Geçtiğimiz günlerde Ankara 5’inci Ağır Ceza Mahkemesince 28 Şubat davasının asker kökenli sanıklarına verdiği müebbet hapis cezası, 9 Temmuz 2021 tarihinde Yargıtay tarafından onanmıştı. Mahkeme, bu onamadan sonra 28 Şubatın kudretli generallerinin teslim olmalarını, teslim olmayanların da yakalanarak hapse konulmasını kararlaştırdı.
Tutuklanarak tıpış tıpış hapse tıkılan vesayet döneminin kudretli, şimdinin rütbeleri sökülmüş, unvanları alınarak sıradanlaşmış aciz mahkûmların isimleri şöyle:
Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir, Genelkurmay Harekât Başkanı emekli Orgeneral Çetin Doğan, dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Ahmet Çörekçi, Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak, eski Jandarma Genel Komutanı Fevzi Türkeri, MGK Genel Sekreteri İlhan Kılıç ile emekli generaller Aydan Erol, Cevat Temel Özkaynak, Çetin Saner, Hakkı Kılınç, İdris Koralp, Kenan Deniz, Vural Avar ve Yıldırım Türker.
Bu omuzu kalabalık, belindeki silahı vatandaşına doğrultma konusunda hiç tereddütü olmayan faşist cuntacıların o günkü tavırlarını ve seçilmiş hükümetin Başbakanı Erbakan hocamıza yaptıklarını ve onu boncuk boncuk terlettiklerini unutmak mümkün değildir. Bunlar hak ettikleri cezaya -geç de olsa- çarptırılmışlardır. Fakat hiçbir darbe sadece askerlerle yapılmaz. Askerlere darbe zemini hazırlayan gazeteciler, sendikalar, akademisyenler de hak ettikleri cezayı almalıdırlar. Mesela Milli iradenin tercihiyle iş başına gelen iktidara darbe çağrısı yapan, Fatih Altaylı, Emin Çölaşan, Ertuğrul Özkök, Yalçın Doğan vb. yazar müsveddeleri…
Üniversiteleri başörtülü kız öğrencilere dar eden ve ikna odaları oluşturarak çağ dışı uygulamalar icat eden Kemal Alemdaroğlu, Nur Serter gibi laik yobaz çakma akademisyenler…
Darbenin sermaye ve sivil toplum ayağını oluşturan TİSK, TESK, DİSK, TOBB, TÜRK- İŞ’in oluşturduğu 5’li çete ve TÜSİAD…
İşte 28 Şubat’ın baş aktörleri Çevik Bir, Erol Özkasnak ve Çetin Doğan’ın da aralarında yer aldığı 14 darbeci paşanın cezaevine tıkıldığı bu süreçte, bunlara da hesap sorulmalıdır.
Televizyondan 28 Şubat belgeselini izlerken insanlık ve insan hakları adına utanıyoruz. Gerek siyasi alanda, gerekse askeri alanda makam işgal etmiş koca koca üniversite tahsilli adamlar ve omuzu kalabalıklar öyle laflar etmişler ki, yüzlerine tüküresimiz geliyor.
“Ben siyaseti bilirim, benim başbakanlığım döneminde başörtüsü problemi yoktu. Çünkü bütün devlet memurlarının kafası açıktı. Üniversitede kafasını açarak okumak istemeyenler Arabistan’a gitsin” diyen Baba(!) Demirel’i dinlerken “Allah senin cehennemdeki santigrat dereceni iki katına çıkarsın” dedim. Bu herif, kırk yıllık siyasi hayatında meydanlarda Kur’an-ı Kerim öpüp muhafazakârların oyunu alarak iktidar olmuştu. Kur’an’ın ifadesiyle “İman edenlerle karşılaştıkları zaman: ‘İman ettik’ derler. Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise, derler ki: ‘Şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz onlarla sadece alay ediyoruz” (2Bakara:14) diyerek münafıkça tutum sergileyip siyasi hayatını tamamladı. Dünyada gelinebilecek en üst makama geldi. Cumhurbaşkanı olunca da, halka hiç ihtiyacı kalmadığından dolayı içindeki nifakını iyice açığa vurdu. Sol cenah ve askerle işbirliği yaparak, “Atatürkçülük elden gidiyor, irticacılar geliyor, Türkiye laiktir laik kalacak” naralarıyla, seçimle gelen Merhum Erbakan Başbakanlığındaki hükümete suikast yaptırdı. Ölünce de, Abdullah b. Übey bin Selül gibi olan yaşantısına rağmen cami avlusuna getirilerek “Nasıl bilirdiniz?” sorusuna karşı “İyi bilirdik” yalancı şahitlerinin şehadetiyle namazı kılınarak “Cehennem çukurlarından bir çukura yuvarlandı.”
“Çok kesin ifadeler kullanıyorsun” diyenleriniz olabilir. Unutmayalım ki; “Kişi yaşadığı hâl üzere ölür ve öldüğü hâl üzere dirilir.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, V, 663). Bu milli münafığın kırk yıllık siyasi hayatı, icraatı ve sözleri ortada. Hiç kem küm etmeyelim. “Ölülerimizi hayırla analım” diyerek bize ait olmayan mevtayı sahiplenmeyelim. Abdullah b. Übey b. Selül ne kadar bizim ölümüz ise, o da o kadar bizim…
Tek gayesi Türkiye’yi İslam dünyasının lideri yapmak, Amerika ve diğer emperyalist ülkelerin eyalet valiliği konumundan kurtarmak, kendi milli harp sanayiini ve ekonomisini kurarak kendi ayakları üstünde durmasını sağlamak, Müslüman ülkelerden oluşan “İslam birliği”ni kurarak “İslamî vahdeti” gerçekleştirmek olan, vatan ve mukaddesat sevdalısı mücahit Necmettin Erbakan hocamızı MGK’da tek başına “savunan adam” konumunda bırakan bu mukaddes değerlerimizin celladına herhalde rahmet dileyecek değildik.
“Beşli Çete” diye tarihe geçen sendika ağaları ve görevi, “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” bir nesil yetiştirmek olan ve özgürlüklerin teminatı olması gereken üniversitelerin rektör namlı cübbeli yobazları da hep bir ağızdan “Türkiye laiktir laik kalacak, kahrolsun şeriat” çığlıklarıyla sokaklara taşmışlardı.
Sözün özü şu ki; silahlı kuvvetler, -silahlarını abanın altından göstererek- silahsız kuvvetlere 28 Şubat post modern darbesini yaptırdılar. Muhterem Erbakan hocamızın Başbakanlığındaki meşru hükümeti, bir insanlık suçu olan darbeyle indirdiler. Türkiye’yi, Amerika’nın istediği şekle tekrar döndürdüler.
Daha önce bir yazımızda “Bugünün insanı, elleriyle yaptığı putlar önünde kurbanlar keserek, adaklar adayarak şirke düşmüyor. Bu, ‘ilkel şirk’tir, tarihte kalmıştır. Bugünün şirki ‘İlkesel’dir. Çağdaş insan, ‘beşerî ilkeleri’ put edinerek ‘İlahî ilkelere’ saldırıyor” demiştik. 28 Şubat sürecinde, İslam’a “irtica” yaftasını vurarak atalarının “laiklik” ilkesini put edinenler, işte bu “İlkesel” müşriklerdendir.
28 Şubatçıların yüzde doksanı kinleriyle öbür dünyayı boylamışlardır. Hepsi de mezarlarına cami avlusunda cenaze namazları(!) kılınarak İzmir marşıyla gönderilmiştir. Çünkü onlar, “İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemeleri yasasına göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen” bir acûbe “Türk vatandaşı” tipidir. Ve bu hallerinden de memnun olarak yaşamışlardır. Hayatlarında İslam yoktur. Aksine İslam’a karşı mücadele vardır. Gâvur gibi yaşayıp maalesef Müslüman gibi defnedilmişlerdir.
Gerçekten tövbe edip de tövbeleri Allah tarafından kabul edilmiş olanlara sözümüz yoktur. Hiç pişmanlık duymayıp kabul edilmiş bir tövbe ile gitmeyenlerin hak ettikleri cezayı çekeceklerinden zerre kadar şüphemiz yoktur. İlahi adalet onlara gereğini mutlaka yapmıştır.
İşte 28 Şubat darbesi, iktidar mevkiini, insanlara hizmet etme yeri olarak değil de “ikbal” ve putlaştırdıkları bâtıl ideolojilerini hâkim kılmak için “tahakküm” makamı olarak görüp, siyaset sanatından soyutlanarak, diktatörlük batağına batmış olanların, nasıl “kurt”luk yaptıklarının resmidir. Bu resimde yer alan herkes hak ettikleri cezaya çaptırılmalıdır.
Musab SEYİTHAN