Bir dostumu ziyaret ettikten sora eve dönmüş ve arabamı da evin önüne park etmiştim. Bir müddet sonra alış-veriş yapmaya gitmek için tekrar arabama bindiğimde onun çalışmadığını gördüm. Bunun üzerine hemen servisi aradım ve servis de bir çekici gönderdi. Arabayı çekiciye yükledikten sonra servisin yolunu tutuk. Çekicinin şoförü, hoş sohbet biriydi, neşeli idi ve kendi ifadesiyle “hayatı gırgıra alan bir adam” dı. Çok konuşuyor, espriler yapıyor ve devamlı tebessüm ediyordu. O sürekli konuşuyor, ben de dinliyordum. Tavrı mutlu bir insan olduğu intibaını veriyordu. Arada sırada bir boşluk bulursam ben de bir şeyler söylüyordum. Dahası sohbetimiz, diyalogdan ziya de çift kişilik bir monoloğa benziyordu.
Bir ara konuşması esnasında “Bazen canım sıkılıyor, kimseler görmesin ve beni ayıplamasın diye bir kenarda kafa çekiyorum” dedi. Ben de ona ciddî bir yüz ifadesi ve ses tonuyla “İnsanlar görmüyor ama, Allah da mı görmüyor?” Dedim. Bu sözüm karşısında afalladı, şaşırdı, ne diyeceğini bilemedi, durakladı, sonra başını öne eğdi. Bir müddet öyle kaldıktan sonra lafı değiştirerek çocuklarından ve sahip olduğu varlıktan söz etmeye başladı. Allah da mı görmüyor? Sözümün onu etkilediğini hissetmiştim. O konuşurken ben de, “İnsanoğlu neden böyle? Yaptığı işin yanlış olduğunu biliyor, ya da bilmiyor, ama ayıplanmaktan korkuyor, fakat Allah’ın kendini görmesinden ve bir gün hesaba çekeceğinden çekinmiyor. İnsanları önemsiyor, ama Allah’ı önemsemiyor. Neden? Bunun bir izahı olmalı. Ama ne? “ Diye düşündüm.
Konuşmalarımız, servise gelinceye kadar bu minval üzere devam eti. Ancak “Allah da mı görmüyor?” sözümden sonraki safhada sohbetimiz, önceki kadar neşeli ve heyecanlı geçmedi. Zira onun ses tonundan ve üslubundan sıkıntılı bir ruh halinin olduğu anlaşılıyordu. Ondan ayrılırken kendi kendime “Her halde içinde Allah korkusu var ki bu sözüm, onu etkilemiş” deme ihtiyacı hissetmiştim.
M C Bâki