Şâir, “Edep bir tac imiş nûr-i Hudâ’dan, Giy ol tacı emin ol her beladan” der. Zira edep, “İyi tebiye, naziklik, usluluk, zariflik[1] toplum töresine uygun davranma”; “İyi ahlak, incelik, utanmak, sıkılmak”[2]anlamlarına geliyor. Çoğulu âdabtır. Edep aynı zamanda Arapça’ da “edebiyat” anlamına da gelmekte, bu kökten türetilmiş olan edîb de hem “edepli kimse” hem de “edebiyatçı” anlamlarını ifade etmektedir. Muaşeret, “barış içinde birlikte yaşayıp iyi geçinme” demektir. “Âdab-ı muâşeret” ise “Bireylerin ve toplumların birbirine karşı olan sevgi ve dostluk duygularını güçlendirici medenî ve ahlâkî davranışları, nezaket ve görgü kurallarını ifade etmek”[3] için kullanılmaktadır.
Kur’an’da edep kelimesi geçmiyor, ancak biri “adet ve gelenek”; diğeri de “ahlak” anlamına gelen “hulk” kelimesinin iki yerde geçtiği görülüyor. “Hulk” kelimesi, ahlak kelimesinin tekilidir ve genellikle “seciye, tabiat, huy” gibi anlamlara gelmektedir. Daha ziyade insanın fizik yapısı için halk, mânevî yapısı için hulk kelimelerinin kullanıldığı da bilinmektedir .[4] Nitekim “(Bizim uyduğumuz) bu (din), öncekilerin (sürdürdükleri) gelenekten başka bir şey değildir”[5] ayeti, adet ve geleneği; “ Hiç şüphe yok ki , sen yüce bir ahlak üzerinesin”[6] ayeti de ahlakı ifade etmektedir. Her ne kadar Kur’an’da edep/adab kelimesi yer almasa da, konu itibariyle edepli olmayı öneren, tavsiye eden, hatta emreden ayetlerin bulunduğu görülüyor. Özellikle Hz. Peygamber ile sahabe arasında gelişen ve oluşan bazı olumsuz tutum ve davranışlara ilişkin nazil olan ayetlerde bu durum açıkça görülüyor. Nitekim “Ey iman edenler! (Söz ve davranışlarınızla) Allah’ı ve Peygamberinin önüne geçmeyin. Bu konuda Allah’tan korkun, dikkatli olun. Şüphesi Allah her şeyi işitir ve bilir.
Ey iman edenler! Sesinizi Peygamberin sesinden daha fazla yükseltmeyin, kendi aranızda konuştuğunuz gibi Peygamber ile yüksek sesle bağırıp çağırarak konuşmayın. Yoksa farkında olmadan yaptığınız iyi işlerin sevabı yok olup gider”[7] ayetleri bunu ifade ediyor.
Bu ayetlerden ilkinin, Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer’in, Hz. Peygamber’in huzurunda bir konuyu tartışırlarken seslerini yükseltmeleri sebebiyle; ikincisinin ise Temim kabilesine mensup bazı kişilerin Hz. Peygamber ile görüşmek için geldiklerinde, Hz. Peygamber’in istirahat etiği kendilerine söylendiği halde, içlerinden bazılarının “ Muhammed çık dışarı, yanımıza gel” diye yüksek sesle çağırmaları üzerine nazil olduğu rivayet ediliyor. Her iki ayette de Hz. Peygambere bir saygısızlığın yapıldığı ve yapılan bu saygısızlığın kınandığı anlaşılıyor.
Bilindiği gibi saygı, “Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranış türü; başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu, inceliği”[8] demektir. Bu nedenledir ki söz konusu ayetler, Hz. Peygamber’e karşı müminlerin saygılı olmaları ve onu rahatsız edecek bir ses tonuyla konuşmamaları emrediliyor. Dolayısıyla bu emirlerin, müminlere de verilmiş bir mesaj olarak algılaması ve anlaşılması gerekiyor. Çünkü bu emirler, aynı zamanda müminlerin de kendi aralarında uygulaması gereken muaşeret kaidelerini içeriyor. Zira ayetlerin nüzul sebebi her ne kadar özel olsa da, hükmü ve verdiği mesaj, benzer durumlar için geneldir ve bütün müminleri kapsamaktadır.
Kur’an’da yer alan ve dikkat çeken bir diğer davranış türü de, davet adabıyla ilgilidir. Allah Teâlâ, müminlerden Hz. Peygamber’in evine izinsiz girilmemesini, yemeğe davet edildiklerinde ise, vaktinden önce gidip yemeğin hazırlanışına kadar beklememelerini, vaktinde gitmelerini; yemekten sonra da lafa dalıp beklememelerini, kalkıp gitmelerini öğütlemekte, zira bu tür davranışların Hz. Peygamberi rahatsız ettiğini açıklamaktadır.[9]
İzinsiz Hz. Peygamber’in evine girilmemesini tavsiye eden bu ayetten başka, müminlerin de evlerine izinsiz girilmemesini tavsiye eden ayetler de mevcuttur. Nitekim “Ey iman edenler! kendi evlerinizin dışındaki evlere sahiplerinden izin almadan ve ev halkına selam vermeden girmeyin. Böyle yapmanız sizin için çok hayırlı v bir davranış olur. Umulur ki düşünür ve gereğini yaparsınız”[10] denilmektedir. Buna ilaveten Kur’an’da belli vakitlerde çocukların ebeveynlerinin odalarına izinsiz girmemelerini öğütleyen kuralar[11] ile meclislerde ve toplantılarda yer açmayı ve ayağa kalmayı da öğütleyen muâşeret kurallarının da zikredildiği görülmektedir.[12] Nitekim muâşeret kurallarının bir kısmı, ahlakî ilkelere bağlı olsa da, bir kısmı da toplumsal kurallara ve maruf olan örfe bağlı bulunuyor. Zira toplumların da kendilerine özgü muâşeret kuralları oluşturdukları biliniyor. Dolayısıyla bazı muâşeret kurallarında dinîlik/ ahlakilik; bazı muaşeret kurallarında ise örfün ve etik değerlerin yer aldığı görülüyor.
Muaşeret kuralları, insanı insan yapan değerler arasında yer aldığı için insanın kişiliğini de yansıtıyor; bu nedenle her seviyedeki insanın, muhataplarına karşı, göstermesi gereken saygıyı ifade ediyor. Bu da bir insanın, diğer bir insanı sevmese de, ona saygısızlık etmemesini, gönül kırıcı davranışlarda bulunmamasını,[13] özellikle de anne-babasına kaba davranmamasını, daha da önemlisi “ of” bile dememesini gerekli kılıyor.[14] Bu nedenle insanın, konuşmalarında edepli; sosyal ilişkilerinde ve davranışlarında kibar ve nazik olması; güzel konuşması, bağırıp çağırmadan muhatabını dinlemesi ve sözünü kesmemesi, kabalık etmemesi önemli muaşeret kuralları arasında yer alıyor.
Dolayısıyla her Müslümanın, kaynağı ister ahlaka, ister örfe dayansın muaşeret kurallarına riayet etmesi, kişiliğini gösteren ve yansıtan bir nitelik arz ediyor. Zira kişilik, bir insanın, nasıl bir insan olduğunu gösteren ve yansıtan davranış tarzı olarak biliniyor. Bu nedenle bir insan olarak her Müslümandan, kişiliğini yansıtan edepli davranışlar bekleniyor. Belki de bu nedenle eskiden edebin önemini göstermek ve edepli davranışları yayınlaştırmak için belli mekanlara “Edeb ya hu” levhalarının asıldığı; ayrıca edep dışı davranışlardan rahatsız olunmaması için de “Hoşgör ya hu” veya “Bu da geçer yahu ” levhalarına da bu mekanlarda yer verildiği; Yunus Emre’nin de bu kervana katılarak,
“Ehl-i diller arasında aradım, kıldım talep;
Her hüner makbul imiş; illâ edep illâ edep.
Gezdim Halep’i Şâm’ı, eyledim ilmi talep;
İlim gerideymiş; illâ edep illâ edep” dediği biliniyor.
Prof. Dr. Celal Kırca
[1] Ferit Devellioğlu Osmanlıca Türkçe Lügat,Ankara 1970,241
[2] TDK Sözlük, Ankara 2005, s.600
[3] Fatma Tunç Yaşar, Adâb-ı Muâşeret, DİA İslam Ansiklopedisi, Ankara 2020, 2.baskı Ek 1, s.34.
[4] Mustafa Çağrıcı, Ahlak, DİA İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1989, 2/1.
[5] Şu’arâ,26/137.
[6] Kalem,68/4.
[7] Hucurât,49/1-2.
[8] TDK ,Türk.e Sözlük, s.1714.
[9] Ahzab,33/53.
[10] Nûr,24/28.
[11] Nur,24/ 58-59.
[12] Mücadele,58/10.
[13] Bakara,2/262-263; Nisa 4/19.
[14] İsra,17/23.