Dinin tarihsel ve gelişmeci yönüdür. Bu boyut bize öğretir ki dinî bir gerçek, aslî yönünü sadece tarih içindeyken ortaya çıkarabilir. Din, tıpkı vahiy gibi kendini tarihsel düzlemde ifşa ederse insanlar için gerçekliğe ulaşabilir. Din bu boyutuyla tarihidir, tarih ise dinidir. Dinin temel işleme alanlarından biri doğa ise diğeri tarihtir. Doğa dindar insana hem tanrının varlığına ait fiziksel kanıtlar sunar hem de onun doğal bir varlık olarak yaşamına yardımcı olacak güçlerle onu donatır. Doğal insan tıpkı hayvanlar ve bitkiler gibi acı çeken, şartlanmış ve sınırlı bir varlığa dönerken tutkusu ve hırsı vardır. Bu mizaçlarıyla donanmış insan aklı doğayı kullanabilen yaratığa dönüşür. Dinin tarihsel gelişime bağlı olarak gelecekte ortadan kalkacağı veya gelecekte zamanla daha da gelişeceği yerine dinin aktüel tarihsel değerine vurgu yapmalıyız. Dinin tüm fenomenleri Tanrı ve diğer metafizik varlıklar, en az bir kez bu dünyada görüngü/ tecelli etmişlerdir. Söz gelişi İsrail için tarih, halkın kurtuluş tarihidir, Hıristiyanlık için tarih İsa Mesih’in kurtuluş planıdır. İslam için tüm insanlık tarihi, “Tevhid tarihi” yani iman-küfür mücadelesi tarihidir.
Pratik boyut, dinden uzaklaşan küfrün tarihine karşı mücadeleci bir irfan boyutudur. İnsanlık tarihi, evrimsel açıdan yavaş yavaş mükemmele doğru gelişirken, kendini sürekli tekrara düşürür ve aynı şeyler ve aynı figürler daima aynı şeyleri tekrar eder durur. Varlık ve hiçlik hiç değişmez. Materyalizm, tarih ile özdeşleşir. Özgürlük insanlık için temel hak iken temel sorun haline dönüştürülür. Ancak unutulmamalıdır. Sonsuz özgürlük, hazların, heva hevesin ve maddi isteklerin bitmeyen köleliğidir. Küfrü esas aldığında tarih, sırf beşeri özgürlük bilincinin gelişiminden başka bir şey değildir. Özelikle Hint düşüncesi, bir kişinin ruhsal özgürlüğünü savunurken Batı bazı elit zümrelerin maddi özgürlüğünü esas aldı; halbuki biz insanlığın özgürlüğünün “Sonsuza köle olmaktan geçtiğini savunuyoruz”. Sonsuz Varlığa köle olan fanilere özgürlük bahşeder”. Tanrısız insan, aslında kendisinin tüm uyumsuz unsurlardan arındırarak ilahlaşma isteğine sahip bir kimseden başkası değildir. Küfür, en sonunda “bomboş bir hayat” sunarken, dinamik din, o kadar dolu, bariz ve belirgin bir yaşam sunar.
İman tarihine dönüşen İslam tarihi, bu boyutuyla tüm insanlık adına çıkmış “model tarihe” bürünür: Sürekli inkılaplar dizisine girişir ve devrimsel açıdan bir şeriat getirici resul veya bir minhaç sahibi nebi aracılığıyla ani, sert, değişim getiren mükemmel ve birden gelişmelere imza atar. Ana hedefi tüm olan sahtelikleri batıllıkları ortadan kaldırır. Tevhidi esas alan Metafizik, bu noktada politeizime hevesli olan fiziği salt tarih olarak algılar ve müdahale ederek tarihi dizayn eder. Metafiziğin tarihsel dili emir kipi, fiziğin dili ise aynı temalar içeren cümleler dizisidir. İslam Dini, insanlık tarihinin en ideal rüyasından başkası değildir. Dinin aynı inancı paylaşan dindarları birbirlerine bağlayan örneklerle bu dolu yatay (tarihsel) boyutu Kuran-ı Kerim, İslam kelimesiyle açıklar. Burada dinin beşer boyutu öne çıktığından dinin ismi de “İslam” olmuştur. İnsanlar arası ilişkilere, hayatın anlamların dünya görüşlerine ve işbirliklerine önem verdiğinden bu alanda dindarın ismi “Müslim” olarak daha belirgin olarak öne çıkar.
Pratik boyut aynı zamanda hayatı doğrudan yansıttığından antropolojik açıdan nesnel ve eleştireldir: Sosyolojik olduğundan fenomonolojiktir, objektiftir eleştireldir. İslam burada Müslüman bu alanda karşısındaki kardeşinden emin olan kimsedir. “Eleştirel değilsem dindar değilim veya akla dayalı olmasam dindar olamam” mantığı hakimdir. Mükafata dayalı, eleştirel, cezai ve düzeltmeye ihtiyaç duyulan alan olduğundan mukayeseli bir ortamda kendini hisseden dindar daha fazla insani faziletlerle donanmak için “çaba ve cehd” içine girer ve toplum tarafından daha az eleştirilmek ve daha etkin dindar olabilmek ister.
Bu boyut aynı zamanda dini fenomenler (dinde ortaya çıkan somut /soyut olgular veya unsurlar) alanıdır: Bu çehre, dindar cemaati kendiliğinden meydana getiren belli bir mahalli bölgede başlayıp yerel anlamlarla ifade edilen ancak git gide evrensel değere bürünen kurumsal fenomenler yani sosyalleştirici kategoriler alanıdır. Dinin görülen katmanları sürekli kendilerini yeniler ve çoğalır. Zekat, hac, ümmet, cami gibi fenomenler estetik ve pratik yön bahşeden fenomenlerdir. Dolayısıyla pratik boyut, daha fazla paylaşımcı bir alandır ve bencillikten ziyade diğerkamlık hedeflenir. Bundan dolayı rasyonel unsurlar öne çıkar; dindar akıl, metafizik ve fiziği uzlaştırmak için kullanılır. Bu boyutuyla din, ibadet maksadıyla yapılan ayinlerde tezahür eden, kendisini koruyan hatta kendisini sürekli yatay eksende genişleten ve şekillendiren bir olgudur. Pratik tecrübeler, genel olarak medyatik bir unsur olarak müziksel tonlar, kült (törensel ayinler ) litürji (Namaz gibi ibadete dayalı eylemler) kutsal sözler, ritimli dans ve törenlerdeki tavır ve hareketler, yüksek heyecan verici dualar, karmaşık seremonili kurbanlar, kehanet, özel ritüeller gibi fenomenleri içermektedir. Havasa ait öğretilerle bezenen din, bu boyutuyla daima Kutsalı mukaddes fenomenlerle özdeş görmekte ve Kutsalla mukaddes eşyalar yoluyla temas halinde olmak istemektedir. [din], İnanış ve davranış şekilleriyle insanlar arası ilişkileri düzenleyen ve insanların iyi işler yapmasını, barış ve huzur içinde bir arada yaşamasını sağlayan kuralcı fenomenler bütünüdür.
Pratik açıdan din, aynı zamanda sosyo-kültürel bir olgudur: Dinin kültürel boyutu, sosyal hatta seküler alemle yakın temas içindedir. Dinde kendini sürekli yenileyen ve değişen tarihsel olgularda kendini dışa vuran maneviyatın doğasını anlamak için gündelik olarak kültürü incelemek gerekir. Hatta dini kültürel açıdan rölatif ampirik bilgilerle anlamaya çalışmak gerekir. Her şeyden önce kültürel bir sistem olarak algılanan din, bu özelliğini sosyolojik ifadelerle yansıtır. Bir başka değişle politik, ekonomik ve etik öğelerle dolu etkili söylemlere dayanan din, çoğu kez ahlaka vurgu yapan sosyolojik boyutlarıyla ve sosyal bağlamlarla dünya görüşlerini ve sembolik değerleri medeni bir tarzda yerine getirir. Din, ahlaklı bir toplum meydana getirmeyi isteyen sosyal ilişkiler ve fonksiyonlar sistemi olarak tanımlanır. Cemaat, ruhban sınıfı, zümre ve tarikat dinlerdeki en ortak sosyolojik formlardır. Aynı zamanda din bu yönüyle medeniyetin en önemli yapıtaşını oluşturur. Bu boyut önemlidir zira eğer din dediğimiz şey sürekli tekerrür etmemek istiyorsa o zaman sosyal olmak zorundadır. Yine bir din yeniden kurulmayacaksa tekrarlanmak zorundadır. Tekrarlanmak istiyorsa ise sosyolojik katmanlarca kabullenmeyi ve benimsenmeyi gerektirir. Ötekine karşı hoşgörülü olmak pratik din için elzemdir. Akademik yeti ve olgunlukla insanlığın hizmetinde olan disiplinli dindar, kendisini özgür kılıcı roller üstlenen yegane güç olarak dini görür. Onun için din olgusu pratik açıdan cemiyet, kültür ve medeniyetler arası ilişkilerdeki rolünün yanı sıra devletle ilişkisinin mahiyeti konularında katkılar sağlar.
Dinler Tarihinde bazı gelenekler için dinin bu boyutu bizzat dinle özdeştir. Söz gelişi Rabbani Yahudi geleneği daha somut olarak bu boyuta vurgu yaptığından maddi ve cismani yönleri onaylayan taraflar daha fazla öne çıkar. Daha fazla dünyevileşme vardır. Bunun sonucu dünyayı benimseyip teyit eden, onaylayan veya oradan hareketi başlatan bir anlayış bulunur. Materyalisttir, madde, ruhun önüne geçmiştir. Güçlüden yanadır. Tevhid mücadelesi yerine gelenek içinde güçlü ile zayıfın kavgası sürekli devam edip durur. Tanrının Krallığı övülürken cennet, nimetler maddi dünya ile özdeşleştirilirler. Toplumdaki zayıflar sadece güçlünün güçlü olduğunu göstermek ve onları sindirmek için korunurlar. Bu boyutu vurgulayan dinler alabildiğine teşkilatlıdırlar. Hayatın tüm zenginlikleri gözünü doyurmadığı için aşırı sistematik çalışarak ve disiplinli bir şekilde hayatı sömürmeyi amaçlar. Kontrol edilmez isegüçlü kendinden daha üstün bir gücü çekemez ve altını kazımak için uğraşır. Özel anlamda Hıristiyanlık, İsa Mesih’in gelip kuracağı altın çağı bin yıllık göklerin krallığını kurması için beklerken Yahudiler ise İsa’nın dışında bir Yahudi mesihin gelip bu krallığı dünya krallığı ( siyon krallığını) kurmasını ve tüm insanların Yahudilerin kölesi olmasını beklerler. Halbuki Allah Kuran’da göklerin ve yerin krallığının Kendisine ait olduğunu tekrarlar ve onlara hem Mısır’da hem Babil’de asırlarca yıl köle olmanın ne demek olduğunu göstermişti. Bu bakımdan pratik boyut, ritüel, mitsel, doktrinsel, ahlaki, sosyal ve dinî tecrübe olmak üzere altı alt katmanla detaylı olarak izah edilebilmektedir.
Prof. Dr. Mustafa ALICI