Bir sohbet esnasında belediyede görevli üst düzey bir bürokrat bana “ Hocam ben okumuyorum” demişti. Ben de ona “ Niye okumuyorsun? “diye sormuştum. O da bana “Okursam bilgim artacak, bilgim artınca da sorumlu olacağım, sorumlu olmamam için okumuyorum. Böylece daha az sorumlu olacağım, dolayısıyla da ahirette hesabım daha az olacak!” demişti. O kişi, sanıyorum ahirette niçin okumadığından ve bilgi sahibi olmadığından hesaba çekileceğini bilmiyordu. Okusaydı, bilecekti, bilseydi böyle bir anlayışa da sahip olmayacaktı. O an, merhum hocam Prof. Dr. Bekir Topaloğlu’nun anlattığı şu anekdotu hatırladım ve onun ne kadar haklı olduğunu bir kere daha anladım:,
“Hocalardan biri, talebelerine, “Sizden birine Azrail gelse ve ‘Bir aylık ömrün kaldı, ona göre hareket et!’ dese bu bir ay içinde ne yapardınız?” diye sormuş. Talebelerinden kimi namaz kılardım, kimi oruç tutardım, kimi Kur’ân okurdum, kimi iyilik yapardım, diye cevap vermiş. Kısaca herkes ibadet yapacağını açıklamış. Hoca onlara, “Cevaplarınız yanlış!” demiş. Talebeler hayret içinde hocaya sormuşlar, “Namaz kılmak, oruç tutmak, Kur’ân okumak ve iyilik yapmak neden yanlış olsun, hocam!” demişler. Hoca da onlara, “Bunların her biri, Müslüman’ın hayatı boyunca her an, her gün ve her yıl yapması gereken ibadetler. Bunlar, bir Müslüman’ın devamlı yapması gereken ibadetler, bunları Müslüman zâten aksatmadan yapacak. Bunların dışında yapmanız gereken ne? Siz bana onu söyleyin. Bu söylediklerinizi ancak namaz kılmayan, oruç tutmayan, Kur’ân okumayan ve iyilik yapmayan kişiler düşünebilir. Siz ibadetlerinizi zaten devamlı yapıyorsunuz, bunların dışında farklı ne yapardınız?” diye ikinci kez sormuş. Bu soruya kimse cevap verememiş.
Bunu üzerine talebeleri hocaya, “Hocam siz ne yapardınız?” demişler. Hoca da “Ben mi? Ben ilim tahsil ederdim.” demiş. Talebeler bu cevaba şaşırmışlar ve sebebini sormuşlar. Hoca da, “Bakın evlâtlarım! Allah Teâlâ, Peygamberimizden ‘Rabbi zidnî ilmen/Rabbim ilmimi artır.’ (Tâhâ, 20/114) diye dua etmesini istemiştir. Allah Teâlâ, ondan başka bir şey değil, sadece ilim talep etmesini isteyerek Peygamberimizin muhtaç olduğu şeyin ilim olduğunu açıklamıştır. Hz. Muhammed, bir peygamber olduğu hâlde ilme muhtaç ise ve ondan da bunu Allah’tan talep etmesi isteniyorsa, Allah’ın kulları buna peygamberinden daha çok muhtaç değil mi? Bu nedenle ömrümün kalan kısmını ilim tahsil etmekle geçirirdim.” diye cevap vermiş.”[1]
Bu anekdot, bize bilginin önemini anlatıyor. Bunun için de sürekli okumamız ve bilgi sahibi olmamız gerektiği mesajını veriyor. Zira insan, bildiğinin alimi, bilmediğinin de cahili oluyor. Bu nedenledir ki Allah Teâlâ’nın, Hz. Nuh’a inanmayan oğlunu aileden saydığı için cahillerden olmamasını tavsiye ettiğini;[2] Hz. Muhammed’i ise “ Cahillerden yüz çevir”[3] ve “Sakın cahillerden olma” [4] diye uyardığını ve Hz. Musa’nın da “Cahillerden biri olmaktan Allah’a sığınırım”[5] ediğini öğreniyoruz. Atalarımız ise “Cahile laf anlatmak, deveye hendek atlatmaktan zordur” der. Deve, hendekten atlamayı nasıl sevmez ise, cahil de öğrenmekten, bilgi sahibi olmaktan hoşlanmaz .
İmâm Ebû Yûsuf’a adamın biri gelir ve bir soru sorar. O da “Bilmiyorum” der. Adam “Hem beytülmâlden bu kadar maaş alıyorsun hem de bilmiyorum diyorsun!” deyince “Ben bildiklerim için maaş alıyorum, bilmediklerim için maaş alsam devletin hazinesi buna yetmezdi!” der. Bu cevaptan da anlıyoruz ki alim, neyi bildiğini ve neyi de bilmediğini bilen kişidir. Nitekim bilgi konusunda insanların dört guruba ayrıldığı biliniyor: “ Bilen fakat bildiğini bilmeyen. Bu gâfildir, onu uyandırın. Bilmeyen fakat bilmediğini bilen. Bu câhildir, ona öğretin. Bilmeyen fakat bilmediğini de bilmeyen. Bu (mürekkeb) câhildir, ondan uzak durun. Bilen, bildiğini de bilen. Bu âkildir, ona uyun” tanımı, bunu ifade ediyor.
Bilindiği gibi cahillik, zihinde bir bilginin olmaması; bir şey hakkında oluşan kanaatin, gerçekte olmaması veya- doğru ve yanlış- yapılması gereken bir şeyi yapmamak anlamlarına geliyor. [6] Bu nedenledir ki Kur’an’da cahillik, ilahi hükümleri bırakıp nefsani arzularına göre yaşama zihniyeti,[7] sadece kendi menfaatini düşünme ve neme lazım anlayışı[8], fuhşa kapı aralayan müstehcen davranış, [9] körü körüne yaşatılan hamiyet duygusu [10] olarak açıklanmaktadır. Dolayısıyla Kur’an; puta tapmayı, [11] ilahi emirlere karşı gelmeyi, [12] Allah’ın hükümleriyle alay etmeyi,[13] şehevi arzulara meyletmeyi cehaletin türleri ve tezahürleri olarak görüyor [14] ve “bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığını”[15] açıca ilan ediyor. Dolayısıyla biz de bu ilandan iman, ahlak, ibadet ve hukuk kurallarını bilen bir Müslüman ile bilmeyen bir Müslümanın, bir diğer ifade ile kulluk, insanlık ve halifelik bilgilerine sahip olan Müslümanla, bunlara sahip olmayan Müslümanın bir olmadığını anlıyoruz. Aynı şekilde bilimsel teorilere, yöntem bilgilerine ve hayat felsefesine sahip olan bir insanla, bu konularda bilgisi bulunmayan insanın da bir olmadığını biliyoruz. Her gün yaşadığımız onlarca olay ve öğrendiğimiz her bilgi, bu gerçeği bize öğretir ve bizim gözlerimizin önüne seriyor. Mesela “Öklit geometrisi” ni bilen bir kişinin, o bilginin alimi olduğunu, ama “hiperbolik geometri” yi öğrenmemiş ise bu bilginin de cahili olduğunu anlıyoruz. Bilginin önemini ve değerini daha iyi anlatabilmem için bu örneği açıklamak istiyorum:
Geometrideki “iki nokta arasındaki en kısa mesafe bir doğrudur” tanımı, bir aksiyomdur, ön kabuldür. Buna bağlı olarak iki doğru kesişince açı, üç doğru kesişince üçgen oluşmaktadır. Üçgenin de iç açıları toplamı 180 derecedir. Ve bu da ispatlanmıştır. Ancak bu ispat, ilk varsayıma göre doğrudur. 2300 yıllık bu bilgi, Euclides tarafından elde edilmiş ve yakın zamanlara kadar da mutlak doğru kabul edilen bilgiler arasında sayılmıştır. Oysa bundan yaklaşık 170 yıl kadar önce bir Rus bilgini Nikolay Ivanovich Labachevsky (1793-1856) “hiperbolik geometri “yi kurmuş, “iki nokta arasındaki en kısa mesafe bir eğridir” görüşünü ortaya atmış ve bu görüşünü çağdaş bilgilerle de desteklemiştir. Ona göre evrende doğru diye bir şey yoktur. Işık dahi bir eğri şeklinde gitmektedir. Bu nedenle üçgenin iç açıları toplamı da 180 derece değil, eğikliğin içe veya dışa yönelik oluşuna göre üçgenin iç açılarının toplamı ya 180 dereceden küçük, ya da 180 dereceden büyüktür.[16] Öklit’in bu teorisini, yeryüzünün düz olduğu görüşüne, Nikolay Ivanovich Labachevsky’in ise yuvarlak olduğu anlayışına dayandırdığı anlaşılıyor. Dolayısıyla ana bilgiler değiştikçe ona dayalı teoriler de değişiyor. Bilimde gelişeme de böyle oluyor.
Bu nedenle her insanın mesleğinin gereği bilmesi gereken bilgiler vardır ve onun için bu bilgiler büyük önem arz eder, dolayısıyla bu insandan meslek harici bilgilerin de meslekî bilgiler gibi olması beklenemez. Bununla birlikte her insanın hayatını idame ettirecek kadar sağlık bilgilerini bilmesi, her Müslümanın da görevlerini yapacak kadar dinî bilgilere sahip olması icap eder. Zira biri onun sağlığı korur, diğeri de ona dengeli yaşamayı, huzuru, dünya ve ahiret mutluluğunu kazandırır. Bu nedenle din ve sağlık konuları başta olmak üzere sosyal ilişkilerdeki bilgisizlikler veya bilgi eksiklikleri, insanları daha çok etkiler. Zira bilgisizlik veya bilgi eksiklikleri, onların davranışlarına yansır ve onları bilinçsiz eylemlere sürükler. Mesela İslâm’ın özünden ve ruhundan bîhaber bazı kişilerin cenaze namazlarında alkış tutmaları, mezarlıklarda Kur’an haricindeki bir kitaptan parçalar okumaları; mezar üzerine içki dökmeleri veya türkü söylemeleri, bu bilgisizliğin ve bilinçsizliğin birer tezahürüdür ve din açısından doğru olmayan sorunlu davranışlardır. Nitekim Yavuz Donat, bir yazısında bu konuya şöyle temas etmektedir:
“Karşıyaka Mezarlığı’nda öyle hikâyeler dinledik ki? Güler misiniz, ağlar mısınız? Şaşırdık kaldık. Mezarlık… 7/24 kontrol altında… Her yerde kamera. Bir gün… Sabaha karşı… Makyajlı, mini etekli bir kadın… Elinde bir küçük şişe içki… Bir mezarın önünde ağlamaya başlamış… Ve mezarın üzerine içkiyi dökmeye: Sevgilim… Sana doyamadım… Özlemişsindir… Sana rakı getirdim. Görevliler koşup gelmişler. Bakmışlar ki… Kadın zilzurna sarhoş… Bir pavyonda konsomatris… İş çıkışı, sevgilisinin mezarına gelmiş.
Mezarlıktaki görevliler bir gün saz sesi duymuşlar. Bir mezarın başında saz çalınıyor. Ardından yanık bir türkü başlamış:
“Bu ne talih, bu ne keder,
Azrail canımı ister,
Hep sabrettim bir gün biter,
Çilem mezarda mı biter”
Görevliler koşup gelmişler: Hemşerim ne yapıyorsun? Mezarlıkta saz çalınır mı? Türkü söylenir mi? Affedin, kusuruma bakmayın… Rahmetli, sazı, sözü, türküyü çok severdi. Dinlesin, ruhu şâd olsun istedim.”[17]
Ömer Hayyam, şu dörtlüğünü her halde bu tür davranışlar için söylemiş olmalıdır:
“Bir elde kadeh, bir elde Kur’an;
Bir helaldir işimiz, bir haram.
Şu yarım yamalak dünyada
Ne tam kafiriz, ne tam Müslüman!”
Çiçero ise Roma’nın neden yıkıldığını soran birine şu cevabı verir: “Çok güzel konuştular, fakat bilgisizdiler.” Kur’an ise son noktayı koyuyor: “ Bilmediğin şeyin ardına düşme. Çünkü göz, kulak ve kalp (akıl) bundan sorguya çekilecektir”[18]
Prof. Dr. Celal Kırca
[1] Celal Kırca Bir Neslin Mazideki İzleri Portreler, İstanbul 2021,s.78-79.
[2] Hud,11/46.
[3] A’raf,7/199.
[4] Enam6/35.
[5] Bakara,2/67.
[6] Ragıb İsfehanî, Müfredat chl maddesi.
[7] Mâide, 5/ 49-50.
[8] Âli İmrân, 3/154
[9] Ahzab, 33/33.
[10] Fetih 48/26
[11] A‘râf,7/ 138; Zümer 39/64.
[12] Hûd, 11/29.
[13] Bakara, 2/67.
[14] Neml, 27/55; Yûsuf 12/ 33.
[15] Zümer, 39/ /9
[16] Prof. Dr. Mehmet Şahin, “Bilgi, Bilim, Teknoloji ve Üniversite”, Bozok Üniversitesi Açılış Dersi, Yozgat, 17 Ekim 2007, s. 4-5.
[17] Yavuz Donat, Hüzünlü Bayram, Sabah Gazetesi 21.4.2023
[18] İsrâ,17/36.
Okumanın önemi için kısa özet ve çok önemli
Rabbim razı olsun inşallah
Hocam çok teşekkür ediyorum, okumamanın bilmemenin ne kadar acı olduğunu hatırlattınız. Elinize yüreğinize sağlık.
Çok güzel tespitler .Rabbim ilim irfan sahibi olmayı lutfetsin!