Bu iki kelimenin de aslı ‘cenne’ fiilidir. Bu da bir nesneyi duyulardan saklamak, gizlemek, aklını kaybetmek demektir. Bir şey onu, o nesneyi sakladı anlamına da gelir. Bir âyette bu anlamda geçiyor.
“(İbrahim) Üzerine gece karanlığı basınca (cenne), bir yıldız gördü. “İşte Rabbim!” dedi. Yıldız batınca da, “Ben öyle batanları sevmem” dedi.” (En’am 6/76)
Bu fiili kökünden gelen bazı kelimelere temas ettikten sonra ‘cinnet ve cennet’ üzerinde duracağız.
‘Cenan’; kalp-yürek demektir. Kalp, duyulardan saklı/gizli olduğu için böyle isimlendirildi.
‘Cünne’, sahibini koruyan kalkan, koruyucu demektir. “Onlar yeminlerini kalkan yapıp (insanları) Allah’ın dininden alıkoydular. Bunun için onlara alçaltıcı bir azap vardır.” (Mücâdele 58/16)
Hadislerde de bu manada geçiyor. Mesela; “Oruç bir kalkandır–es-savmu cünnetün.” (Buhârî, Savm/9. Tirmizî, Îmân/8)
‘Cenin (çoğulu: ecinne)’; henüz doğmamış bebek. Çünkü o henüz saklıdır, görünmesine engel vardır. (Necm 53/32)
‘Cinne’; beş duyudan gizli saklı, ya da örtülü olan ruhâni varlıklar. Bunlar; hayırlılar, melekler. Şerliler, şeytanlardır. Ortada olanlar; cinler. Bunlarda hayırlı veya şerli olanlar vardır. Cin Sûresi buna delâlet eder.
Cin’in çoğulu; cinnettir. Nâs Sûresinde geçiyor.
“Allah ile cinler arasında da nesep bağı kurdular…” (Saffat 37/158)
“Rabbinin, «Andolsun ki Vehennemi tümüyle insanlar ve cinlerle dolduracağım» sözü yerini buldu.” (Hûd 11/119. Secde 31/13)
‘Cinnet’; delilik demektir. (Türkçe sözlükte cinnet; cin tutma, çılgınlık, davranış uyumsuzluğu. Cinnet getirmek; çıldırmak. Bkz: Doğan. M. Türkçe Sözlük, s: 267)
Mekkeli müşrikler hz. Muhammed’i cinlerin çarptığına ya da câhiliyye şair ve kâhinler gibi cinlerin etkisinde kaldığını zannediyorlardı. Şöyle diyorlardı: “Bu, ancak cinnet getirmiş bir adamdır. Öyle ise bir müddet onu gözetleyiniz.” (Mü’minûn 23/25) Ama gerçek onların sandığı gibi değildi.
“(Ey Kureyş) Arkadaşınız Muhammed’de cinnetten eser yoktur. O, şiddetli bir azaptan önce sizin için ancak bir uyarıcıdır.” (Sebe’ 34/46. Bir benzeri: A’raf 7/184. Mü’minûn 23/70)
“Allah’a karşı yalan mı uydurdu, yoksa onda cinnet (delilik) mi var?” Hayır, öyle değil! Âhirete inanmayanlar azap ve derin sapıklık içindedirler.” (Sebe’ 34/8)
‘Cünûn’; nefisle akıl arasına giren bir engel. Söz ve fiillerin nâdir haller dışında normal cereyan etmesini engelleyen akıl bozukluğu. (el-Cürcânî, S. Şerif. Seyyid. et-Taʿrîfât, s: 83)
‘Mecnûn’ da; cinlenmiş, kendisine delilik isabet etmiş kişi anlamında. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 138) (Türkçe sözlükte mecnûn; çılgın, deli, delice âşık olan. Bkz: Doğan. M. Türkçe Sözlük, s: 267)
Kur’an, peygamberlerin ve özellikle Rasulüllah’ın (sav) Muhammed’in tevhid inancına yaptığı davetinden rahatsız olanların onlara yönelttikleri iftiralardan söz ederken 11 âyette mecnun kelimesini kullandı.
“Nerde onlarda öğüt almak? Kendilerine gerçeği açıklayan bir peygamber gelmişti ve ondan yüz çevirmişler, “Belletilmiş bir mecnun” demişlerdi.” (Duhan 44/13-14)
“Cinlere kapılmış (mecnûn) bir şairin sözüyle tanrılarımızı mı bırakacağız!” derler.” (Saffat 37/36)
İlâhi davete karşı çıkanlar, kendilerini hakka çağıran elçilere mecnûn suçlamasını yöneltiyorlardı. Kur’an’a göre insanı insan yapan ve onu ilâhî emir ve yasakların muhatabı kılan akıldır. Bunun için peygamberlerin özellikleri açıklanırken onların cünûn-cinnetten uzak olduklar önemle vurgulanır. (Dönmez, İ. K. TDV İslâm Ansiklopedisi, 8/125)
Cenne kökünden gelen ‘cennet’; sözlükte ağaçlarıyla yeri gizleyen, saklayan, ya da örten ağaçlıklı bahçe demektir. (el-Isfehani, R. el-Müfredat, s: 138)
“Andolsun, Sebe’ halkı için kendi yurtlarında bir ibret vardı: Biri sağda biri solda iki bahçe bulunuyordu. Onlara şöyle denilmişti: “Rabbinizin rızkından yiyin ve O’na şükredin…” (Sebe’ 34/15-16)
“Bahçene (bağına) girdiğinde: Mâşâallah! Kuvvet yalnız Allah’ındır, deseydin ya!” (Kehf 18/39)
Bu âyetlerde cennetin bilinen bahçe-bağlı anlamında kullanıldığı açık.
Kavram olarak Cennet; Âhiret hayatında müminlerin sonsuz mutluluk yurdunun özel adı. Onun “bu şekilde adlandırılmasının sebebi, genel görünümüyle dünya bahçelerine benzemesi veya eşsiz nimetlerini insan idrakinden gizlemiş olması şeklinde açıklanmıştır.” (Şahin, S. M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 7/374)
“İman edip sâlih ameller işleyenlere, kendileri için; içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele. Cennetlerin meyvelerinden kendilerine her rızık verilişinde, “Bu (tıpkı) daha önce (dünyada iken) bize verilen rızık!” diyecekler…” (Bakara 2/25)
Cennet, Kur’anda tekil ve çoğul olarak 147 defa geçiyor. Bunların 25 tanesi dünyadaki bilinen bahçe, 6 tanesi Âdem ile eşinin iskan edildiği yer anlamında. Çeşitli hadislerde de aynı anlamlarda geçiyor.
Aynı kökten gelen iki kavram; biri cinnet, diğeri cennet. Biri, akıl gibi bir kabiliyeti kullanmamayı, perdelenmesini, saklanması; diğeri ise İman edip hakkıyla kulluk yapanlara Âhirette, dünyadadakilere saklı sonsuz ödül yurdunu ifade ediyor.
Cinnet hâli, halk arasında yaygın delilikten öte, aklı kullanmama, dolaysıyla hak yolu bulamama, kulluk görevlerini ihmal, hata ve günahlara bilinçsizce dalmak, ve Âhiretteki mutluluğu kazanamama halidir.
Cinnet, kafayı yerinde kullanmama, bundan dolayı zarar etme…
Diğeri, bir muştu olarak insanlardan hak edenlere sunulacak iâhi bahçeler, bağlar ve hiç bir gözün görmediği, hiç bir kulağın işitmediği (Secde 32/17. Buhârî, B. Halk/8, Tefsîr (32)/1. Müslim, Cennet/2-5), dünyada aynısı olmayan sayısız nimetler, ödüller yeri; “dâru’s-Selam-esenlik yurdu”…
Birisi aklı kullanmanın mükâfatı; diğeri delilik, mecnûnluk, meczupluk, aklı perdeleme…
Birisi güzelliği, ilahi ödülü, sonsuz mutluluğu tercih; diğeri çılgınlığı, akılsızlığı, kârı zararı unutturan deliliği tercih ve Cenneti kaybetme bedbahtlığı…
Bu ikisinden birini hayatta iken tercih insanın kendi seçimine (iradesine) bağlıdır. Cinneti, cünûnluğu değil, aklı, ilâhi daveti ve hidâyeti tercih edenler bu dünya hayatını bile cennet gibi yapabilirler, sonsuz Cenneti burada kazanmaya çalışırlar.
Hüseyin K. Ece
Zaandam