islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4764
EURO
36,4423
ALTIN
2.951,48
BIST
9.375,01
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

Seçim Öncesi Hutbem ve Cami İçinde Sözlü Çatışma

Seçim Öncesi Hutbem  ve Cami İçinde Sözlü Çatışma
12 Temmuz 2023 14:00
A+
A-

Bilgi, bilinç ve yazarlığı gerektireceği için Cuma hutbelerinin cami

İmam-Hatipleri tarafından hazırlanması mümkün değil gibidir. Bu sebeple merkezi camiler için hatiplik kadrosunun yeniden ihdas edilmesi gerekir. Hatiplik kadroları konul (a) mıyorsa bu görev özel imtihanlarla belirlenecek yetkili kişilere ek ücretle ek görev olarak verilebilir. Hutbelere güncellik, zenginlik ve etkinlik böyle kazandırılabilir.

Hutbe Konularıma ve İçeriğine Hiç Müdahale Edilmedi

12 yıllık görev sürem boyunca hutbe konularının belirlenmesi ve içeriği hususunda bana hiç müdahale edilmedi. Bunda benim günceli takip ederek hutbe konularını seçişim ve iyi hazırlanarak sunuşumun rolü olsa gerek.

Ramazan ve Bayram Cemaatleri Ayrıcalıklıydı

Cemaatimiz, üniversiteli gençler başta olmak üzere halkımızın bütün katmanlarını içeriyordu. Vakit namazlarında sayıca az olan cemaatimiz Cuma günleri camimizi hemen hemen doldururdu. Ramazan cumaları ve bayramlar ise bir başka olurdu. Bunu bildiğim için daha iyi hazırlanırdım. Minbere çıkıp da büyük kitleyi görünce kendimden geçer gibi olur, bir an önce hutbeye başlamak üzere heyecanım doruklaşırdı. Hele hele namaz öncesi etkileyici bir olay olursa veya okunacak yakıcı bir iç ezanı gönül tellerime dokunursa dil konuşmak, gözler yaş akıtmak için yarışa girerdi. Hutbemi bütün varlığımı devreye sokarak sunardım. Hutbeme “el-Hamdü lillah” diyerek başlarken sanki başkası tarafından okunuyormuş gibi kendim de dinlemeye koyulurdum.

1973 Seçimleri Ramazan’daydı

Yıllar birbirini kovalarken 1973 seçimleri gelip çattı. Hem de ne çatma. Seçimlerin hemen öncesi Ramazan’nın son Cumasına denk gelmişti. Seçime AP yanısıra MSP de katılıyordu.

Benim siyasi bilincim gelişmişti ve derdim de yalnızca İslâm’dı.

Bu sebeple hutbelerimde İslâm’ı bir hayat düzeni olarak sunmaya çalışıyordum. Çalışmalarımızın siyasi rantını da olması gerektiği üzere MSP devşiriyordu. Bu arada İfade etmiş olayım; Halkı bilinçlendiren büyük ölçüde bizlerdik ama siyasilerimiz bunu gereğince takdir edemediler. Bu durum dün de böyleydi, bugün de böyle.

Seçim Öncesi Cumasına İyi Hazırlandım

Seçim arefesindeki Ramazan cumasına iyi hazırlandım. Hutbelerim içinde ilk sıralarda yer alacak düzeyde olan bu hutbemden daha seviyelisini bugün bile yazabileceğimi sanmıyorum. Hutbemim başlığı ‘Muhtaç Olduğumuz Nizam İslâmdır’ şeklindeydi. Bilgi ve geleceğe özlem yüklüydü.

Bir hutbe hazırlanırken heyecan duyulur yüreğiniz ve gözleriniz dolarsa o hutbe rahmet yağmurları eşliğinde gönül toprağına ekilen tohum gibi olur. Mutlaka yeşerir ve meyvelerini verir.

Ramazan Cuması…Cami muhteşem, cemaat renkli ve cami dışına taşacak kadar da ihtişamlı.

Büyük bir şevkle hutbemi sunmaya başladım. Hutbelerimin Türkçe kısmı, yaklaşık 25 dakika sürerdi. Tam bir vecd halindeydim.

Hutbe Sırasında “Yeter Hocam” Denilmesi

Hutbemin sonlarına doğru, bitişe birkaç paragraf kalmışken caminin orta kısmından “Yeter hocam” şeklinde bir veya birkaç kişinin seslerini duyar gibi oldum. Böylesi bir çıkış alışılmış değildi, üstelik tehlikeliydi de. Nitekim tehlike de belirmeye başlamıştı. Çünkü ön kısımlarda oturan ve son derece duyarlı bir kitle olan üniversiteli gençlerimiz ayağa kalkmış müdahaleye karşı tavır koymuşlardı. Onların ne dediklerini tam olarak algılayamamıştım, ama iş büyümek, çatışmaya dönüşmek üzereydi. Rabbimim yardımıyla Minber’den anında devreye girdim ve özetle şöyle dedim

– Şu anda İmam Hatip olarak yetkili konumdayım. Hutbemi de bitirmek üzereyim, çelişmeye ve çatışmaya gerek yok. Cumanıza halel getirmeyin. Sükünetinizi rica ediyorum.

Ve hutbeme yeniden başlayıp geciktirmeden bitirdim.

Böyle bir durumla ilk defa karşılaşmıştım. Yaklaşık on bin kişilik bir cemaat içinde yapılan bu sözlü eylem, tahrik edici cahilce bir davranıştı. Önleyemeyeceğimiz şekilde gelişebilir, çatışmaya da dönüşebilirdi. Rabbim bizi korudu.

‘Yeter Hocam’ Denilmesinin Sebebi

Korudu da ‘Yeter Hocam’ denilerek müdahele edilmesinin sebebi neydi?

Namazdan sonra durumu araştırdım. Meğer Süleyman Demirel’in başkanı olduğu AP’ li büyük bir grup Taksim mitingine katılmak üzere yola çıkmışlar, bu arada Süleyman için Süleymaniye Camiine gövde gösterisi için gelmişlerdi. Onlara göre hutbe uzayınca da mitinge geç kalma endişesine kapılmışlardı.

Bazı büyük toplumsal olaylar basit gibi görülebilir sebeplerden kıvılcım kapmıştır. Alınan risk değer miydi? 12 Eylül’ün hemen öncesinde yaşadığımız bazı olaylar dışında bu gibi bir olay yaşamadım.

Anadolu konferanslarımız da sabote edilebilirdi ama, Emniyet güçlerinin bilgisi altında konuşmaktan başka da yapılabilecek bir şey yoktu. Sabote edilme korkusu bir tarafa bir de ünlü ceza maddesi 163’den yani laikliği ihlalden yargılanma tehlikesi vardı. 163. maddeden birkaç defa yargılanınca, ödün vermeksizin yaptığımız konuşmalarımızın sonunda, -yargılanmamız halinde- savunmamıza temel olacak noktalara yer verir olmuştuk.

Böylece bir hatıramızın sonuna daha gelmiş olduk. Geldik de okuduğumuz ‘Muhtaç Olduğumuz Nizam İslâm’dır’ başlıklı hutbemizin içeriği nasıldı diye sual edilebilir. Biz de marifet iltifata tabidir deyip okunması ricasıyla linkini verelim:

http://www.alirizademircan.net/muhtac-oldugumuz-nizam-islamdir-3-168h.html

GÖREV ARKADAŞLARIM  İMAMLAR-MÜEZZİNLER

İMAMLAR

Süleymaniye Camii hatipliğine tayin edildiğimde baş imam Nurettin efendiydi. İkinci imam da Saim Özel’di.

Nurettin Efendi

Nurettin Efendi yaşlıydı. Onunla fazlaca bir görüşmemiz olmadı. Hatipliğimin ikinci yılı sonlarına doğru hatiplik kadroları kaldırılırken hocamız vefat etmişti. Beni onun yerine İmam hatip tayin ettiler. Hatiplik de bana bırakıldı. Hocamızın bende kalan tek hatırasına bir başka bölümde değineceğim.

Saim Özel

Saim Efendi hafızdı. Okuyuşu bana göre pek tatlı değildi ama üstattı. Uzun boylu olup köseydi. Bu yüzden köse lakaplıydı. Bir hutbe yazabilecek, gerektiğinde kürsüye çıkıp konuşabilecek donanımı yoktu. 12 yıl boyunca vaaz için kürsüye çıktığını veya çıkmak istediğini görmedim.

İyi sayılabilecek orta derecede bir hattattı. Süleymaniye Minberinden İslâm Nizamı’nın birinci cildinin hatlarını ona yazdırmıştım.

Hatip olarak tayin edildiğim için yalnızca Cuma ve Bayram namazlarına gelirdim. Saim Efendi ile ve de müezzinlerimizle pek bir görüşmemiz olmazdı. Yaşça büyüğüm olduğu için Saim Efendiye saygıda kusur etmezdim.

Daima Hürmet Ettim

Hatiplikten sonraki İmam –Hatipliğim dönemimde hutbelerin okunması görevi müftülükçe bana verildi. Çünkü İstanbul ve de bağlı olduğumuz Eminönü Müftülükleri aynı binada ve yanıbaşımızdaydı, yaptığımız çalışmalar ve giderek artan cemaatimiz görülüyordu. Üniversiteli gençlerimizin varlığı ve ilgisi de izleniyordu. Hutbelerimiz ilmiydi. Çalışmalarımız ve heyecanımız biliniyordu. Üstelik ben hatiplik imtihanını kazanarak göreve gelmiştim. Daha açık bir anlatımla hatiplik bana verilmemişti. Ben emeğimle almıştım. Müftülük de vefa göstererek yapılması gereni yapmıştı.

Allah rahmet eylesin Saim Efendi hocamız hatipliğin bana verilmesini kabullenemedi. Ondaki zaman zaman ve anlık olarak dışa vuran bir tür kırgınlık halini görebiliyordum. Bunun için de elimden gelen saygıyı artırıyordum. Cemaatimize yansıyan görülür bir ihtilafımız olmadı ise de arzulanan muhabbet de sağlanamadı.

Hocamızın bende iz bırakacak şekilde aleyhimde konuştuğunu duymadım. Saygımın semerisi de bu olsa gerek. Hocamız Taraklı’lıydı, orada defnedildi. Çocuğu olmadığı için varisi de yoktu. Taraklı Merkezindeki evini Diyanet Vakfı’na bağışladığını kaplıca için Taraklı’ya gittiğimde öğrendim.

Hakkım varsa helâl olsun. Allah onu Cenneti ile mükafatlandırsın.

İç Muhasebesi

Hocamız âhirete göçtü. Ben de 74 yaşındayım. Benim Süleymaniye camiinden alınışımdan bu yana da 38 yıl geçti. Eskiye dönme imkânımız olsaydı, hocamızla Cuma ve Bayram hutbelerini paylaşır mıydım? Hayır paylaşmazdım. Çünkü Rabbim şahidimdir ki ben nefsim için bir tercih yap mamıştım. İnsan dâvasını daha iyi temsil edeceklere karşı fedakârlık içinde olmalıdır. Îsar / başkalarını nefsine tercih ahlâkı, burada da geçerli olmayacaksa nerede olacaktır?

MÜEZZİNLER

Fevzi Kaya ve sesi güzel olan a’ma hafız Mustafa Başkan müezzinlerimizdendi. Ben sağ olan bu kardeşlerimi değil de nöbetimde beraber olduğumuz, şimdilerde üçü de rahmetli olan arkadaşlarımızı yad edeceğim.

Hasan Yetim

Hasam Yetim bilgisi de, okuyuşu da, sesi de yetersiz olan bir arkadaşımızdı. Ama camiye/göreve bağlıydı. Camiimizin dahil olduğu Süleymaniye Külliyesi içinde barınıyordu. Cami ona emanetti. İmamlar olarak bizler ve diğer müezzin arkadaşlarımız değişik semtlerde oturuyorduk. Çünkü meşrutalarımız / görevli evlerimiz yoktu. Mekânı cennet olsun.

Abdullah Kahraman

Siirtli olup iyi huylu, sessiz bir kardeşimizdi. Hafızdı. Cilt atölyesi vardı ama görevine bağlıydı. Arap ağzıyla güzel Kur’ân ve Ezan Okurdu. Özellikle Ramazan’da ona ihtiyacım olurdu. Teravihten önce ayakta 15 dakika kadar vaaz ederdim. Hafızlığım kuvvetliydi ama Kur’ân okuyuşum vasattı. Bir gece Kaf suresini okuyarak teravih kıldırabilmiştim. Ne var ki teravih kıldırmada zorlanıyordum. Süleymaniye gibi bir mabette vaaz da teravih de vasatın üstünde olmalıydı. Ben işin başında hatipliğe talip olmuştum. İmam hatiplik benim tercihim dışında gerçekleşmişti.

Okuyuşu ve sesi güzel olan müezzinler imamların kendilerini mihraba geçirmesini isterler, hele Süleymaniye gibi bir mabette. Ne var ki ihtiyacınız olduğunda bizim Abdullah Efendi gibi naza çekerler. İnsanoğlu böyledir. Rabbim kendisinden razı olsun.

Niyazi İleri

Niyazi Efendi baş müezzinimizdi. Ticarî işleri de vardı. Sakin bir adamdı. Okuyuşu, sesi ve bilgisi olması gerekenin altındaydı.

Süleymaniye’de ilk bayram namazını kıldırdığımda, bizim Niyazi Efendi cemaati dokuz tekbirle bayram namazına kaldırdı. Farkına vardım da yanlış duymuş olabilirim diyerek üzerine varmadım. Bir sonraki bayram nama zında da dokuz tekbir ile bayram namazına demez mi?

Bir ara çağırdım mı yaşı büyük olduğu için yanına mı gittim hatırlamıyorum. Kendisine makul bir dille sordum:

Niyazi Efendi, birinci ve ikinci rekatta üçer tekbir alıyoruz. Toplamı altı eder. Diğer tekbirleri sayarsak dokuzu da aşar. Böyle iken dokuz tekbiri nerden çıkarıyorsun?

Niyazi Efendinin Kör Taklitçiliği

Bu durumda kişinin durup düşünerek doğru söylüyorsunuz demesi gerekmez miydi? Ama hayır, Niyazi Efendinin cevabı, tam bir kör taklitçilikle şöylece olmuştu.

Biz baş müezzinimiz Şevket Efendiden böyle öğrendik. Siz ondan daha iyi mi biliyorsunuz?

Biz böylesi cevapları alim olarak bilinen insanlardan da alacaktık. Kur’ân ve Sünnet çerçevesinde meseleyi açıklarsınız, dinlemezler, söylediklerinizden hareketle açıklama da istemezler. Kör bir taklitçilikle ya ‘geçmişte bu görüşü paylaşanlar oldu mu’ derler ya da ‘falan kitaptaki filancanın görüşüne ne diyeceksiniz’ deyiverirler. Kur’ân ve Sünnet bilinmez, düşünce de üretilmezse olacağı da Niyazi Efendinin konumuna düşmektir.

Kör Taklitçilik İlim Adamlarımızda da Var

Tarihe not düşürmek için burada söylediklerimizi bir misalle açıklamak isterim:

“Kur’ân ve Sünnet Işığında Cariyeler ve Sömürülen Cinsellikleri” isimli eserimin 300 sayfalık ikinci baskısını yapmıştım. Konya’dan Abdullah Büyük kardeşimizle bilvesile yaptığımız görüşme sırasında ona şöyle dedim:

Konya’ya gelmeden önce size 15 tane kitap göndereyim, seçtiğiniz ilim ve fikir adamlarımıza okutun. Ben geldiğimde eleştirilerinizi dinler gerekli açıklamaları yaparım . Bereketli bir ilmî müzakere olur.

Gittim, Abdullah Büyük ve Prof. Dr. İbrahim Sarmış başta olmak üzere 15-20 kadar arkadaş vardı. Konuyu özetleyen bir giriş konuşması yaptıktan sonra soru bekledim. Kitap okunmamıştı. Eleştiri de yapılamadı. Ciddi ciddi soru da yöneltilemedi. Bu sırada Prof. Dr. ünvanlı öğretim üyesi bir kardeşimiz geldi ve daha oturmadan “Ma meleket eyman” hakkında ne diyeceksin, dedi.

Ben de ona, “Hazirûnun huzurunda, 15 dakikada sorunun cevabıyla birlikte cariyeler konusunu Kur’ân ve Sünnet Işığında anlatacak ve seni ilmen ikna edeceğim, sen de kabul edecek misin?” deyip sordum. Evet deyince de açıklamalarımı yaptım. Bir tek itiraz yapamadı. Yapamadı ama şöyle demekten de geri durmadı:

-Falan tarih/fıkıh kitabında olan filanın şu görüşüne ne diyeceksin?

Kitabımız İbrahim Sarmış’a verilmemişti kaydını koyayım ve bu bölümümüzü de kapatayım.

Hata etmek kulların özelliğidir. Rabbim beni ve bu ve diğer bölümlerde ismi geçen kardeşlerimizi bağışlasın.

DEVAM EDECEK

Bir daha ki bölümde  “Hutbemi unutarak minbere çıkmam”

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.