydı. Sekülerizm, pan Arabizm, sosyalizm, komünizm ve demokrasi gibi alternatif yönetimlere ise karşı çıkmaktaydı.
7 Ağustos 1998’de el-Kaide ve Mısır İslam Cihadı tarafından, Tanzanya’nın Darüsselam şehri ile Kenya’nın başkenti Nairobi’deki Amerika Birleşik Devleti büyükelçiliklerine bomba yüklü kamyonlarla saldırı düzenlendi. Saldırılarda 224 kişi öldü, 4.000’den fazla kişi ise yaralandı. 20 Ağustos günü Hartum’daki eş-Şifa fabrikası ile Afganistan’daki bazı el-Kaide eğitim kamplarına Amerikan güçleri tarafından füzeyle saldırılar düzenlendi. Bin Ladin’in kimyasal silah ürettiği gerekçesiyle düzenlenen saldırı sonucunda fabrika imha edilirken, daha sonra yapılan incelemeler ve Amerikalı hükûmet yetkililerinin açıklamalarıyla fabrikada böyle bir üretimin gerçekleşmediği ve yalnızca ilaç üretimi yapıldığı, bin Ladin ile fabrika arasında herhangi bir bağlantı olmadığı tespit edildi. CIA’in bin Ladin’i aradığı dönemde bu arayışa liderlik eden eski CIA analizcisi Michael Scheuer; bin Ladin’in, Amerika Birleşik Devletleri dış politikasının Orta Doğu’daki Müslümanları zulme uğratma, zarar verme veya öldürme üzerine kurulduğunu düşündüğünden dolayı eylemlerini gerçekleştirdiğini “Bizden biz olduğumuz için değil, yaptığımız şeyler için nefret ediyorlar.” sözlerini de ekleyerek belirtmektedir.(12)
Aynı zamanda terör ve şiddetin, amaçlarını dini, milliyetçi veya başka bir ideoloji adına işleyen kimliksiz katillerle ilgili olduğunun bilincinde olmak önemlidir. Açık olmasa da, tüm teröristler bir “tanrı” ile anlaşmalıdır. Bu dinsel olabildiği gibi, aynı zamanda politik veya entelektüel de olabilir. Belirleyici olan, içsel yaşamı olmayan insanların, sırf sahip olmadıkları için, sürekli olarak kendilerini bağımlı kılabilecekleri aşırı bir güç arayışı içinde olmalarıdır. 9/11 teröristlerinde olduğu gibi bunlar iyi eğitimli insanlar da olabilir. İntihar bombacıları, kendi iç boşluklarından kaçmak için kendilerini ilahi bir lidere adayanların oluşturduğu sorunun en uç ifadesidir. (13)
Fakat 11 eylül olayında: “Teröristler” olarak adlandırılan kimseler, bu bağlamda “ötekiler”, “Batılılar” olarak bizlerin hiç anlayamayacağı mutlak ötekiler değiller. Onların, genelde ve uzun süre çeşitli Batılı yollardan, Batılı bir dünyanın kendisi tarafmdan toplandığnıı, eğitildiğini hatta silahlandırıldığını unutmamalıyız, ki, hem eski hem de güncel tarihiyle “terörizm” sözcüğünü, tekniklerini ve “politikasını” Batı dünyası icat etmiştir. Sonra, bu terörizmden sorumlu tutmaya eğilimli olduğumuz tüm “bütünlükler”! ya da “grupları” bölmeli ya da hiç olmazsa ayırt etmeliyiz. Terörizmin sorumluları, genel olarak Araplar, İslam ya da İslami Arap Ortadoğu değildir. Bu grupların her biri heterojen ve gerilimler, çatışmalar ve temel çelişkilerle, aslında, bizim özyıkıcı, yarı-intiharvari, otoimmün(**) süreçler dediğimiz şeylerle dolu. Aynısı “Batı” için de geçerli. Benim gözümde, gelecek için çok önemli olan, ABD (ya da daha dürüstçe, Amerikan toplumuna haksızlık olmaması için, ABD’ye hâkim olan ve hatta onu yöneten şey diyelim) ve belli bir Avrupa arasındaki, aslında belli bir noktaya kadar olan ve belli sınırlar içindeki bir ayırım. Tam da, tartıştığımız sorunlarla ilişkili olan bir ayrım. Zira, ABD çevresinde henüz oluşan “koalisyon” kırılgan ve heterojen halde. Koalisyon sadece Batılı değil; savaşsız “savaşın” bu cephesiz “cephesi” her ülkenin terörizmi kınadığı, az çok gönüllü olarak terörizmle savaşmakta anlaştığı Doğu’ya, Uzakdoğu’ya (sonunda Çin de kendi tarzınca, koalisyona katıldı) ya da Ortadoğu’ya karşı Batı’yı kışkırtıyor. Kimileri bunu yalnızca retorikle, kimileri ise askeri ve lojistik destek sağlayarak yapıyor. Avrupalı uluslar ve NATO’ya gelince, onların “koalisyon” denen şeye karşı yükümlülükleri oldukça karmaşık halde, bir ülkeden diğerine değişiyor ve kamuoyu, Amerikan girişimleri tarafmdan ikna edilmekten uzak. İttifaklardaki bu değişmeler, Putin’in Rusya’sıyla, Bush’un ABD’si arasındaki ilişkilerin ılımlılaşması, Çin’in aynı mücadeleye en azından kısmen destek vermesi jeopolitik manzarayı karmaşıklaştırıyorsa da değiştiriyor ve harekete geçmek için bütün bu anlaşmalara ihtiyaç duyan Amerika’nın konumunu güçlendiriyor.(14 )
Neredeyse bütün dünyanın ABD’nin ücretsiz uydusu olduğu 11 Eylül saldırılarının sorumluluğunu Usame Bin Ladin “ancak 29 Ekim 2004’te yayınlanan videosunda ilk kez saldırıların sorumluluğunu üstlendi ve uçakları kaçıran 19 kişiyi bizzat kendisinin eğittiğini söyledi. FBI tarafından yürütülen araştırma neticesinde saldırıları gerçekleştiren kişilerin, bin Ladin’in liderliğindeki el-Kaide ile bağlantılı olduğu belirlendi. Amerika Birleşik Devletleri tarafından Afganistan’daki Taliban rejimini sonlandırmak üzere Terörizmle Savaş adı altında bir kampanya başlatıldı. 7 Ekim 2001’de, Afganistan’daki Taliban ve el-Kaide hedeflerinin ABD ve Britanya kuvvetleri tarafından bombalanmasıyla Afganistan Savaşı başladı.
2002 tarihinde dört ayda bir yayınlanan “Kitab-el ensar” isimli derginin ve el-kaide’yi savunan bir makalesinde,(15 ) El- Kaide mensuplarına şehir ve kır savaşının bütün tekniklerini öğreten “Cihat Ansiklopedisi” Avrupa ve ABD’de sinirleri iyice gerdi. The Sunday Times gazetesi, ansiklopedinin 11 ciltten oluştuğunu ve “tüyler ürperten her türlü terör tekniğini” içerdiğini yazdı. CD – Rom’lara da aktarılan ansiklopedi, öldürücü bir maddenin dondurulmuş gıdalara nasıl enjekte edileceğinden kitleleri paniğe sevk etmenin yollarına kadar her türlü bilgiyi içeriyor… Ladin’e ithaf edilen ansiklopedinin 11’inci cildi ise biyoterörizme ayrılmış. The Sunday Times’ın haberine göre, ansiklopedi 1999 yılında Ürdün’de tutuklanan Halil Deek adlı teröristin evinde ele geçirildi. Ele geçirilme ile ilgili başka duyumlar da vardı… (16 ) Tabi bu kadar ciddi bir çalışma hindikuş dağlarında yapılamazdı. Ve cihad ansiklopedisindeki bir sürü bilgi zaten büyük istihbarat kuruluşlarının bilgisi dahilinde olan bilgilerdir ve bu bilgileri birsürü ülkede bir sürü terör örgütü şer cephesi emperyalistlerin verdiği silah ve malzemeler ile birlikte zaten kullanıyordu… Örneğin 11 Eylül’ü gerçekleştiren 19 kişinin 20’ cisi neden uçağı kaçırdı ve eyleme katılamadı?… Ebu Ahmed el-Kuveyti adındaki bu 20. Mücahit Usame bin Ladin öldürülürken yanında olup şehid edilen değilmiydi ??? Usame’yi bulan yolun başlangıcı Muhammed Erşad (Ebu Ahmed el-Kuveyti’nin tanındığı adlardan biri) adındaki bu kurye değilmiydi???.
2004 Madrid tren saldırıları (11-M), 11 Mart 2004 tarihlerinde İspanya’nın başkenti Madrid’de banliyö tren ağına karşı gerçekleştirilen saldırı. Saldırılar sonucunda 192 kişi öldü, 2,050 kişi yaralandı. Saldırılar, Atocha, El Pozo del Tío Raimundo, Santa Eugenia ve Calle Téllez istasyonlarında gerçekleşmiştir. Başlangıçta ETA’nın düzenlediği düşünülse de saldırıların El-Kaide hücresi tarafından gerçekleştirildiği tespit edildi. Bunun sonucunda, zaten Halk Partisi iktidarının Irak Savaşı’na katılmasından rahatsız olan kamuoyunun hoşnutsuzluğununu arttırdı ve Halk Partisi üç gün sonra düzenlenen genel seçimlerde PSOE’ye karşı kaybetti. Saldırılar, İspanya tarihinin en ölümcül saldırısı olup 1988 Lockerbie Faciası’ndan bu yana Avrupa’da meydana gelen en büyük saldırıydı. 7 Temmuz 2005 Londra saldırıları, Londra bombalamaları olarak da bilinen ve 7 Temmuz 2005 günü Londra’da meydana gelen, 52 kişinin ölümü ve 784’ünün de yaralanmasıyla sonuçlanan bombalı saldırılardır. Sorumluluğunu El-Kaide’nin üstlendiği saldırılar otobüs durağı, metro istasyonu gibi şehrin toplu taşıma sistemini hedef almıştır. İskoçya’da G-7 Zirvesi yapılmaktayken gerçekleşen saldırıların ardından İngiliz hükûmeti terörle mücadele yasalarında bir dizi değişikliğe gitmek istedi ancak bu değişiklik istekleri insan hakları ve diğer temel haklar çerçevesinde direnişle karşılaştı. Saldırılardan sonra tüm dünyada metroya olan ilgi bir süreliğine de olsa azaldı. Londra’da İngiliz polisi yanlışlıkla Brezilyalı Jean Charles de Menezes adlı elektrikçiyi metroda trene binerken vurarak öldürdü.Saldırı, İngiltere’nin 11 Eylül’ü olarak da adlandırılır ve kısaca 7/7 olarak da bilinir (17)
Bütün bu saldırı, iş, oluş ve eylemlerin bir maliyeti vardı elbette… Donanımlı stratejik uzmanların değerlendirmelerine göre Afganistan ve dışında el-kaide örgütünün eğitim ve operasyonlarını yürütebilmek için yıllık 50 milyon $ civarında harcama yaptığı saptanmıştır. El-kaide örgütü bu konuya çok önceleri fark etti ve birkaç sene içerisinde örgütün mali ihtiyaçlarını karşılamak için grift bir mali şebeke hazırladı; imkanı olan bazı araştırmacılar şunu kesin olarak söylüyorlar, ne Amerika istihbarati CIA’ye tarihinde ne de İngiltere istihbaratında MIG, el-kaide örgütünün kurduğu gibi uluslarası bu kadar girift mali bir şebekeye rastlanmamıştır… Fakat dikkat çekilen başka bir husus ise herşeyde tasarruf ve israfsız bir maliyet anlayışı idi : Yine aynı kitabta anlatıldığına göre :“ Buna rağmen 11 Eylül mücahitleri zühtlerinin boyutunu ispatladılar, örgütün mali kaynakları ile beraber yavaş hareket ettiler. Özellikle de ihtiyaçları ile ilgili şeylerde sadece ekonomik otel ve lokantalara gidiyorlardı ve yine arabaların en ucuzlarını kullanıyorlardı. Hata kalan malları örgüte iade ettiler, mala tapılan küresel dünyada benzeri bulunmayan fedakarlık ve samimiyet sergilediler. Fakat operasyon için harcama yapılmasının gerektiği anda bu mücahitler hep pilot kabinlerine daha yakın olması için birinci derecede yolculuk bileti aldılar. Buda bizlere bu kahramanların dengeli davranışlarında ve faaliyetlerinde ne kadar zirvede olduklarını açıklamaktadır…(18)
Usame bin Ladin tarafından yönetilen El-Kaide zamanla: geniş bir alana yayılmış olan bu örgüt Mısırlı el-cihat ve diğerleri gibi çeşitli terörist diye nitelenen gruplarından oluşuyor… El-kaide 55 ülkedeki binlerce yeni katılımcısı ve destekçisi ile kökten dinci Arap-Afganlar için hizmet veren yasadışı örgütlenmiş bir yapıdır. Onlar şu sıralarda cihatlarını ( kutsal savaş ) dünyanın her köşesine yayıyorlar. ( 19 ) İlk dönemler İran ,şii unsurlar ve hatta Lübnan Hizbullahı ile de irtibatlar kurulmasına rağmen bu ilişki mezhebi, islami anlayış, biat ve karar alma eylem noktalarında uyuşmazlıklar sonrasında sessizce sonlandırıldı. Hatta el-kaide unsurlarının değil İran’da üstlenmeleri geçişleri bile zorlaştı… Konumuz olmamakla birlikte el-Kaide zamanla yerel örgütler üzerindeki insiyatifini sürdüremedi, örgüt içi liderlik ve kısır çekişmelerinden dolayı istihbarat zafiyetlerini beraber getirdi. Hatta el-kaide ülkesinde yaşadığı Taliban güçleri ile de ters düşmeye başladı. Bütün bunlarla birlikte Usame bin Ladin Pakistan’ın Abbottabad şehrindeki bir komplekste kaldığının tespit edilmesi sonrasında, 2 Mayıs 2011’de, Amerikan özel birliklerin tarafından yapılan gizli harekâtın sonucunda öldürüldü. Bu öldürülme şekli gayri insani bir şekilde silahsız ve savunmasız bir insanın infaz edilmesi şekliyle eleştirildi.(20) El-Kaide’nin liderliği Zevahiri’ye geçti. Fakat Usame dönemindeki gibi çaplı eylemlere imza atılamadı. Zevahiri de ABD güçleri tarafından öldürüldü… Son olarak ABD’de Afganistan’dan çekildi. El-Kaide isim olarak sürüyor belkide uyuyan hücrelerinde yine eylemler planlanıyordur belkide… Emperyal arzular sürdüğü müddetçe küresel cihad’ta sürecek… Şiddet kutsallık biçimi ile devam edecek… Ama bu satırların yazanı olarak Rabbimin(Tanrının) rengi ve tarafı ne olursa olsun şiddetten yana olmayacağını yani tarafsız olmayacağını düşünüyorum…
Hani bizim ülkede derler ya: Hırsızın hiçmi suçu yok…2005 yılında Huntington’ın eleştirileri daha da sertleşmişti. Artık din savaşlarından söz etmeye başladı. Huntington’a göre “Amerika artık bir din savaşının içinde. George W. Bush ve Usame bin Ladin bu savaştan eşit derecede sorumlular”! Bu söyleşi bir Fransız dergisindeydi.( 21) … Sözün özü ; 11 Eylül adeta bir kutsal şiddetler geçidiydi…
D İ P N O T L A R:
1-11 Eylül Bir Saldırının Yankıları-Akif Emre-sh-144
2-11 Eylül Bir Saldırının Yankıları-Sami Kohen-sh-149
3-11 Eylül Bir Saldırının Yankıları-Aydın çubukçu-sh-107
4-Selami İNCE-https://birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-122-haziran-1999/2316/nato-nun-sahibi-kim/5808
5-Abdullah MURADOĞLU-https://www.yenisafak.com/yazarlar/abdullah-muradoglu/nato-yeil-ve-rasmussen-16167
6-https://www.odatv4.com/siyaset/mit-solun-onunu-kesmek-icin-bunu-da-yapmis–2105131200-37103
(*) Eric Hufschmıd-Sancılı sorular-Arka kapak-Doruk yay-ist-1.bak-2003
7-https://www.gazetevatan.com/gundem/11-eylul-aslinda-engellenebilirdi-59112
8-Zeynep Atikkan – Amerikan Cinneti-YKY-İşte-1.bak.2006- Sh-23
9-Zeynep Atikkan – A.g.e. Sh-62
10-Bakınız.:Taliban, 11 Eylül ve ABD işgali: Afganistan bugüne nasıl geldi?-https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-57733786
11-Turan Kışlakçı-http://turankislakci.com/tr/pakistan-medreseler-ve-terorizm/22
12-https://tr.wikipedia.org/wiki/Usame_bin_Ladin
13-Arno Gruen • Terörİzme Karşı -sh-38-Totem yay.1.bsk.2019-istanbul
(**) Otoimmün hastalıklar nelerdir? Şöyle ki, bağışıklık sisteminiz düşmanlara karşı savunmanızdır. Bağışıklık sisteminizin dostu düşmandan ayıran bir ordu olduğunu düşünün. Otoimmünite, bağışıklık sisteminizin kafası karıştığında ve kendi dokunuz dostane çapraz ateşe maruz kaldığında oluşur. Diğer bir deyişle, vücudunuz sürekli bir şeylerle savaşmaktadır. Bu, enfeksiyonlarla, toksinlerle, allerjenlerle savaş olabilir veya strese bir tepki olabilir. Bazen bağışıklık ordunuz, karşı atağını size yönlendirebilir. Eklem yerleriniz, beyniniz, cildiniz ve bazen tüm bedeniniz yaralanabilir.Tüm bu konsepte moleküler benzerlik (moleküler taklit – molecular mimicry) denir.
14-Giovanna Borradori-terör günlerinde felsefe-sh-145/146(Derida)-jürgen habernıas ve jacques derrida ile diyaloglar-YKY-Cogito-1.bsk-ist-2008
15-Ebu Ubeyd el-kureyşi- 11 Eylül dünyayı sarsan hadiseye genel bir bakış- sh-41-küresel kitap birinci baskı 2013 İstanbul
16-https://www.milliyet.com.tr/dunya/cihadin-ansiklopedisi-5271649
17-https://tr.wikipedia.org/wiki/Usame_bin_Ladin%27in_ölümü
18-Ebu Ubeyd el-kureyşi- A.g.e.sh-43
19-Michel S.Swetnam/Yonah Alexander- Bir Terörist ağının Profili Usame bin Ladin-sh-13-Güncel yay-ist 1.bsk-2001
20-https://tr.wikipedia.org/wiki/Usame_bin_Ladin%27in_ölümü
21- François Armanet ve Gilles Anquetil, Samuel P. Huntington ile söyle şi, “Les Menaces du multiculturalisme”, Le Nouve! Obsenıateur, 27 Ocak-2 Şubat 2005. Aktaran Z.Akinan A.g.e-sh-