Saatlerden bir saat!
Tekrar sürgü, asma ve sabit kilit fasıllarıyla demir kapı açılma sürecindeyken hemen aşağıya indim. Akşam karavanam gelmişti. Sonradan hapishanede kara şimşek diye kavramlaştırıldığını öğrendiğim yeşil mercimek ile un çorbası ve iri bir havuçtan oluşan akşam yemeği, malum törenle bana teslim edildi. Bu teslimat olayı başlı başına ayrı bir seremoniydi!
Siyah takım elbiseli, elini arkasına bağlamış bir müdür ile arkasında 4-5 gardiyan. Müdürün, mahkeme duvarı diye tabir edebileceğim esmerimsi mora çalan damarlı ve sinirli siması hapishanedeki kasvetin adeta doğal bir tamamlayıcısıydı.
Cezaevi ortamı, bazı çalışanlarının ruh haline sirayet ediyor diye düşündüm. Müdür titreyen parmağıyla işaret ederek “Her gün akşam saat 08.00, sabah saat 08.00 sayım var. İşte şurada hazır olacaksın.” talimatını verdi. Tek başıma bulunduğum hücrede beni her sabah ve her akşam saymaya geleceklerdi! Böylece mahpusların hiç hazzetmediği bir kuralı daha öğrenmiş oldum.
Daha sonraki cezaevi maceramda bu müdürlerden çokça görecektim. Cezaevi yönetimi bir müdür ve bu tür bol miktarda ikinci müdürlerden oluşuyor.
Saati sordum 17.15 dediler. Demek ki akşam yemeği dağıtım saati 17.15 gibiydi.
Artık biliyordum. Öğlen yemeği 12.00, akşam yemeği 17.15 ve her sayımından biraz önce koridorda bir gardiyanın demir parmaklıklara metal bir cisim ile vurarak: “Sayım sayım…” diye yüksek sesle bağırdığını duymak ise saatin sabah 08.00 veya akşam 20.00 olduğunu gösteriyordu. Bu durum saati olmayanlar için bir nimetti! Gün içinde dört ayrı zamanı böylece belirlemiştim.
Daha on gün önce her saati, her dakikası planlı, zamanla yarışan ve her anını ülkesine, milletine, üniversitesine, öğrencilerine faydaya çevirme mesuliyeti taşıyan bir adamın saatsiz zamanlarının ızdırabını izahtan acizim!
İlk Akşam
İşte sonunda akşam olabilmişti. Akşam ama nasıl da hüzünlü bir akşam… Zindanda olmanın sonucu bütün güzel ve değerli şeylerden mecburi ayrılığın hüznü… Şair Kara Zindan adlı şiirindeki ifadesiyle:
Zindanı görmeyen özlem yok sanır
Akşam olur, demir kapı kapanır…
Hülyalarda mutlu günler aranır
Çekerler hasreti bitecek diye.
Gerçekten de bunu anlamak için yaşamak gerekiyor. Özlemin, güzel anıların ve akşamların cezaevindeki çağrışımları yaşamadan anlaşılmıyor!
Ayrı Dünyaların Seslerini Duyuyorum
Ara duvarlardaki izolasyon iyi olmadığından diğer koğuşlardan sürekli sesler geliyor. Birisi gecenin mahzunluğunda içli içli Kuran-ı Kerim okuyor. Akli dengesinin çok yerinde olmadığı belli bir diğeri, başka koğuştaki birine sürekli bağırıp çağırıyor, galiz küfürler savuruyor ve hapisten çıktıktan sonra onu öldüreceğini söylüyor. Muhatabı da ona arada boğuk ve bozuk bir sesle karşılık veriyor. Zaman zaman gelen ah vah sesleri başka koğuşlardan gelen iniltilere ve homurtulara karışıyor.
Koğuşlardaki her biri ayrı dünyaların insanlarından farklı farklı sesler geliyor ve her biri iç dünyalarını dışarıya yansıtıyorlar.
Gündüz duyulmayan ezan sesi gece rahatlıkla işitilebiliyor. Mahpuslukta ezan sesinin ayrı bir hüzün sebebi olduğunu bittecrübe öğrendim. Bedenimin özgür olduğu zamanlardaki gibi davete, cemaate iştirak edememenin meydana getirdiği mahzunluğu iliklerime kadar hissettim.
İşte sonunda yatsı ezanı okunmuştu. Kendimi namaza vuruyorum. Üşümemek için battaniyeleri üzerime sararak uzun uzun namaz kılıyorum.
İçimde Bitmek Bilemeyen Kavga!
Bir türlü olmak bilmeyen akşam nihayet olmuştu. Bir günün geçmesi beni mutlu ediyor. Allah’a şükrediyorum. Bu da geçecek; bak bugüne kadar binlercesi bittiği gibi bugün de, gün bitti, gece oldu, yatma vakti geldi diyerek kendimi teselli ediyorum.
Ne yazık ki aklımın kabul ettiğini nefsim kabule yanaşmıyor. Mevcut durumun kalıcı olacağını ve sanki hiç bitmeyeceğini telkin ediyor. Başıma gelen musibetin verdiği sarsıntı, iç dünyamda sürekli bir ikilik yaşatıyor. Duygularımda medcezirler oluşturuyor.
Biliyorum süreç benim denetimimde değil! Kendimi kontrol etmek zorunda olduğumu ve ona göre davranmam gerektiği düşüncesine yoğunlaşmaya çalışıyorum. Ama gidip gidip gelmemek ne mümkün!
Bir taraftan bana düşen ödevler üzerine serinkanlı odaklanarak zamanımı bir itikâf ve inziva havasında değerlendirmeliyim eğilimi içindeyken, diğer tarafta öfke, endişe ve korku gibi duygular dalga dalga benliğimi sarmaya çalışıyor.
Fark ediyorum. Bu bir imtihan Sait diyorum, kazanmak veya kaybetmek senin seçimine bağlı! Neticeyi içinde doğan bu iki duygundan hangisini besleyip büyüteceğin belirleyecek. Allah bu iki duyguyu senin nefsine koymuş ki özgürce tercihini yapasın! İkircikli ruh hali bunun emaresi…
Kötü günler elbet geçecek. Şayet sabırlı ve metanetli davranırsam Rabbimin indinde mükâfatı da büyük olacak inşallah. İslam inancım, fıtratım, ilahi olduğunu fark ettiğim iç sesim böyle söylüyor. Bu durumun geçmeyeceği, her şeyin bittiği ve hayatta kalmanın anlamını yitirdiği hissinin kötüye ve kötülüğe teslim bayrağı çektiren şeytani bir duygu olduğunu fark ediyorum.
Hepsi benim içimde, nefsimde köşe kapmaca oynuyor. Bu iki eğilimden kâh şeytani olanı, kâh Rahmani olanı öne çıkıyor. İki uçlu keskin bıçak ruhumda bir sarkaç gibi salınım yapıp duruyor. Bu bıçağın biri sanki katilimin, diğeri ise cerrahımın elinde!
Bugün daha iyi anlıyor ve değerlendiriyorum. İşte insanın gündelik hayatta rahmani duygu ve düşünceleri içinde sürekli besleyip büyütmesinin önemi burada ortaya çıkıyor. Yoksa insan fıtratına ve İslami olana dönük duygu ve düşüncelere insan kendini kapadığı sürece benliğine adım adım yıkıcı düşünceler sızıyor ve arkasından da kötü fiilleri işleme aşamasına giriyor.
Musibet anında öfke, kaygı, korku ve endişeye teslim olmak, bittim tükendim duygusuyla hareket etmek hiçbir derde derman olmadığı gibi ruh ve beden sağlığını da olumsuz yönde etkileyeceği çok açık. Dahası bu imanla ilgili bir mesele! Allah’ın rahmetinden ümidi kesmek kâfirlerin ve büsbütün yolunu şaşırmış olanların bir fiili değil mi?
Rabbim, “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz! Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.” (Yûsuf 87) ve “ Rabbinin rahmetinden, büsbütün yolunu şaşırmış olanlardan başka kim umudunu keser?” (Hicr-56) buyuruyor.
Sonuç olarak insanın Allah muhafaza yolunu şaşırmış olanlardan veya kâfirlerden olmaması kendi iç dünyasında böyle karamsar duyguları değil, ümide ve rahmete dair duyguluları geliştirilip büyütmesiyle mümkün. Bu yüzden panik ve kaygı hislerimi besleyip büyütecek düşüncelerden mümkün olduğu kadar uzak durmaya gayret ediyorum.
İnsanız Ve Zayıfız
Bu satırları kalem aldığım bugün dahi inandığını yaşamaya çalışan bir kişilik olarak bu gelgitleri yaşamış olmanın imanı bir zaaf olup olmadığını düşünüyor, korku ile ümit arasında gelip gidiyorum. İnsanız ve zayıfız. Ama Allah’ın içimizde koyduğu cevher sayesinde çok da güçlüyüz. İş o ki, bu cevheri layıkıyla besleyebilmek. Bu cevherin işleme ham maddesi bu dünyadaki acılar, dertler, güzellikler ve bunların yaşanma süreçlerindeki tercihlerimiz. Bunu çözdünüz mü, bu dünya dahi cennetiniz!
Bu noktada işin sırrını, anlattığını düşündüğüm şairin Çözdüm adlı şiirini okuyucularıma sunmak istiyor yorumu okuyucularıma bırakıyorum.
Çözdüm
Foyanı ortaya çıkardım dünya senin.
Yedinci katında oturdum semanın,
Bulutların öfkesini gördüm.
Köşe kaptım hortumlarınla,
Vız geldi yıldırımlar, sayısız düştüm,
Milyon kez kalktım
Bir baş iki ayaktım.
Altında gezdim, üstünde kaydım.
Arşına çıktım dörtnal, meleğini bildim
Her haliyle tanıdım şeytanlarını,
Felekten rol çaldım,
Yusuf’la zindanda kaldım.
Alt oldum, üst oldum.
Sonda bir kor cüz oldum.
Ama çözdüm, çözdüm dünya seni,
Kaosun kurtuluş,
Dertlerin ilaçmış.
Kanmam fahişe cilvelerine,
Mürai kahkahaların nefesine,
Baş döndüren rengine
İşmarcı yosmanın fendine,
Puslu havaların boz bulanık
Erketesine yatmışsın, yavaşça.
Sabrımı deniyorsun safça,
O yolları geçtim be çokça.
Foyanı gördüm boyanı sildim.
Anamdan dinledim masallarını,
Babam belletmişti işveni
Kitaptan kıraat ettim seni,
Bildim.
Bildikçe dünyayı sildim.
Altın cıvık için kof,
Küf kokusu yayılıyor ihanet yaylası yataklarından,
Kral kızı Elonora olsan da
Değişmez.
Cilan çok inceymiş dünya,
Kazıdım gitti.
Son durağa varmadan
Derin uykuya dalmadan
Yakasız gömlek sarmadan
Çözdüm ve bitti.
Zor günleri çok şükür sağlam kafayla atlatmışsınız Hoca’m.Bu zor günler belki de varolan imancınızı sağlama alıp Allah ‘la yakınlaştırır sizi. Hepimiz de dertlerden, acılarda hemen Allah’ hatırlarız. Ama ne zaman feraha çıktık sanki hiçbir şey yaşamamış gibi dünya nimetleri içinde kayboluruz.Ah keşke Allah’ı dara düştüğümüzde, acılar içindeyken ki gibi hatırlasam. Bu dünyada ne varda insanlar kıyasıya birbirlerini eziyor. Aklım almıyor. Sözüm size değil Hoca’m yanlış anlamayın. Bu işi ben şahsım adına beceremedim. Yine de beterin beteri var, bundan korusun mevlam.