İttifak görüşmeleri sürecinde Ak Parti adına Sayın Binali Yıldırım, Yeniden Refah Partisi Genel merkezine gidip Genel Başkan Fatih Erbakan’la görüşmüştü. Fatih Erbakan da 6284 sayılı kanunun aileyi korumadığını, bunun bizim inanç ve geleneklerimizle bağdaşmadığını, kaldırılması gerektiğini söylemesi üzerine Ak partinin önde gelen sözcülerinden, bu kanunun amansız savunucusu ve mesleği de avukatlık olan Özlem Zengin hanımefendi “Bu kanun bizim kırmızıçizgimizdir” diyerek ferman buyurdular.
Arkasından da seçmenlerin ağır tenkitlerine maruz kaldı. Tabii sahip çıkanları da vardı. Başta Ak Partinin amansız karşıtı Meral sultan; “İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını kabul etmediğimiz gibi; 6284’ün tartışılmasına da, izin vermeyeceğiz. Kadınların hayatından taviz verilmesine; dün olduğu gibi, bugün de razı olmayacağız. Kadınların, sırf doğruları söylediği için, linç edilmesine; dün olduğu gibi, bugün de sessiz kalmayacağız. O pis, iğrenç dili yüzlerine yüzlerine vuracağız. Kimse kusura bakmasın; biz her daim, konuşan kadınları savunacağız. Kadınların hakkını, hukukunu, hiçbir kirli zihniyete kaptırmayacağız. Görüşlerimiz, düşüncelerimiz, ne kadar farklı olursa olsun, mesele kadınların davası olduğunda, Özlem Hanım’la da, elbette, amasız, fakatsız, omuz omuza duracağız.”
Meral ana konuşur da, belediye başkanlığından başka her işi yapan evlat Ekrem İmamoğlu dururu mu? O da; “İktidar partisine mensup kadın yönetici ne demiş de saldırıya uğramış, 6284 sayılı kanun bizim kırmızıçizgimiz demiş. Doğru demiş, ben alkışlıyorum hanımefendiyi” diye buyurmuş.
Hani İmam Şâfi, “Fitne zamanı doğruyu nasıl bulacağız?” sorusuna “Düşmanın oklarını takip edin, o sizi doğruya götürür” demişti ya, aynen öyle, İslam’ın ezeli düşmanı bir parti temsilcisi ile laik-kemalist bir kadın lider neye sahip çıkıyor ve ona karşı çıkanları hedefe koyuyorsa doğru olan, tam onun tersini yapmaktır.
Efendiler! İstanbul sözleşmesi kaldırıldı ama onun amansız uygulayıcısı olan 6284 sayılı kanun, varlığını olanca zulmüyle devam ettiriyor. Kocasından memnun olmayan resmi nikâhlı bir kadın, savcılığa müracaatla “Kocam bana sözlü ya da fiziki şiddet uyguluyor” diye ihbarda bulunsa, o koca soluğu dışarda alıyor. Üç veya altı ay evden uzaklaştırma cezası ile sorgusuz sualsiz cezalandırılıyor. O koca ya bir otele yerleşiyor veya bir akrabasına gidiyor ya da arabasında yatıp kalkıyor.
Sözüm ona “Kadına karşı şiddeti önlemek” amacıyla çıkarılıp dayatılan bu acube kanundan sonra kadın cinayetleri daha çok arttı ve “resmi nikâhla evlenmek” korkulan bir öcü olmaya başladı. Haram-helal hassasiyeti olmayan, iman bakımından zayıf olan, dünyada yaptıklarının hesabını ahirette vereceği bilincinde olmayan, biraz da seküler takılan genç; “Evlenip de başımı niye belaya sokacağım. Kendi evimde diken üstünde yaşayacağım, küçük bir tartışmada kadına şiddet suçlamasıyla niye kapı dışarı konulayım. Onun yerine biriyle partner hayatı yaşarım ve böylece ağrımadık başımı ağrıya sokmam. Doyuma ulaşır hoşlanmamaya başlarsam partner değiştiririm” diyerek nikâhsız beraberliği yani zinayı tercih etmektedir. Çünkü bu kanun kadını, şiddete karşı korumuyor. Sadece nikâhlı evliliklerde kadına akıl almaz bir ayrıcalık veriyor. Yoksa bir kişi annesine gerçekten şiddet uygulasa veya nikâhsız yaşadığı kadına veya kız kardeşine şiddet uygulasa erkek evden uzaklaştırma cezası almamaktadır. Anne, partner veya kız kardeş, şiddete uğradığını doktor raporuyla ispat etmedikçe soyut olarak şikayet etmenin de bir anlamı yoktur.
Resmi nikâhlı bir evlilik yapmışsanız sadece sözlü ihbarınız, sizin evden derdest edilip uzaklaştırılmanız için yeterlidir. Çünkü “kadın yalan söylemez, iftira etmez”miş. Breh breh breh… Gerekçeye bakar mısınız? Bu gerekçe niye anne, partner veya kız kardeş şikayet ettiğinde geçerli olmuyor, evden uzaklaştırma cezası uygulanmıyor da nikâhlı evliliklerde uygulanıyor? Sistem laik, referansı da heva ve heves olursa ve kadın da yarı tanrılaştırılırsa sonuç böyle olur. Yusuf suresinde kadının nasıl yalan söyleyip iftira edebileceği canlı misalle anlatılır. Şehvet gözünü bürümüş olan Züleyha’nın, namusunu korumak için kaçarken arkadan saldırıp Hz. Yusuf’un gömleğini parçaladığını, suçüstü yakalanınca da “Yusuf bana saldırdı” diye iftira ettiğini biz Kur’an’dan öğreniyoruz:
“Evinde bulunduğu kadın, onunla birlikte olmak istedi. Kapıları iyice kapattı ve “haydi gel!” dedi. O da “Hâşâ, Allah’a sığınırım! Kocan benim velinimetimdir, bana iyilik edip evini açtı. Gerçek şu ki zalimler iflah olmaz!” dedi. Kadın onu kesinlikle arzulamıştı; eğer rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadını arzulardı. Böylece onu, kötülükten ve ahlâksız bir iş yapmaktan uzak tutmak istedik. Şüphesiz o samimi kullarımızdandı. İkisi de kapıya doğru koştular. Kadın onun gömleğini arkadan yakalayıp yırttı. Kapının önünde kocasıyla karşılaştılar. Kadın kocasına dedi ki: “Senin ailene kötülük etmeye kalkışanın cezası, ancak zindana atılmak veya ağır fiziksel cezaya çaptırılmak olmalıdır.” Yusuf, “Asıl kendisi benimle birlikte olmak istedi” dedi. Kadının akrabasından biri şöyle bilirkişilik yaptı: “Eğer (adamın) gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir; adam yalancıdır. Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir; adam doğru söylemektedir. Aziz, Yusuf’un gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu görünce şöyle dedi: “Anlaşılıyor ki bu iş, siz kadınların bir entrikasıdır. Sizin entrikanız çok tehlikelidir. Yusuf! Sen bunu olmamış say. (Kadına:) Sen de günahının affını dile; çünkü sen günahkârlardan oldun.” (12/Yusuf:23-29).
Buna rağmen Hz. Yusuf zindana atılmaktan kurtulamadı. Çünkü ona hukukun gücü değil, güçlünün hukuku uygulanmıştı. Bugün 6284 sayılı kanunla resmi nikâhla evli kadınlar güçlü kılınmıştır. İşte erkeklere, gücün hukuku uygulanmaktadır, hukukun gücü değil. Lafta hukuk karşısında herkes eşittir. Ama görüldüğü gibi kadınlar biraz daha eşittir. Eski Türkiye’de rütbeli askerlerle ilgili siviller arasında şöyle bir yaygın kanaat vardı: “Madde 1: Komutan haklıdır. Madde 2: Komutan haksız olsa bile 1. Madde geçerlidir.” Şimdi de “Kadın haklıdır. Haksız olsa bile 6284 sayılı kanun geçerlidir.”
Evet, tekraren söylüyorum ki, bu kanun kadına şiddeti önlemiyor aksine artırıyor. Ayrıca erkekleri evlenmekten soğutup gayri meşru bir hayata itiyor. Gayri meşru ilişkilerden meydana gelen hamileliklerden kurtulmak için de kürtaj cinayetleri çoğalıyor. Kürtaj yapılmayıp da dünyaya gelen gayri meşru çocuklardan da nesebi gayri sahih bir toplum oluşuyor. Hangi ucundan tutarsanız tutun pisliğe bulaşıyorsunuz. Bu kanunun savunulacak hiçbir tarafı yoktur. Hele hele Müslüman kimliklilerin bunu savunması, izahı güç bir garabettir, İslamî cehalettir. “Bu kanun bizim kırmızı çizgimizdir” diyerek büyük bir seçmen kitlesini de karşısına alan hukukçumuz bayan Zengin, laik-seküler hukukun yanında İslam hukukuna da biraz baksaydı bir Müslüman olarak inatla 6284 sayılı kanunun savunucusu olmayacaktı. “İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helâk eder misin Allah’ım?!!!”
Musab SEYİTHAN
Güzel yazılarınız için çok teşekkürler
Evet, zor bir çözüm olmalı. Kadına hak verip ona yetki veren kanunla erkeklerin mağdur olma durumu düşündürücü.
Avrupa ve ABD de kadının delilsiz bir sekilde sözlü şikayeti yeterli deniyor.
Böyle olmayınca da erkek istediği kadınlarla nikahsız yaşayacak. dilediği kadını kullanacak, arzu ederse bırakacak ve böyle sorumsuzlukla gelecek nesiller tehlike yaşayacaklar
Bu 6284 hakkında müslümanlar tam bir kanaat sahibi olamadılar. Bu KADEM denilen kuruluşu müslüman hanımlar kurdu diye biliyoruz. Nitekim AKPARTİ de destekliyor lakin bu gibi meselelerde arıza çıkarmaları mide bulandırıyor. İçlerinde sekuler bir grup var galiba..
Tam bir İslamî tavır ortaya koyamıyorlar.