“Çağdaş Yaşam” demek, dindışı hayat demek galiba? Öyle anlattılar yıllar boyu. Bir laiklik ucubesi yarattılar ve onun kozası içine bütün inananları hapsetmeye kalkıştılar: İnanmayabilirsin, inanacaksan, onlar gibi inanacak ve onların izin verdiği kadar inanacaksın, onlar gibi yaşayacaksın!.. Biçilen gömlek bu…
Eh, yadırgamadık. Varlık sebeplerini, böyle eğilimlerde görenler, bunda ısrar edecektir. Sekülerizm’in köleleştirdiği zihinler kendi doğmalarının tutsağı olarak hep aynı şeyi söyleyecektir. Buna da pek şaşırmadık. Tüsiad’ın ya da üyelerinin ve benzeri kapitalist sermaye çevrelerinin biraz sus payı, biraz şirinlik muskası, biraz direnci kırma adına da olsa, verdikleri bursları organize ederek bir hizmet yapıyor gözüküyorlardı.
Bu ülke, insana yatırım yapmadıkça, zihin kalitesine yükseltemez. Onun için de ileride iş bulamasa bile çocuklarımızı okutmalıyız. O eğitim kurumlarının büyülü ortamından bir yudum nefes çeken her insan, biraz daha erdemli davranışa kapı açacak anahtara yaklaşmış demektir. Bu bakımdan, ihtiyaç sahibi öğrencinin cebine bir kuruş da koysalar, ben kendilerine minnet duyarım. Onların ellerini öperim. Onlara duacı olurum… Ama, bu yönlendirme olmadan yapılmalıdır. “Alan el veren eli bilmemeli”dir. Gence parayı verip arkasından “gösteriye gel”, derseniz, siz yardım etmiyor insanları satın alıyorsunuz demektir.
Bu kesim hakkında çok şeyler yazıldı, söylendi. Sanırım daha yazılmaya, anlatılmaya da devam edilecek.
Benim dileğim odur ki, haklarında ortaya atılan iddialar asılsız çıksın:
Mesela Dünya Kiliseler Birliğinden ve Amerikan Misyoner kuruluşu Board’dan para alınmamış olunsun.
Bünyelerindeki bazı yabancı uyruklu öğretmenlerin misyonerlik faaliyetine katıldıkları iddiası asılsız çıksın.
Öğrencilere burs verilirken İmam-Hatip çıkışlı olup olmadıklarına bakılmamış olunsun.
Başörtülü kız öğrencilerin burs talepleri geri çevrilmemiş olunsun.
Öğrencilere ev kiralayıp, kızlarla erkeklerin aynı evlerde kalmaları yönünde bir telkinleri bulunulmamış olunsun.
Bu evlerde kalan kızlardan, kendilerinin yapıp yapmadığını bilmediğimiz fedakarlıklar istenilmemiş olunsun.
Bu olmamasını temenni ettiğimiz şeyler olmuşsa bile şimdilik kesin bir hüküm noktasında değiliz. Ancak şahidi olduğumuz, bildiğimiz bir şey vardı; kesin olan bir şey:
“İkna Odaları”…
Üniversitedeki kızların başlarını açmaları için, böyle odalar oluşturdular ve kızlara psikolojik baskı yaptılar. Bu yavrularımız sanki başlarındaki örtüye onların çağdaşlıklarını hapsetmiş gibi bir telaş ve acımasız saldırı içindeydiler. Hadi başını açtınız, ama beynini ne yapacaksınız?.. Oraya uzattığınız ellerin sonuç almasından emin miydiniz?..
Sizin istediğiniz gibi inanma ve yaşama hakkınız var da, kahir ekseriyeti Müslüman olan bu ülkenin çocuklarının inanma ve inandıklarını yaşama hakkı olmayacak mı?.. Böyle bir sağduyuyu bile esirgediler bunlar… Güya demokrattılar, demokratlığı çağdaş dine dönüştürenler, demokrasinin reddettiği bir anlayışı hakim kılmak için aba altından değil, azıktan sopa gösterdiler: “Bu ülkede biz ne dersek o olur”, dayatmasıyla çizilen aydın profili, totaliter rejimlerdeki sahibinin sesini hatırlatmaz mı? Mesela, Stalin’e, Lenin’e, Hitler’e, Mussolini’ye benzemek değilse, nedir bu sözün anlamı?..
Eh, nihayet yolun sonu gözüktü ve bu ikna odalarının kurmayları için yaprak dökümü başladı. Bugün biri, yarın öbürü, daha sonra sırasıyla hepsi, bir başka odaya; “Hesap Odası”na gidecek…
Ayette deniliyor ki: “ Artık kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür, Ve kim zerre ağırlığınca şer yapmışsa onu görür..” (Zilzal, 99/7.-8.)
Burada belki de şunu diyebilirsiniz: Bunların önemli bir kısmı zaten inanmıyor ki!..
İşin vahameti de orada. Bir insanın öte’de hesap görüp görmemesi inanıp inanmamasına bağlı değildir ki. İnanmıyor olması, “zerre ağırlığınca hayrı” da ortadan kaldırdığı için sonuç daha kötü… Çünkü orada yandaşlık, yoldaşlık yok… Terazi, “halk terazisi” değil, “Hak Terazisi!” Tartısı hiçbir rüşveti tartıp ölçmez. Ne yaptınsa ona bakar…
Şu ölümleri bile ranta, hesaba dönüştürmek isteyenler, ölünün üzerinden karşı tarafa saldırıya geçenler, suni azizler ve azizeler yaratarak onların portreleriyle toplumla hesaplaşmaya kalkışanlar da bir gün mutlaka o hesap odasına gireceklerdir. Oradaki pencereler, ancak dünyadaki erdemli davranışlarıyla aydınlığa açılabilir. Bu kadar gence sağlanan burslar içerisinde gerçekten, hayat kurtaran, yol açan, gelecek sağlayanlar vardır. Mutlaka bunlar arasında burs karşılığı kendilerinden “çağdaşlık adına özveri” talebi de yapılmamış olanlar bulunacaktır. Bunlar hayır hanesinde, eğer inanıyorlarsa, onların belki kurtuluş simidi olur… Ancak, inanca hatta Allah’a saldıranların bütün servetlerini fakirlere sebil etseler bile, pencerelerini kim neyle açacak, meraka değer doğrusu?..