Bütün okuyucularımızın mübarek 1442. yeni hicrî yıllarını tebrik eder; Yüce Rabbimizden sağlıklı, maddî ve mânevî kazançlı mutlu yıllar dilerim.
1442.. yeni Hicrî yılımızın başlaması münasebetiyle bu haftaki yazımızda, hicreti tarif edecek, Peygamberimizin tarihî hicretini özetleyerek sunacak, O’nu ülkemize yeniden davet etmemiz gereğine değinmeye çalışacağız.
Hicret: Allah’ın ve Peygamberinin yasakladıklarını terk etmektir.
Hicret : İslâm dışı veya karşıtı inançlar ve yasaların egemen olduğu Küfür Yurdu’ndan İslâmî değerler ve yaşam kurallarının egemen olduğu / olacağı Özgürlükler Yurdu’na göç etmektir. İslâm Tarihi’nde göç anlamına hicreti ilk gerçekleştiren Yüce Peygamberimiz ve ilk mü’minler olmuştur.
İnsanlığın yaratılış gayesini, ölüm sonrası inancını yitirdiği ve mânevî değerlerini kaybettiği en buhranlı çağlarından biri olan 7. asrın başlarında Yüce Rabbimiz, son elçisi Hz. Muhammed’i, nihaî yasalarını içeren Kur’an ile gönderdi.
Şanlı Peygamberimiz, Kur’ân’la ve Kur’ân çizgisinde bütün insanlığa yönelik kutsal çağrısına başladığı Mekke şehrinde, bu kentin siyasî ve iktisadî egemenliğini ellerinde bulunduran kişilerin yerici ve yıkıcı muhalefetine uğradı.
“Atalarımızı, önder bildiklerimizi üzerinde bulduğumuz sistem bize yeter” diyerek kâinatın/evrenin Rabbine ve O’nun insanlığı mesut edecek Kutsal Düzeni olan İslâm’a inanmayı red eden bu inkârcılar topluluğu, Aziz Peygamberimize ve azınlığı teşkil eden ilk Müslümanlara pek çok zulüm yaptılar. Alaya aldılar, tehditler ettiler, işkenceler yaptılar, bin bir türlü vahşet sergilediler. Ardı arkası kesilmeyen süikastler tertiplediler, kan döktüler. Müminlere ve inançlarına hayat hakkı tanımak istemediler.
Şanlı Peygamberimiz ve O’na inanıp bağlanan ilk müminler, yaşadıkları olumsuz şartlar içerisinde, pek büyük bir mücâdele ve fedakârlıkla Hak olan İslâm üzerinde yaşadılar, şehitler verdiler. Fakat İslâm’dan dönmediler. Haklar ve özgürlükler karşıtı zalim kâfirlere taviz vermediler.
Mekke site devletinin yöneticileri olan Ebu Cehiller/Ebu Lehebler kadrosunun zulümde azgınlaştıkları Mekke devri son yıllarında; Peygamberliğin 11.senesinde, Mina/Akabe’de Peygamberimizle görüşen 6 Medine’li Müslüman oldular. Bu altı Medine’li Müslümanın çalışmalarıyla. Peygamberliğin 12. yılında Peygamberimizle görüşme yapan Medine’li Müslümanların sayısı onikiye yükseldi. Peygamberimiz, ikinci Akabe olarak da anılan bu görüşmesinden sonra, Medine’ye İslâm’ı öğretip yaymak üzere, genç mümin Musab b. Umeyr’i öğretmen olarak gönderdi
Bu bilgili ve samimî genç öğretmenin çalışmalarıyla, Medine’de Müslümanlık bir çığ gibi gelişmeye başladı.
13. yılın hac mevsiminde, Mekke’de Peygamberimizle gizli bir görüşme yapan Medîneliler ikisi kadın olmak üzere yetmiş üç Müslümandı. Bunlar Peygamberimizi koruyacaklarına, İslâm Dini’nin tebliğ edilmesine çalışacaklarına, Müslümanlığı kayıt şartsız yaşayarak bu uğurda mücadele edeceklerine, her halükârda Hz. Peygamber’in izinde olacaklarına söz vererek şanlı Peygamberimizi Medine’ye davet ettiler. Böylece hicret eden Mekkeli ilk müslümanlar Muhacirler’i oluştururken Medineli Müslümanlar da yardımcılar anlamına Ensar oldular.
Bu davetten sonra, Peygamberimiz ve Mekke’de kendilerine hayat hakkı tanınmak istenmeyen müminler; Rabbimizin emri ve müsaadesiyle yurtlarını, mallarını, hatta bir kısmı henüz Müslüman olmayan anne, baba eş ve çocuklarını bırakarak Medine’ye hicret ettiler. Böylece Hak’la Batıl’ların savaşı sürdükçe; hicret edilebilecek İslâm veya özgürlükler yurdu oldukça devam edecek olan Hicretin öncüleri oldular.
Aziz Peygamberimiz, sadık dostu Hz. Ebu Bekir’le hicret buyurdular. Medine’de cihandeğer bir misafir olarak sevgi gösterileri içerisinde defler vurularak, ezgiler söylenerek karşılandılar.
Peygamberimiz, İslâm’ı tebliğ ve İslâm Düzen’ini kurma çalışmalarına bu şehirde devam buyurdular ve bu şehirde ebedî âleme irtihâl ettiler. (1)
Mekke’de başladığı tebliğ görevini sürdürerek insanlığı nûr’a/aydınlığa çıkarmak, iktisadî, sosyal ve ahlâkî ölçüleri içerisinde İslâm Düzeni’ni kurmak için Peygamberimizin dehşet verici bir takip altında yaptıkları bu hicret, Hz. Ömer’in yönetimi devrinde Hicrî takvime kaynak oldu. Hz. Ömer’in başkanlığındaki danışma meclisinde, Hz. Ali’ nin teklifi ile hicret yılı, İslâm takviminin birinci yılı olarak tespit edildi. (2)
Asırlar boyunca Müslümanlar, zaman ölçüsü olarak işte bu Hicrî takvimi kullandılar. Bu takvim Müslümanların hayatına girdi.
Müslüman olan aziz ecdadımız da Anadolu toprakları üzerinde asırlarca bu takvimi kullandılar. Topraklarımız üzerinde Hicrî takvim bir semboldü.
1071 Malazgirt zaferiyle, ikinci bir Medine olan Anadolumuza davet edilen Peygamberimiz, ma’nevî varlığı ile bu topraklara hicret etti. Asırlarca, cihandeğer bir misafir olarak Anadolu topraklarında ağırlandı. Gönüller O’na açıldı, yönetimler O’na bağlandı ve Şanlı Peygamberimiz bütün müesseselerimize önder oldu.
Ama araya hüzün verici yıllar girdi. İslâm’ın yönetici kuralları gibi Peygamberimiz de toplum hayatından dışlanır oldu. Ama gönüller O’nu hep yüce bildi. Peygamberimiz bu gün de Anadolumuzda takriben yüz bin camide okunan beş vakit ezanlarla ve her bir ezanda iki defa yüksek sesle saygıyla anılmakta, böylece O’nun, her gün yaklaşık bir milyon kez ilan edilen insanlık önderliği ufuklarımızda yankılanmaktadır. Ancak bizler bu soyut saygıyla yetinmemeli, O’nu bütün hayatî kurumlarımızda izlenecek önder olarak yeniden ülkemize davet etmeli, yaşadığımız dönemin Ensar’ı olmalıyız. Tam bir iman ve şuurla bu davet yapılmadıkça Peygamberimizle aramızda güçlü bir rabıta kurmak mümkün değildir.
İslâm’ı yaşayacağımıza, yaşanması için örnek olacağımıza, söz vererek Yüce Peygamberimizi manevî şahsiyetiyle özel hayatımıza ve yurdumuza davet etmeliyiz.
Çok iyi bilmeliyiz ki, bütün dünya ülkeleri gibi, âciz önderlerin, bâtıl felsefelerin, materyalist rejimlerin karanlığında muzdarip olan ve buhranlar yaşayan mübarek yurdumuza, Allah’ın Peygamberi, mânen hicret etmedikçe; eğitim, medya ve üniversite gibi kamu kurumlarımızın izlenecek mânevî önderi olmadıkça , biz müminler için istikbâl pek elîm olacaktır.
Peygamberine itaati, Kendisine itaat olarak bildiren Rabbimiz şöyle buyurur:
“Peygamberiniz Muhammed’in size olan yönetici buyruklarını, birbirinize yaptığını yönlendirmeler gibi algılamayın. İçinizden geçersiz mazeretlere sığınarak sorumluluktan kaçanları Allah çok iyi bilir. Artık Peygamberin emirlerine aykırı gidenler uğrayacakları can yakıcı kişisel belalar ve toplumsal kaoslar-krizlerden korksunlar.”(3)
Muharrem Orucu
Allah şanını ve bağlılarını artırsın Peygamberimiz (sav): « Ramazan-ı Şeriften sonra tutulan oruçların en hayırlısı, Allah’ın ayı olan Muharrem’de tutulandır.» (4) buyurmuşlar, bu ayın özellikle dokuzuncu ve onuncu veya onuncu ve onbirinci günlerinde oruç tutulmasını öğütlemişlerdir.
Nefsime ve sizlere öğütlendiğimiz oruçları tutmamızı ve yazışmalarımızda ek olarak Hicrî Takvimi de kullanmamızı tavsiye ederim.
Yeni yılımızın İslâm ve İnsanlık Alemi hakkında hayırlı olmasını diler, yazımızı âyetlerle bitiririm:
[«Ey mü’minler! Allah’a ve Resulüne itaat edin. Dinleyip dururken Allah’ın ve Peygamberinin buyruklarından yüz çevirmeyin.»
«… Ebedi mutluluk ancak Allah’ın ve Peygamberinin emirleri ve yasaklarına göre yaşayanlar içindir.»] (5)
1) İslâm Peygamberi, Muhammed Hamidullah, İstanbul 1966; Asr-ı Saadet, Peygamberimizin Ashabı, Sebilürreşad, 1964 2/375-380.
2) Asr-ı Saadet, Peygamberimin Ashabı, 1/246
3) Nûr 63
4) et-Tac 2/88
5) Enfal, 20; Kasas, 83.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…