Yeni Şafak yazarı Yusuf Dinç’in kaleme aldığı ”İki Yellen” yazısını siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz..
Eski FED Başkanı şimdinin Amerikan Hazinesi yöneticisi Janet Yellen, son zamanlarda FED Başkanı Powell’a göre benzer tartışmalardaki söyleminin küresel tınısı kadar farkla, biraz da benzer düşünce başarısızlıklarıyla gündem oldu.
Aslında bürokrasideki nezaket kuraları gereği yeni başkanı ilgilendiren konuda eski başkanın açıklama yapması uygun görülmez. Fakat Yellen, mevcut pozisyonu gereği benzer konuda açıklama yapmak durumunda kalarak bir ilginçliği temsil ediyor. Bu durum elbette nezaketsizlik olarak da yorumlanmıyor. Ama bir taraftan da içi içini yiyor gibi hissettiriyor. FED, resesyon öngörmüyoruz dese de Yellen öngörüyor. Sanırım enflasyonla büyüme arasındaki tercihte FED’in enflasyonu seçmesi gerektiği konusunda hem fikir ama enflasyonla mücadelede hangi araçlara başvurması gerektiği bakımından farklı düşünüyor. Belki de Yellen, “bağımsızken” başka, hükümetle hareket ederken başka düşünüyordur. Bu dahi meseleyi incelemeyi ilginç kılıyor ama burada bırakacağım.
Çünkü tüm bunlar bir yana asıl gündeme getirmek istediğim son açıklamasıyla Yellen’in kişisel finansal imkânlara yüklediği anlam. Yellen, resesyona karşı kişisel finansın ABD özelinde güçlü bir rol oynayacağını düşünüyor. Yani hem perakende kredilere hem tasarruflara bir referans veriyor.
Gerçekten bir süredir ABD ekonomisi ile Türkiye ekonomisi karşılaştırma için mükemmel bir kontrast sunuyor. Bu konuda öncelikle benzerlikleri olduğuna değinmek isterim. Türkiye’de de perakende kredilerin, kredi kartlarının ve özellikle de bunların çevrimini sağlayan asıl unsur olan yastıkaltı veya sistem içi tasarrufların rol oynadığı bir dönemden geçiyoruz. ABD özelinde finansa erişim kısmı süreklilik arz ediyor gibi gözüküyor. Yellen de teorisini bunun üstüne kuruyor. Yalnız orta-üst gelir grubunun dahi gelirlerinde artık tasarruf artığı kalmadığını tespit eden araştırmalar Yellen’i yanıltabilir. Çünkü araştırmaların bu bulgusu finansa erişimi de olanaksızlaştırıyor. Bu da talep tarafının bir şokla karşılaşabileceği riskine işaret ediyor. Türkiye özelinde ise kişisel finansal imkânların tüketilmeye başladığına ve yastıkaltı varlıkların çokları için muhtemelen bitmeye yaklaştığına işaret etmiştik. BDDK’nın son tedbirleriyle kredi imkânları da daralmış oldu. Peki, ABD özelindeki talep şoku riski Türkiye için de var mı?
ABD ile Türkiye arasında neredeyse tüm faktörler benzerken farkı yaratacak bir tek etken var o da ücret artışları. Bu başlıkta mevcut hükümetin RefahYol hükümeti dönemindeki deneyimi de belirleyici bir referans.
Türkiye, zaten bu bakımlardan finansal kesime güvenemez. Çünkü ekonominin içinde bulunduğu bunalım bankaların kendi kendileriyle rekabet ediyor olmalarıdır. Dünyanın başka bir yerinde böyle bir absürtlük görülmesi beklenmez. Yani finansın iyi yönetildiği bir yerde banka kredi verip döviz alınmasını tavsiye etmez, banka %14’le kredi kullandırarak verdiği parayı %19’la mevduata bağlamaz, banka krediyi ödemek için alan KOBİleri bir kenara bırakıp büyük sanayi işletmelerine ödemeyip çevirecekleri uzun vadeli krediler vermez, banka bireysel müşterisini iflasa sürüklemez ona rehberlik eder. İşte, bunlar Türkiye’de finans yöneticilerinin sahip olmadığı meziyetler dersem sanırım epey ironi yapmış olurum.
O yüzden Yellen gibi kredi imkanlarını içine alan referanslar vermektense ücretleri artırmak bir zarurettir. Hem zaten daha doğrudur. İnsanlar mali gücü olmadan finansal güce de erişemez. Türkiye’nin ücretlerle ilgili aldığı tutumu bu sebeplerle önemsiyorum. Dahası üretim faktörleri arasında bozulan gelir paylaşımı adaletini iyileştirmesi bakımından da önemsiyorum. Verilen mesajlardan hükümetin de adım atacak olmasını önemsiyorum. İş dünyasının da buna hazır olmasını önemsiyorum.
Sadece bu başlıkta tek taraflı adımların yeterli olmayacağını düşündüğümü not etmek isterim. Emeğin ziyadesiyle hak ettiği ücret iyileştirmesini vermek üzere hassas bir dönemden geçerken ne işverenler tek başına bırakılmalı ne de kamu tek başına sorumluluğu yüklenmelidir.
6’lı masa
6’lı masa ne zaman kuruldu, diye düşündüm. Mümkün olduğunca geriye almaya çalıştım. Hem tabanının içselleştirmesi bakımından da meseleye bakmak istedim. Mevcut kompozisyonu da göz önünde bulundurdum. İstikşafi görüşmelerden daha öncesi yok gibi geldi. Sanırım 6lı masa, sadece toplantıda ikram edilenlerin haber olabildiği istikşafi görüşmeler sırasında kurulan masanın bir devamı.
yenişafak.com / Yusuf Dinç