Tarihin tozlu sayfalarından başımızı kaldırıp yakın geçmişe baktığımızda, son yıllardaki gelişmelere paralel olarak dünya gündeminin başlıca konularından birisinin de göç ve göçmenler oluşturduğunu açıkça görülmekteyiz.
Mısır’daki siyasi olaylar, Libya’da, Yemen’de, Irak’ta, Afganistan’da ve Suriye’de yaşanan iç savaş ortamında, bir Avrupa ülkesi nüfusu kadar insan, yaşadığı yerden ayrılmış ve yer değiştirmiştir. Ülkemiz ise, en çok mülteci barındıran ülke olarak bu uluslararası insanlık sorununun çözümüne yardımcı olmak konusunda göreceli bir görümüne soyunmuş durumda.
Gerek medyaya dolaşan haberler, gerekse istatistikler ile ortaya konulan rakamlar, tarihin tanık olduğu bu en ciddi insanlık krizlerinden birisinin yaşanmakta olduğunu göstermektedir.
Göç meselesini sürdürülebilir bir şekilde yönetmek, Türkiye’de bulunan göçmenler için daha iyi yaşam imkânları sağlamak, onların Türkiye’ye uyumunu sürekli kılmak ve yaşanan bu krize yönelik etkin çözümler bulmak için ulusal ve uluslararası çeşitli fonların ayrılmakta oluşu, geleceğe dair umutlarımızı beslese de hiçbir zaman radikal ve tatmin edici bir çözüm olamamıştır.
Her dinden, onlarca etnik kökenden, yüzlerce nedenden dolayı insanların vatansız kalıp, başka ülkelere sığınması karşısında, Birleşmiş Milletler Teşkilatı dahi zaman zaman aciz kalmaktadır.
Halkı Müslüman olan ülkelerde, göçmenler konusu genellikle tarihi Ensar-Muhacir ilişkisi üzerinden çözülmeye çalışılır. Çünkü İslam Devleti bir göç hareketiyle kurulmuştur.
Bilineceği gibi, Mekke’de Müslüman olanlara zulümler arttığında Peygamber Efendimiz, Miladi: 622 yılında, yol arkadaşlarıyla birlikte Medine’ye göç etmek zorunda kalmıştı.
Medine’ye gelen Mekkeli Müslümanlara “Muhacir” (göçmen), onlara Medine’de kucak açanlara da “Ensar” (yardım eden) deyimi kullanılmıştır.
Mekke’den Medine’ye göçmek, öylesine büyük bir olaydır ki, Müslümanlar Peygamberimizin Hicret ettiği yılı (Milattan sonra: 622), tarihin/takvimin başlangıcı olarak kabul etmiştir. Yani “Hicri Takvim” bir göç hareketinin sonunda doğmuştur. Sadece Hicri Takvim değil, aynı zamanda İslam dininin kurumsallaşması, devletleşmesi ve ardından büyük bir medeniyet haline gelmesi bu göçle başlar.
Göçmen Meselesinde Ensar- Muhacir Metaforu
Bu tarihi göç hareketinden beri, ne zaman Müslümanların evsiz, yurtsuz kalan din kardeşlerine yardımı söz konusu olsa, Ensar-Muhacir örneği kullanılır. Fakat Unutmamak gerekir ki bugün artık ne o İslam Devleti vardır ve ne de o günün Müslümanları.
Birçok işlerde olduğu gibi Müslümanlar, içi boşaltılmış ve gerçek amacımdan uzaklaştırılmış bir kelimesi olarak Ümmet kavramına sığınarak göç ve göçmen olayını ele almaktadırlar. Oysaki bugün artık Ümmetten ziyade devletler vardır. Göç edenlerin büyük çoğunluğu ise, Müslümanlar oluştursa da devletlerin ismi Müslüman devletler değildir. Şunu gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz ki, Türkiye kadar yardım etmede, göçmenlere destek olmada daha istekli, daha duyarlı ve daha sevecen bir ülke/millet görülmektedir. Tüm dünyaya örnek olacak bu yardımseverlikte İslam dinin en büyük sosyal hareketi olan Hicretteki Ensar-Muhacir ilişkisinin etkisi büyüktür. Ancak devletler Ensar -Muhacir metaforunun ötesine geçmelidirler.
Bireylerin yardım ve destek duygularını güçlendirmek için Ensar-Muhacir duygusunu/ilişkisini gündeme getirmek doğru bir politika olabilir. Ancak devletler, bu duygunun ötesinde hareket etmek zorundadırlar. Zira göçmenlere kucak açıp destek olmak, bireysel bir iyilik hareketi olsa da, bunun tahribat yaratacak sonuçlarını önlemek için politika üretmek de devletlerin görevidir.
Artık Hicret dönemindeki gibi Mekke’den göçen Müslüman sayısı yüzlerle ifade edilen rakamlar değildir. Milyonlarca insanı etkileyen göç hareketleriyle karşı karşıyayız.
Bu, Müslüman yardımseverliğini aşıp sosyal çöküntülere, ekonomik sorunlara, iç çatışmalara dönüşebilecek krizlere neden olabilir.
(Devam edecek)