Kahramanmaraş merkezli ve on bir ilimizi derinden etkileyen 6 Şubat 2023 depreminde vefat eden kardeşlerimize Yüce Rabbimizden rahmet, geride kalan canlarımıza da afiyet ve metanet diliyoruz…
Millet olarak sergilediğimiz sabır ve merhamet seferberliği, Kur’ân’da sözü edilen “Akabe” yani “Sarp Yokuş”u başarıyla geçmemize medar olur inşallah. Beled suresinin 12-17. ayetleri bu sınavı hatırlatır:
“Sarp yokuşun (akabe) ne olduğunu bilir misin? Bir boynu çözmek (köleyi veya esiri azat etmek)tir. Yahut bir açlık gününde yemek yedirmektir; ya bir akraba olan yetime veya toprağa bulanmış, hiçbir şeyi olmayan yoksula. Bir de iman edip birbirlerine sabrı ve merhameti tavsiye edenlerden olmaktır.”
Halkımız bu depremde göz yaşartıcı bir yardımlaşma ve dayanışma örneği sergiledi hamdolsun; samimi, yürekten ve kendiliğinden bir merhamet seferberliğiydi bu… Araçlarına yiyecek-giyecek adına ne buldularsa dolduran duyarlı insanlarımız depremzede kardeşlerinin imdadına koştular. Ardından sivil ve resmî kurumlarımızın organize yardımları yetişti. Özellikle arama-kurtarma ekiplerinin cansiperane fedakârlıkları her türlü takdirin üzerinde idi. Sonra dünyanın dört bir yanından yardımlar ve ekipler geldi. Bu durum, millet ve devlet olarak dünyanın neresinde bir felaket varsa, mazlum ve mağdur varsa imdadına yetişmemizin bir geri dönüşü veya insani bir kadirşinaslık refleksi olarak okunmalıdır. Türkiye’nin “dünyada en fazla sayıda mülteciye ev sahipliği yapan ülke olduğunu” hatırlatan Guterres’in, “Şimdi dünyanın Türkiye halkına destek olma zamanıdır.” demesi bu hakikatin itirafıdır.
Karanlık odakların ilk günden başlattıkları kara propagandalar, dezenformasyonlar, algı operasyonları necip milletimizin özellikle zor zamanlarda sergilediği bu erdemli duruşa gölge düşürmemeli, sayıları binde bir bile olmayan arsız, hırsız ve yolsuz taifesinin yaptıkları abartılarak zihinler bulandırılmamalıdır…
Merhum Akif Emre, 27.10.2011 tarihli yazısında şöyle demiş: “Deprem sarsıcıdır. Sadece ayağımızın altındaki zemini sarsmaz, o sarsıntı varoluş idrakimizi de sarsar… Sosyal yapıları, kurguları sarsar. (…) Siyasal projelerin insanlar arasına ördüğü duvarları sarsar, yıkar deprem… Bu anlamda depremin sarsıcı etkisi inşa edicidir. Fedakârlığı, yardımlaşmayı, kardeşliği yeniden hatırlatır, inşa eder…”
Doğru; deprem yardımlaşmayı, dayanışmayı, fedakarlığı, kardeşliği yeniden hatırlattı; halkımız arasına örülen duvarları yıkıp aşarak… Birkaç ilginç örnek:
Komünist Partili bir yardımsever Ülkücü bir yurtsever kardeşine çorba uzatıyor.
Enkaz altında ailece “İzmir marşı söylediklerini” belirten yurdum insanı, kendilerini “Allahu Ekber” nidalarıyla kurtaran İHH ekibine yürekten dua ediyor; “dünya dua ile ayakta duruyor” diye de ekliyor.
Bir diğeri, yardım ekipleri sahada olan cemaat ve tarikatları yakından tanımak istediğini söylüyor. Zira onlar canları kurtarırken kimseye dinini, mezhebini, meşrebini, ırkını, partisini, aidiyetini sormuyorlar…
İHH ekibinden biri anlatıyor: “Uzun kazı sonunda depremzedeye ulaştık. Sorduk: ‘Abi, çıkınca ilk ne yapmayı düşünüyorsun?’ Dedi ki: ‘Bi güzel kafayı çekmek istiyorum…’ Gülüp geçtik… Allah affetsin.”
Kahramanmaraş’tan Mehmet Bey yazıyor: “Depremin dördüncü günü… Bir tır dolusu yardım gelmiş… On beş kadar genç ve Suriyeli altı kardeşimizle kolileri indirip tasnif ettik… İhtiyacı olanlar yardımlarını alıp araçlarına yüklediler… Sıra geldi Suriyelilere… Çok yorulmuşlardı… ‘Buyurun, sizler de evlerinizin ihtiyaçlarını alın!’ dedim. ‘Bizim her şeyimiz var’ dediler; ne kadar ısrar ettimse almadılar. Yalvardım; ‘şu gıda paketini bari alın’ dedim. ‘Hayır’, dediler; ‘Onu da Maraşlı kardeşlerimize verin’… Ağladım… Hatırladıkça ağlıyorum…”
Akif Emre söz konusu yazısında şu tespiti de yapıyordu: “Deprem varoluşsal sarsıntıdır. İnsan “ben”in özüne ilişkin kâinat, yaratıcı, öte, sonsuzluk gibi temel tasavvurlarını yeniden gözden geçirir.”
Aynen öyle: Enkazdan çıkarılanlardan: “Bugün namazlarımı kılamadım!” diye üzülen anne; “Üç gündür oruçluyum, iftar yakın, dayanırım” diye verileni yiyip-içmeyerek ötelere uzanan nine; ilk isteği “başörtüsü” olan hanımefendi; altı yaşındaki oğlunu kaybedip, “sahibi emanetini almayı irade etmiş, ne denir?!” diye teslimiyet gösteren baba ontolojik duruşlarını depremle tahkim edenlerden birkaç örnek…
Gelin, asrın depremi vesilesiyle, biz de hep birlikte varoluşsal duruşumuzu yeniden onaralım:
“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” (Muhakkak biz Allah’a aitiz ve muhakkak biz O’na dönücüleriz).
Abdullah Yıldız