Türkiye ve İslam dünyasında din, başka toplumlardaki rol ve konumundan çok farklı bir özelliğe sahip. Bu açıklama ile dinin teorik ve kitabi yönünden ziyade, anlayış ve yaşayış tarafını kastetmekteyim.
Dini hayatın dinamiği:
Din, genel bir kavram olmakla beraber; dinlerin karşı karşıya kaldığı süreç, onların benimsenme veya uygulanma durumlarına etki etmektedir. Dini, o dine ait temel kaynak ve din temsilcileri (peygamber veya din görevlileri) ile birlikte ele almak gerekiyor.
Dinin toplum tarafından anlaşılması ve benimsenmesi, dini kaynakların bilinmesi ve ona ulaşılması bakımından önem taşımaktadır. Eğer dini bilgi ve kaynaklar, yeterince bilinmiyor ve kullanılamıyorsa, orada toplumun din adına bazı hayal, vehim ve zanlar ile hareket etme durumu gerçekleşiyor. Böyle bir durumda, din ile siyaset, din ile iktisat ve din ile hak ve hukuk arasında kavramsal bir geçişgenlik veya karışıklık meydana gelebiliyor. Bu da,dinin fonksiyonunu diğer konular gibi sıradan bir olay haline getiriyor.
Din, gerçek manası ile bilinmeyince; ilim sahiplerinden gereken alaka ve ciddiyeti gösterilmeyince, insanın disipline edilmesi, yüce duygular ile yüklenmesi ve sorumluluk sahibi kılınması gibi bazı önemli niteliklerin elde edilememesine sebep oluyor. Bir diğer konu ise, yabancı geleneklerin insanlarda yetersiz din bilgisi ve yaşayış uygulaması ile yanlış yönelişlerle karşılaşılmasıdır. Özellikle İslam dinine giren kişilerin, bilgisizce ve dinin sadece uygulaması ile karşı karşıya gelmesiyle dinin özünü anlamayarak, bazı yanlış kural ve anlayışlarla hayatını sürdürmeye kalkması, ciddi yozlaşma ve sapma olaylarına imkan hazırlamaktadır.
Dinin aslından uzaklaştırılması:
Dinin, sistem ve yönetimler karşısında aldığı bir başka durum ise, dinin beşeri sistem veya liderlere uydurulması ile ilgili yanlış tutumların oluşmasıdır. Burada din, siyasi veya iktisadi sisteme monte edilmesi gereken bir faktör olarak görülmekte, asıl özelliğinden uzaklaştırılması amaçlanmaktadır.
Tarih boyuncu iktidarlar ve onların yetkilileri, din kurallarını kendileri için birer engel kabul ederek, dünyevi istek ve arzularına yönelik bir yönetim sistemini ayakta tutmak uğruna, din ile ilgili kontrol edici veya saptırıcı çalışma ve çabalar içine girmişlerdir.
Musevilik ve Hristiyan dinlerinde din, böyle bir durum ile karşı karşıya kalarak; gerçek niteliğinden uzaklaştırılmıştır. Bu durum, ilk olarak bu dinlerin görevlileri tarafından başlatılmış ve din, dünyevi ve maddi bir gelir kaynağı olarak, bu gruplar tarafından yozlaştırılmıştır. Aslında gerçek bir din, hiçbir zaman belli bir grup ve sınıfın üzerinde hakimiyet kurduğu bir sistem olarak amacına ulaşamamıştır.
Sekülerleşme hadisesi de, uygulama olarak Batı dünyasında dinin muhatabı olarak belli bir dini grubu ölçü alıp, diğer kesimleri bundan muaf tutmak manasına gelmektedir. Aslında, seküler kelimesi Avrupa’da kilise ile ilgisiz insanlara verilen bir isimdi. Sonradan belli sınıfların politikalarını meşrulaştıran bir ideoloji haline getirildi.
Dinin yozlaştırılması çabaları, bazan din adamlarının, siyasi liderler ile birlikte hareket etmesine de yol açmış ve halk, bu iki kesimin bazan manevi, bazan da siyasi baskısı altında, arzu edilen şekilde kendi iradesi dışında yönlendirilerek, çaresiz bir duruma düşürülmüştür. Günümüzde de bunun örneklerine rastlayabiliyoruz.
Musevilik ve Hristiyanlık, böyle bir olay ile karşı karşıya gelerek dejenere olmuştur. Özellikle Hristiyanlık dini için Sezar, Havarilerden Pavlus’a, “Sen dinin lideri ol, ben de dünyevi işlerin lideri” diyerek, semavi dinlerin din-dünya bütünlüğünü bozmuş ve dinin, hayatın ihtiyaçlarına cevap veremeyecek bir hale gelmesine sebep olmuştur.
İslamiyet, son ilahi din olarak; din-dünya birlikteliğini en iyi biçimde ve farklı ırkları da bir arada tutarak gerçekleştirirken; dini yozlaşma; para, mevki ve kişisel egoların etkisiyle başlamıştır. Burada, dini konuda rol alan ilim adamlarının gevşekliği veya korkaklığı, siyasi ve idari sistemlerin dini kendi kontrolları altına almalarına imkan sağlamıştır.
Günümüzde de din, dünyevi iktidar ve sistemler karşısında insanların en büyük sınavı haline gelmiştir. Maddi kazançlar, statüler ve kişilerin bencillikleri sebebiyle din, sürekli aslında uzaklaştırılma tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadır. Burada, öncelikle ilim adamlarının, arkasından idarecilerin ve nihayet iktisadi güç sahiplerinin “dinlerini, işlerine uydurmak yerine; işlerini dinlerine uydurmak” gibi bir sorumlulukları olduğunu bilmeleri gerekiyor. Tabii, dine gerçekten inanıyorlarsa..
Prof. Dr. Sami Şener