Türkiye’de imam hatip liseleri ve ilahiyat fakülteleri maalesef çok ciddi bir karşı kampanyaya maruz kalıyor. Bu kampanya elbette propaganda yöntemleriyle bezenmiş olması hasebiyle ve küçültücü anlam taşıması yönüyle bir takım insanları cezbediyor. Bazı aykırı insanların da söylemleri bu kin ateşine odun mesabesinde oluyor. Mesele bir kimseyi aklayıp aklamama veya aşırı söylemleri temize çıkarıp savunma meselesi değildir. Mesele devletimizin ve milletimizin kurumu olan müesseseleri sahiplenme meselesidir.
Çok uzun zamandır ilahiyatçıları tecvidden sıkıştırmak, maddiyatından sorgulamak ve namaz vakitlerini hesap etmek halk içindeki bazı grupların adeti olmuş durumda. İnsanın kendini ifade etmeden baskı altında olduğunu hissetmesi çok yaralayıcı bir durum. Üstelik bu yapılanların temiz niyetleri taşımadığı aşikardır. Daha başka yönlerle de kurumsal anlamda ilahiyat ve imam hatip yıpratılmaktadır. Bu yazımızda hasbelkader bunu gündeme getirmek istedik.
İlahiyat Fakültelerine, medreseliler bir yandan, çağdaş olduğunu iddia edenler diğer yandan saldırıyor. Oysa bu ülkeyi kuranların kararıyla kurulan Diyanet’in çabaları ve Cumhuriyet’in kurucu hocaları ve emekleri gözden kaçırılıyor. İlahiyat Fakülteleri, Mısır’daki Ezher’in yaptığını ve söylediğini başka bir düzlemde gerçekleştirme gayesi gütmekteydi. Laik Cumhuriyet, esasen Mısır’dakilerin bile söyleyemediklerini söyleme arzusundaydı. Zira Batı’nın köklü üniversitelerindeki faaliyetlere cevap vermek için ilmi düzlemde onlarla yarışabilmek gerekiyordu. Çoğunluğu papaz olan kimseler İslam’ı bir takım araştırmalarla yıpratma arzusu gütse de vicdanlı araştırmacıların da ortaya koyduğu bazı gerçekler mevcuttu. Sonuçta İslam’ı belki biraz dışarıdan, modern anlayışla ve biraz başka yöntemlerle ele alma girişimi farklı anlaşıldı. Bir takım uçarı adamların da konuyu sulandırması, zamanla bu işten insanları soğuttuğu gibi kurumların değerini de azalttı. İlahiyat fakültelerini yabancı bir kurum olarak algılatma gayreti hakim kılındı veyahut siyasi propagandaların arka bahçesi olması için bir takım oyunlar tezgahlandı. Bugün dahi peygamber yolunun talipleri olan kimseler olarak bunlardan mustaribiz.
Spekülatif iddialara ramazanda burada değinmek istememekle beraber, Türk İlahiyat Geleneği’nin ötekileştirilmesine üzülüyoruz. Memleketimizde açıkçası söz söyleme hakkımızın bile yavaş yavaş elimizden alındığını görmekteyiz. Türkiye artık özgür düşünen insanların ülkesi olmadığı gibi bu kurumun çalışmalarına gölge düşürülmesi için solcu ve ateistlerin ve medreseli tarikatçıların ve selefilerin işbirliği etmesi midemizi bulandırıyor. Türkiye’de bu gruplar tıpkı Afganistan’da veya Danimarka’da olduğu gibi çoğaltılıyor. Bizler ise her geçen gün itibarsızlaştırılıyoruz ve ötekileştiriliyoruz. Oysa bizler de vatandaşız ve araştırmacıyız. Devletin ve milletin birer ferdi olarak ilmi çalışmalarda bulunmayı hayatımızın gayesi yapmışız, öyleyse bir takım zararlı kimseler yüzünden bizler zan altında bırakılmamalıyız. Bütün bunları önce devlet ve halk nezdinde değerlendirmeliyiz.
Öncelikle değerli dekanlardan Ali Köse, bir örgüt gitti diğeri geldi dediğinde ona tepki gösterdiler. Fakat bugün gelinen noktada tarikatların devasa bütçeye eriştikleri, bunun tehlikeli bir boyuta ulaştığı, ayrıca her üniversite kenarına yurtlarını yaparak veya devletin binalarını hibe yoluyla alarak kendilerine adam devşirmelerinin üzücü sonuçlara vesile olacağı gerçeğinin kabul edilmediğidir. Türkiye’de tarikatlar, örgütler ve benzeri yapılar kurumsallaşmakta, şirketleşmekte ve devletleşmektedir ve aynı zamanda dinleşmektedir de. Onlar kendilerini ehli sünnet olarak niteleyerek diğer insanları ehli sünnet dışı olarak devamlı lanse ederek hem kendilerini aklıyor hem başkalarına galip gelmeye çalışıyorlar. Oysa itikatlarında ve yöntemlerinde Kur’an’a ve sünnete aykırı onlarca şey vardır. Bütün bunlar yeni FETÖ’lerin doğduğunu bize göstermektedir. Gençler ve yoksul insanlar en şerefli mensubiyet olan müslümanlıktan daha öte bizzat tarikatlara mürid olma çaresizliğine düşüyor. Üniversite okuyan insanların ilmi anlayışla hayatına devam etmesi gerekirken, şeyhlerinden medet uman kimseler olarak yaşamaya çalıştığı görülüyor.
İlahiyat’ın temel esprisini Ali Bey, TV’de aktarmıştı. Psikolojik ve sosyolojik yaklaşımlar ve eleştirel düşünce ilahiyat müfredatının olmazsa olmazı iken ve sosyal bilimlerin genel yöntemi iken bizler bu kurumlardan çok daha uzakta iptidai yöntemlere yönelmeye zorlanıyoruz ve bunları sapkınlık olarak gören zümrelerin arzusunca eğitim vermeye ve almaya zorlanıyoruz. İlahiyat fakültesi mevlidhan yetiştirme yeri değildir. Şan dersi ve benzeri çabalar kültürümüz için kıymetlidir ancak din değildir. Sanat, ilimle karıştırılmaktadır. Müezzin ve hatip kardeşlerimiz üniversite imkanından yararlanmalıdır, üniversiteyi kendi arzularına göre değiştirme gayreti gütmemelidir. Bu insanlar esasen bizim toplumumuzun birer ferdidir ve gerçekte temiz niyetli kardeşlerimizdir, ancak aşırı söylemlere yönelmekte ve yanlışlara sapmaktalar. Bunların vebali de gerçek çözümler üretmek yerine yanlışlarını yüzlerine vurmayanlardadır.
Tam on profesörden ilahiyatların değiştirilmeye çalışıldığını şikayetlerle dinledim. Birisi burası Selefi Okulu’na döndü dedi, bir diğeri İmam Hatibe çevirdiler dedi bir diğeri Kur’an Kursu’na döndük, bir öteki ilahiyatlara sızıp müfredatı bozma girişimi var dedi. Bir diğeri sistematik kelam dersi kaldırılmak isteniyor dedi, bir diğeri mezhepler tarihi bozgunculuk olarak görülüyor dedi. Zaten sosyoloji ve psikoloji müfredattan kaldırıldı ve din sosyolojisi ve din psikolojisi isimleri ile temelimiz olmadan birer ders alır durumdayız. Dinler tarihi ve diğer branşlar da kaldırılma tehdidi ile karşı karşıya. Kaldırılma olmasa bile ünitelerde kırpılma durumu söz konusu. Üstelik Arapça okutulan eserler de yeterli değil, yani çocuklar mecburi olarak medreselere yönlendiriliyor, okulda ise bilenlerin kendini kanıtlaması sağlanıyor. Hocalar ise kendi meramlarını anlatamıyor, tepkiyle karşılaşmaktan korkuyor.
Müfredatta bir çok bozukluk var. Bunu hep birlikte aşabiliriz. Başkasını hor gören, dersleri Batı’dan gelen ilim diye küçümseyen bir zihniyet İslami değildir. Nebi (a.s.), Bedir’de müşrik esirlere okuma yazma karşılığında serbest kalmalarını teklif etmiştir ve Müslümanlara da ilim öğrenmelerini ve eşit lokmalarla ekmeklerini yemelerini söylemiştir. Ölçümüz bu ise üniversiteye ve derslere karşı bir tutum takınmak yersizdir. Bunu nitekim İbn Kayyım, İ’lamu’l Muvakkiin adlı eserinde ortaya koymuştur. Bu örneği kasıtlı olarak veriyorum ki herkes görsün diye. Bakınız çizgisi en radikal olan insanlar bile zamanında konuya nasıl bakmaktadır görebiliyoruz. Dileriz örnekler İslam İlim geleneğinden ve peygamberi tanıyan ve bilen alimlerden alınır. Aksi halde birilerinin dini kendi arzusunca çekiştirmesi söz konusudur ve bugünkü durumda bu iyice su yüzüne çıkmış bulunmaktadır.