İmza Yetkimi Devrettim
Perşembe günü diğer günlerden farklı olarak bir noterin geldiği söylendi. Hazırlandıktan sonra her zamanki rutin işlemlerle noterin beni beklediği özel bir bölmeye getirildim. Noter, eşimin dışarıda bazı işlemleri takip edebilmesi için vekâlet vermem gerektiğini söyledi. Hazırlamış olduğu yazıyı okudum ve imzaladım. Sözde imza yetkimi de böylece resmi olarak eşime devretmiş oldum.
Bu ahlaksız bir kumpas diye anlatmaya başlamak istedim ama noter dinleme havasında olmadığı gibi yanımızdaki gardiyanın vücut dili de noterle işimizin bittiğini ve ayrılmamız gerektiğini söylüyordu. Ne de olsa herkesin işi gücü var. Notere ne benim başıma gelenden!
Tekrar hücreme getirilerek üzerime kapılar kilitlendi. Hışımla mektup yazmaya devam ettim. Sabahtan akşama yazdığım tüm mektupları hafta sonları hariç ertesi gün sabah sayımında gardiyanlara teslim ediyorum.
Eşim ve Mehmedim Geldi
Hafta sonu birkaç tane mektup daha yazdım. 9 Ocak Pazartesi sayımda mektupları postalamak üzere gardiyanlara verdim. Bir süre sonra bir başka gardiyan gelerek;
-Saat 9.30 gibi kapalı görüş var hazırlan.
-Kapalı görüş?
-Ziyaretçiniz gelmiş.
-Kim?
-Sen hazırlan, almaya geleceğim.
-Tamam.
Kapalı görüş nedir, kimlerle görüşülüyor, ne kadar görüşülebiliyor ve nasıl gerçekleşiyor hiç bir fikrim yok. Sadece bayramlarda yakınları ile birlikte mahkûmların bir masa etrafında oturduklarına dair haberlerde geçen görüntüler dışında zihnimde hiçbir çağrışım yok.
Hemen giyindim. 10-15 dakika kadar merakla bekledikten sonra gardiyanlar geldi ve beni hücreden alıp koridor boyunca her zamanki rutin işlemlerle kapalı görüş yapacağımız mekâna getirdiler.
Buğulu camın öbür yanında eşim ve oğlum duruyordu. Gardiyanların tarifine göre doğrudan değil de ahizeyi kaldırıp karşılıklı telefonla konuşacaktık. Kapalı bir mekânda bir masa etrafında oturup görüşme bu değil demek ki.
Yine de harika bir şey bu kapalı görüş. Bana yıldızlar kadar uzak gelen oğlum ve eşim tam 20 gün sonra karşımda duruyorlardı. Telefonu kaldırıp selamlaştık. Eşim hemen söze girerek meraklanma, işler iyi gidiyor, rektörlük görevin de devam ediyor dedi. Milletvekillerimiz ve sivil toplum kuruluşları başkanları yaptıkları çeşitli temasları aktararak rektörlük görev sürem sonuna kadar da görevimin devam edeceğini söylemişler.
Uşak kamuoyunun ve Ankara’nın başıma gelen bu olayın bir komplo olduğunu bildiklerini, devletin en üst kademelerinden güzel dönüşler aldıklarını söylediklerinde çocuklar gibi sevindim.
Eşim ve oğlum görüşmemizin dinlendiğini ve çeteye iletilebileceğini öngördüklerinden olacak ki bazı şeyleri şifreli ve işaretlerle anlatmaya çalıştılar. İlginçtir, sanki önceden sözleşmişiz gibi birbirimizi anlamakta hiç zorluk çekmedik.
Devletim Beni At Hırsızlarına Teslim Etmez!
Demek ki mektuplarım ilgili yerlere henüz ulaşmadan beni bilen devletim ve ita amirlerim, organize çetenin aşırı tezviratlarına rağmen, tereddüt dahi göstermemişler. Devlet dediğin böyle olmalı zaten. Tam da beklediğim gibi.
Bir süredir üst üste kötü haberlere, hayal kırıklıklarına ve şoklara rağmen böyle bir haber, analizlerimin tutuğunu gösteriyor. Kendime güvenim arttı.
Benim at hırsızları tabirini ancak yakıştırdığım pespaye bir çeteye, devletim beni yem mi edecekti, hiç mümkün müydü?
Birbirimizi sabırlı olmaya davet ettik. Allah’ın lütfüyle her şeyin çok güzel olacağını paylaştık. İyi olduğumu ancak hapishanenin oldukça soğuk olduğunu, sıcak tutacak kalın içlikler ve polar tarzı kalın eşofman türü giyisiler getirmelerini istedim.
Elhamdülillah dedim, demek ki bu kirli tezgâhı fark etmişler.
FETÖ’cü olduğuma dair en küçük şüpheleri olsa derhal görevden alırlardı. Takiyecilik yaparak her kılığa giren sinsi bir örgütle irtibatlı olmadığımı tereddütsüz düşünmeleri beni hem onurlandırdı hem de çıkışımın yakın olduğunu düşündürdü.
Moral Varsa İştah Var
Hücreme döndükten sonra tekrar tekrar Rabbime hamd ettim, şükrettim. Yüreğim güp güp kanat çırparak, donmuş kanımı adeta ateşleyip yeniden akıtmaya başladı. Duygularım coştu. Kurt gibi acıktım. Ama hâlâ karavana gelmemişti. Yemeğin gelmesine daha bir saat var. Gözüm yollarda kaldı.
Nihayet sulu köfte, yoğurt ve bolca makarnadan ibaret öğle yemeği geldi, iştahla yedim.
Artık mektup yazmayı bıraktım. Onun yerine günlük tutmak için aldığım deftere gözaltına alındığım 22 Aralık’tan buyana başımdan geçenleri yazmaya başladım.
Hücrenin kötü koşullarına hiç aldırmıyorum. Ne de olsa burada günlerim sayılı. Vücudumu sıcak ve moralimi de yüksek tutsam yeter diye düşünüyorum.
Acısız Bir Sabah
Süreç boyunca ilk defa salı sabahına acısız uyandım. Kahvaltımı yapıp kuşluk namazı kıldım. Avukatımın tutukluluğa itiraz dilekçesinin sonucunu beklemeye başladım.
Öğle yemeği olarak etli nohut, pirinç pilavı, ayran ve tulumba tatlısı geldi. Karavanaları üst üste olacak şekilde çaycı üzerine koyarak bir miktar ısınmasını sağladıktan sonra yine iştahla yedim.
Uşak Cezaevinin iyi yanı yemeklerinin nispeten lezzetli olmasıydı. En azından öğle öğününde iyi bir yemek çıkıyordu. Sonradan öğrendim, meğer adliye personeli, hâkim ve savcılar da aynı yemeği yiyorlarmış. O gün akşam yemeği olarak kapuska, bulgur pilavı ve bir portakal geldi.
Süreç boyunca hapishanede her gün düzenli olarak uyudum. Bu da Allah’a hamd olsun sağlık işaretiydi.
Salı günü de geçti diye şükrettim.
Kâbus Gecesi ve Sonrası
Floresanları gevşeterek dua ve niyazlar eşliğinde uykuya daldım. Gece birçok sıkıntılı rüya ile birlikte azı dişimi çıkardığımı gördüm. Rüyanın etkisiyle uyandım. Pek hayra alamet olmadığını hissettiğim rüyanın şerrinden Allah’a sığınarak dönüp tekrar uyudum.
11 Ocak Çarşamba günü akşama doğru avukatımın vermiş olduğu tahliye dilekçesinin reddedildiğine dair yazıyı bana imzalatarak verdiler. Tutuklanmamı sağlayan Sulh Ceza Hâkiminden sonra diğer Sulh Ceza Hâkimi de itirazımızın reddine karar vermişti.
Şimdi işler yeniden bir belirsizliğe girdi. Tahliyem bir başka zamana ertelenmiş oldu. Görünürde çetenin hesapları devam ediyor. Yine de Ankara’nın FETÖ’cü olmadığımdan emin olması benim için büyük bir teselli.
Allah’a aidiz dönüş yine onadır. Güç ve kuvvet ancak yüce ve azamet sahibi olan Allah’a mahsustur. Allah bize yeter, o ne güzel vekildir. O ne güzel Mevla o ne güzel yardımcıdır ayet ve dualarını okuyarak metanetimi korumaya çalışıyorum.
Çok şükür Çarşamba günü de gece olmuş yatma vakti gelmişti. Yine günün bitmesine hamd ettim.
Çocukluğumda yüksek ateşim çıktığında yaşadığıma benzer şekilde o gece çok sıkıntılı rüyalar gördüm. Birçok şeyle uğraşıyorum ama bir türlü başarılı olamıyorum. Saldırılara uğruyorum ancak yeterince kendimi savunamıyorum. Çaresizce kan ter içinde mücadeleye devam ediyorum. Su yüzeyine çıkmış çok sayıda ölü balıklar görüyorum.
Sürgüne Uyandım
Uyumaya devam ettiğim esnada demir gürültüsüyle irkilerek uyandım. Hücrenin kapısı sertçe ve sabırsızca dövülüyordu. Gecenin zifiri karanlığında bu ani gelişen bir şey olmalıydı. Aşağı indiğimde hapishanenin ton ton Başmüdürü:
– Eşyalarını hemen toplayıp en geç 15 dakika içinde aşağı in.
-Tahliye mi?
-Sen hemen eşyalarını al burada hazır ol.
Saate baktım imsak girmek üzereydi. Hemen eşyaları çöp torbalarına doldurdum. Arkasından ne olur ne olmaz diyerek sabah namazını kılıp aşağıya indiğimde Müdür:
-Başka bir cezaevine nakledecekler.
-Hangi cezaevine?
-Onu söyleyemeyiz.
-Gideceğim cezaevinin müdürüne telefon açıp beni FETÖ koğuşuna vermemelerini söyler misiniz?
-Bizim dediğimizi dikkate almazlar. Zaten cezaevleri çok kalabalık, boş yer de olmayabilir.
-Siz yine de söylerseniz çok memnun olurum.
Ellerimi kelepçeleyerek jandarmalar eşliğinde mahkûm nakil aracına götürdüler. Besmele çekip “Rabbim! (gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla. (Çıkacağım yerden de) beni doğruluk ve esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver.” (İsra-80) ayetini okuyarak araca bindim ve bir bilinmeze doğru yola çıktık.