Adı fayda veren şeye çaba göster! Allah’tan yardım dile ve aciz olma! (Müslim, Kader 34)
Bu veciz hadis-i şerifin bizi davet ettiği duruş ne kadar da hummalı bir koşu, sonucunda da ne denli kolaylıklar ve bahtiyar zamanlar taşır ömrümüze.
Hayatın bin bir meşakkati içerisinde dik durmak, acze düşmemek, güçlü kalmak için insan maddi ve manevi bir donanıma ihtiyaç duyar.
“Biz insanı (bütün mahlûkat içinde insanı) mükerrem/üstün yarattık…” buyruluyor. (İsrâ 70)
Bu ayetten anlaşılan o ki biz orijinalinde üstün varlıklarız. Esasında bunu kendimiz için söylerken dahi inanılmaz geliyor. O inanılmaza inanmak idraki oluştuğunda da ikinci önemli mesele bu mükemmelliğin mutlak değil şartlara bağlı olarak iniş çıkış yapan bir tabiatta bize ikram edildiğinin bilincinde olmak ve insanın hayatın içinde balans ayarlarına ihtiyaç duyduğunu unutmamak zorunda olmamız . En mühim sorun, o üstün ve seçkin varlığımızı maddi ve manevi farkındalık içerisinde tutmak ve o muhteşemliği muhafaza edecek rüşte ulaşmak konusunda çok titiz davranmaktır.
Hayat boyu yaşanan insani süreçle, insanı halden hale sokan kaçınılmaz kişisel menkıbeler yaşanır. Bu zorlu süreçte son derece karışık duygulara ve daha önce tecrübe edilmemiş bireysel zorluklara maruz kalan insana en çok lazım olan destek, ona rol model olacak, hangi şartta olursa olsun dost ruh kalmayı başaracak, maddi ve manevi ihtiyaçlarına karşı evrensel değerlerle örtüşecek, cihanşümul bir vizyon ile çözüme ilham kaynağı olacak bir rehberdir…
Bu vizyonu Adem as’ dan Hz. Muhammed as’a kadar bize öğretmenlik yapan nebi ve resullerden ve onlarla bize inzal edilen vahiy rehberliğinde elde ederiz fakat bu hiç de kolay bir imtihan değildir. Son dinin mensupları olarak nefsimiz, neslimiz, ehlimiz, milletimiz ile varlık savaşı verir iken yenik düşmemek için hayat boyu rabbimizin razı olacağı manevralar yaparız. Ne kadar da aciz ve ne kadar da zayıf varlıklar olduğumuzu o mücadele arenasında farkına acı çekerek varırız.
Peki ya bu acziyet bize emanet edilen kutsallarımız hususunda olursa…
Ecdadımızın tüm varlığı ile şehadeti dahi göze alarak savunmaya ve kaybetmemek için yüzyıllarca müdavimliğini yaptığı kutsal topraklar ve mabetler olursa…
Sen bakmaya kıyamazsın mabedine din, dil, ırk, mezhep ayırt etmez; huzur, barış, özgürlük iklimi taşımayı adarsın Rahman’a…
Zalim, Siyonist, katil çapulcular saldırır, öldürür, bakmaz mekanın kutsallığına, seccade üzerinde kıyamda, rükûda, secde de vurur yiğide; insanlığın namusu kadına, kıza, yaşlıya, çocuğa…
Hristiyan olup da İslam ile yıllar önce şeref bulan ünlü şarkıcı Yusuf İslam hayreti, şaşkınlığı ve insanlık adına utancı ne güzel ifade eder bu durum karşısında: “İlk namaz kıldığım cami Kudüs’teki Mescid-i Aksa idi. Kutsal Ramazan ayında, Pesah (Hamursuz) Bayramı günlerinde ibadet edenlere yapılan acımasız saldırıyı görünce içim parçalandı. Kalpleri yok mu?”
Evet,
Kalpleri yok mu?
Allah azze ve celle elbet de doğru söyledi.
“Biz insanı (bütün mahlûkat içinde insanı) mükerrem/üstün yarattık…” buyuruyor. (İsrâ, 70) iken bu insansı varlık Homo sapiens olarak adlandırılan biyolojik varlığın insanlık makamında en ilkel çağında mı yaşıyor yoksa? Yoksa insanlık kutsal bir misafirdir de kapısını açana mı tanrı misafiri olarak gelir ve Homo sapiens olan biyolojik varlığı mukaddes bir varlığa mı çevirir? Tam da burada aklıma kapı kulpu olmayan bir evin kapısının önünde resmedilen sefil düşmüş insanın tablosunu yapan ressama sorulan soru geldi. O müthiş ve fevkalade hikmetli cevabı gelin birlikte fehmedelim:
ANLAYANA…
Tabloyu inceleyen bir sanat eleştirmeni
ressama sordu:
“Güzel bir tablo doğrusu ama anlamını bir türlü kavrayamadım, bulamadım.
Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Merak ettim. Ona kapı kolu çizmeyi unutmuşsunuz da…” dedi.
Ressam gülümsedi.
“Adam sıradan bir kapıya vurmuyor ki…” dedi ve sonra da tablosunun anlamını açıkladı:
“Bu kapı, insanın kalbini simgeliyor ancak içeriden açılabildiği için dışarıda kol olması gerekmiyor.” O kapı size içeriden açılmamışsa GİREMEZSİNİZ!..
Adı fayda veren şeye çaba göster. Allah’tan yardım dile ve aciz olma. (Müslim, Kader 34)
Ne vakit farklı coğrafyalardaki mazlum halkların Türkiye ve halkımız için umudun nişanesi olarak gördüklerini dinlesem bir yandan hissiyatta bu milletin bir ferdi olarak özgüvenim tazelenir bir yandan da kendi düştüğümüz aciz halimize ettiğim sitem tazelenir.
Korkunun ve umudun Rabbine yüzünü dönmüş ve hidayet makamında lütfa kabul olunmuş bir millet olarak rövanşı muhteşem tamamlamak hedefimiz olmalı. Son akıbeti ilkinden hayırlı olan kullardan olmak ne kutlu bir son varıştır!
Hani “Başkalarının önünde güçlü ve kudretli kal, sonra git ve zayıflığını Allah’ın önünde tam olarak yaşa.” der Muhammed Ali.
Yıkılmaz bilek, yenilmez yürek, eğilmez boyun, bükülmez omurga sahibi etsin Mevlam bizi.
‘’Namahreme dokunan
Yahudi elini,
Namusa uzanan münafık dilini,
Mescide dayanan
Yahudi askerini
Ne zaman
Savacaksın? Ey Müslüman!
Nikabı kanlı bacı direnir,
Eller bilenir, diller bilenir,
Ey Yahudi! Hakkından elbet de gelinir.
Bekle elbet de bekliyoruz bizler de.
Vakit yakındır, bunu iyi bil!” (alıntı)
Bize gerekli olan, yalansız bir iyiliktir.
İncitmeyen bir güzellik, güler yüzlü bir doğruluktur.
Selam ve dua ile kalınız…
HATİCE ŞEBNEM DİKTÜRK
Allah kabul etsin inşaAllah çok sevgili ve kıymetli kardeşim. Rabbim uyanış, beraberinde de azim güç ve sonunda cümle müslümanın selametini nasip etsin…
Amin İnşeallah.
Rabbim Ayasofya gibi mescidi akşamın özgürlüğünüde tez zamanda görmemizi nasip eylesin