Başlıktan kimi kastettiğimi anlamışsınızdır. 25 yaşındaki delikanlı, daha sonra peygamber olacak olan Hz. Muhammed (sav) efendimiz, 40 yaşındaki dul kadın da, Hz. Hatice validemizdir (ra). Peygamberimiz, cahiliye devrinde “emîn” yani güvenilir, güzel ahlaklı insan olarak tanınıyor, Hatice validemiz de “Tahire” yani temiz, iffetli ve güzel ahlaklı insan olarak biliniyordu.
Hz. Hatice validemize, Peygamberimiz gibi güzel ahlaklı bir yâr, Peygamberimize de Hz. Hatice validemiz gibi temiz, olgun, iffetli, edepli, zengin bir hanımefendi lazımdı. Çünkü Peygamberimiz çok yakın bir gelecekte Allah’ın davası olan İslam’ı anlatma yolunda çok büyük acılarla karşılaşacak, büyük işkence ve hakaretlere maruz kalacaktı. Allah’ın izniyle bunları aşmak için Hz. Hatice validemiz gibi olgun bir dert ortağına ihtiyaç vardı. Nihayet Hatice validemiz Peygamberimize evlenme teklifinde bulundu ve evlendiler.
Peygamberimiz, Mekke’ye beş kilometre uzaklıkta olan Nur dağına ve Hira mağarasına gidip geliyor, tefekkür ve ibadetle meşgul oluyordu. Hira Nur mağarası, Peygamberimizin adeta mektebi gibiydi. Bu mektebin zamandan ve mekândan münezzeh görünmez hocası Allah, kitabı da ayet ayet, fasikül fasikül inmeye başlayan Kur’an’dı.
Peygamberimiz 40 yaşında, Hira Nur mağarasında iken vahiy meleği Cebrail geldi. Beraberinde Allah’tan aldığı Alak suresinin ilk beş ayeti vardı. Ayetler “oku” diyerek başlıyor ve şöyle devam ediyordu: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! Ki o Rabbin, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. O, kalemle yazmayı belleten ve insana bilmediğini öğretendir.”[1][1]
Bu ayetlerin tebliğinden sonra Cebrail kendini göstererek Peygamberimize seslendi: Sen Allah’ın Resulüsün, ben de Cebrailim.” dedi.
Böylece Hazret-i Resul, Hira Nur mektebinde Cebrail’den Allah’ın gönderdiği “Peygamberlik Şehadet Namesi”ni almış oluyordu. Bu olaydan sonra Allah’ın Rasulü, evine dönmek üzere harekete geçti. Yolda giderken her taraftan Essalatü vesselamu aleyke ya Rasulellah=Salat ve selam olsun Sana ey Allah’ın Rasulü” seslerini duyuyordu. Nihayet evine ulaştı. Her halde şimdiye kadar görmediklerini gördüğünden veya vahyin ağırlığından, ya da manevi sorumluluktan olsa gerek yorgun, bitkin ve telaşlıydı. Ürperiyor ve titriyordu. “Beni örtünüz, beni örtünüz” diyebildi. Örttüler. Dinlenip kalktıktan sonra başından geçenleri Hatice validemize anlattı. Ve “kendimden korkuyorum” dedi. Hatice validemizin kemali ve olgunluğu burada devreye girdi, Sevgili kocasını şöyle teselli etti: “Hayır! Korkma, Allah’a yemin ederim ki Allah hiçbir zaman seni mahcup etmez. Çünkü sen akrabanı gözetir, doğru konuşur, işini görmekten âciz kimselerin elinden tutarsın. Yoksulları kayırırsın. Misafirleri ağırlarsın. Haksızlığa uğrayan kimselere yardım edersin” dedi.[2][2]
Hatice validemiz, bunları söylemekle kalmadı, aldı peygamberimizi amcasının oğlu Varaka’ya götürdü. Tevrat ve İncil’i iyi bilen Varaka, Efendimiz’i dinledi. Sevinçli bir şekilde ona: “Bu sana gelen, bütün Peygamberlere gelen vahiy meleği Cebraildir. Sen bu ümmetin Peygamberisin. Ah, ne olurdu kavmin seni yurdundan çıkaracakları zaman ben sağ ve genç olsaydım da sana yardım etseydim.” dedi.[3][3]
Bu görüşmelerden sonra Peygamberimiz insanları İslamiyet’e davet etmeye başladı. Peygamberimizin davetini ilk kabul eden ve ilk Müslüman olma şerefine nail olan Hatice validemiz oldu. Peygamberimizin Cebrail’den aldığı tarif üzerine ilk defa abdest alma ve cemaatle namaz kılma şerefi de yine Hatice validemize nasip oldu.[4][4]
Peygamberimizin Hira Nur mağarasına devam ettiği günlerde Hz. Hatice validemizin gözü yollarda kalıyordu. Hira Mağarası’na inzivaya çekildiği günlerde de emrinde çok sayıda hizmetçi olmasına rağmen yemeğini bizzat kendisi götürürdü. Peygamber Efendimiz (sav) de Hz. Hatice Validemizin geleceğini hisseder, dağın eteklerine kadar iner onu karşılardı. Zira Hira Mağarası’na çıkan yolun meşakkatini bilir ve değerli eşine kıyamazdı.
Yine bir gün, Hz. Hatice Validemiz, Efendimiz (sav)’i her zaman olduğu gibi damda beklerken yakınları: “Ey Hatice neden böyle yapıyorsun, hava çok sıcak, yaşlı vücudun yorgun düşecek.” dediler. O da “Benim efendim güneşin altında iken ben gölgede duramam.” dedi, eşler arasında olması gereken sevgi ve saygının harika örneğini gösterdi.[5][5]
Ebû Hüreyre’den gelen bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki: Hz. Hatice validemiz Peygamberimize ikramda bulunduğu bir sırada Cebrail Aleyhisselam geldi: “Ey Allah’ın Resulü işte Hatice. Rabbisinden ve benden ona selam söyle ve O’na cennette kendisi için mücevherlerden yapılmış bir köşk hazırlandığı müjdesini ver. Ki o köşkte ne gürültü işitilir ne de bir yorgunluk vardır.”[6][6]
Bir gün Hz. Hatice validemiz peygamberimizi düşünerek şöyle bir teklifte bulundu:
“Ya Muhammed!.. Ben ihtiyarladım. Cinsi ihtiyacını tatmin kabiliyetim kalmadı, sabır ve tahammül ile nefsine eza edip durma, istediğin genç bir bayanla evlenebilirsin!”[7][7]
Peygamberimiz, muhterem eşinin bu arzusunu yerine getirerek değil, bilakis o kalbi, ihtiyar halinde yalnız bırakmayarak memnun etmiş, Hatice validemiz vefat edinceye kadar -tam 25 yıl- ikinci bir kadını dünyasına sokmamıştır. Hem de çok eşliliğin moda ve gelenek olduğu bir alemde. Durum bundan ibaretken Hatice validemizin vefatından sonra Peygamberimizin evliliklerini şehvet düşkünlüğü ile yorumlamak insaflı, akıllı, vicdanlı ve imanlı kimselerin işi olmasa gerek.
Nihayet gün geldi, her fâni gibi Hatice validemiz de ruhunu Rahman’a teslim eyledi. Fakat Peygamberimiz hiçbir zaman Hatice validemizi, onun fedakârlığını ve vefakârlığını unutmadı. Her zaman anar, büyük bir takdirle hatıralarını yad ederdi. Kesilen kurbanlardan Hatice’nin dostu hanımlara pay gönderirdi.[8][8]
Bir gün Peygamberimiz, vefatından sonra eşi Hz. Hatice validemizi takdirle, övgüyle yad etti. Aişe validemiz dayanamadı ve şöyle dedi: “O yaşlı kadını ne anıp duruyorsun? (Kendisini kastederek) Allah onun yerine sana daha iyisini verdi.”
Peygamberimizin cevabı şu oldu:
“Hayır ey Aişe Allah bana ondan daha hayırlısını vermemiştir. Çünkü herkes beni inkâr ederken, o bana iman etti. Herkes beni yalanlarken o beni tasdik etti. İnsanlar mallarından bir şey vermezken o bütün varlığıyla bana arka çıktı. Ve Allah Teala bana ondan çocuklar nasib etti.”[9][9]
Hz. Hatice validemizin Peygamberimizden önce iki defa evlenip dul kaldığını hatırlatmak maksadıyla: “iki kocadan arda veya arta kalmış bir dul” şeklinde dile getirilmesi Hatice validemize bir noksanlık vermez. Bunu söyleyenler eğer küçük görmek maksadıyla söyledilerse bu onların noksanlığına ve kemalsizliğine işaret eder.
Eğer bu hal yadırganacak bir durum olsaydı ve Allah’ın da buna rızası olmasaydı Hz. Muhammed (sav) gibi bir akıl ve fetanet abidesi onu eş olarak kabul etmezdi.
Allah’ın ve Peygamberinin yadırgamadığını yadırgamak, haddi aşmışlığın edepten yoksunluğun ifadesidir.
Bırakın bir tek insanın ona hakaret etmesini, bütün kötüler toplansa ona hakaret etseler yine o pak damene zerre kadar bir kir konduramazlar. Bütün insanlar toplansa güneşe üfleseler, güneşe zarar verebilirler mi? Veya bütün insanlar toplansalar hep birden güneşe tükürseler, tükürükleri kendi yüzlerine ve başlarına dönmez mi? İşte Hatice validemiz, maddî ve manevî özellik ve güzellikleri olan bir güneştir. Onun nurunu söndürmeye kalkanların kendi nurları söner. Ona tükürük savuranların kendileri kendi tükürüklerinde boğulur.
Bakın, Allah Teala, Peygamberimizin ve eşlerinin konumunu nasıl anlatıyor bize:
اَلنَّبِيُّ اَوْلٰى بِالْمُؤْمِن۪ينَ مِنْ اَنْفُسِهِمْ وَاَزْوَاجُهُٓ اُمَّهَاتُهُمْۜ
“Peygamber müminlere kendi canlarından daha yakın ve daha önemlidir. Peygamberin eşleri de onların anneleridir.”[10][10]
Bu ayete göre Peygamberimiz ümmetin manevî babası, Hatice validemiz ve diğer eşleri de ümmetin analarıdır. Allah: “Ananıza-babanıza üf bile demeyin, onlara tatlı, yumuşak ve güzel söz söyleyin, merhametle tevazu kanatlarını onların üzerine gerin ve ey benim Rabbim onlar nasıl beni düşündüler, beni merhametle büyüttülerse sen de onlara rahmetinle muamele eyle.”[11][11] deyin diye tavsiyede bulunmuyor mu?
Bulunuyor. Öyleyse anamıza-babamıza göstermemiz gereken bu güzel davranışın çok çok daha fazlasını Peygamberimize ve onun eşlerine göstermemiz gerekmektedir. Çünkü ana-babamıza sevgi ve saygı o ocaktan geldi bize. Bu sevgi ve saygıyı onlara vermeyenler, Allah’ın rahmet ve cennetinden mahrum kalırlar.
Kur’an’a ve Sünnete aykırı fikirler ileri sürerek şöhret olma ve bir ekol oluşturma hevesini taşıyanlar, hevasını mabud edinme sevdasında olanlardır. Bunlar, gün gelir:
اَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُۜ
“Heves ve tutkularını kendine tanrı edineni gördün mü?”[12][12] ayetinin tokadını yerler. Hem dünyada ve hem de ahirette esfel-i sâfilîni (aşağıların aşağısını yani cehennemin dibini) boylarlar. Hocalara, diyanet ve ilahiyat erbabına yakışan ümmetin imanına kuvvet vermek olmalı, edepten, terbiyeden yoksun fikirlerle ümmetin imanını çelmek, çalmak, şaşırtmak ve cehenneme düşürtmek olmamalıdır.
Okur kardeşlerime de diyeceğim şu: Lütfen her rüzgârın ve her şöhretin önünde savrulmayalım. Kur’an ve Sünnetin ölçülerinden ayrılmayalım. Hakkın yanında yerimizi alalım. Allah’a isyandan ibaret olan programlarla, müstehcen kılık kıyafetlerle, malayani ve ahlaka hizmet etmeyen, içi boş dizilerle, konser, eğlence ve şölenlerle zamanımızı öldürenlere alkış tutmayalım. Ahireti ve ebedî cenneti kazanmak için verilmiş olan ömür sermayesini fani dünyanın haram zevklerine harcayarak, dünyamızı ve ahiretimizi cehennemleştirmeyelim. Bilmiyorsak erbabına soralım. Derdi kendi olanları değil, derdi milletin imanını, ahlakını, namusunu, değerlerini kurtarmak olanları arayalım, bulalım.
Hepinize dua ediyor, dualarınızı bekliyoruz. Sevgi, saygı, şükran size benim güzel kardeşlerim.
Dr. Vehbi KARAKAŞ
[13][1] Alak, 96/1-5
[14][2] Bkz. Buhari, Bed’ü’l-vahy, 1.
[15][3] Aynı yer.
[16][4] Bkz. http://www.islamveihsan.com/hz-hatice-r-a-kimdir.html
[17][5] http://www.sonpeygamber.info/sevgim-kordugum-gibidir
[18][6] Bkz. Aynı yer.
[19][7] Karakaş, Vehbi, Sana Öyle Hasretim ki (Peygamberimizin Hayatımızdaki Yeri), 111, Cihan Yayınları, İstanbul-2007.
[20][8] Bkz. Buhari, Menakıbü’l-Ensar, 20
[21][9] Bkz. Buhari, Menakıbü’l-Ensar, 20; Amet b. Hanbel, VI, 117.
[22][10] Ahzab, 33/6
[23][11] İsra, 17/23-24
[24][12] Furkan, 25/43
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi