İnançlarımızı oluşturan ve buna göre hayat tarzımızı şekillendiren referanslarımızdır; hatta bundan öte o referanslarımızı anlayış ve yorumlayış tarzımızdır. Zira anlayış ve yorumlayış tarzımız, nasıl hissettiğimizi, nasıl düşündüğümüzü, nasıl anladığımızı ve bu konudaki kişiliğimizi de tayin ve tespit eder. Bu sebeple referanslarımız kadar, o referanslarımızı anlayış ve yorumlayış tarzlarımızın ve yöntemlerimizin de doğru olması gerekir. Kur’ân’ı hayatın içinde anlama, işte bu açıdan büyük önem arz eder. Zira her Müslüman, hayatını yaşarken karşılaştığı bütün olaylarda ve yapacağı bütün davranışlarda kendisine doğru yolu/sırat-ı müstakîmi gösterecek bir kılavuza/rehbere ihtiyaç hisseder. Ona yol gösterecek en doğru rehber de hiç şüphesiz iman ettiği kitap olacaktır. Çünkü onun geliş amacı, budur ve insanlara rehberlik etmektir. Bu rehberliğin olabilmesi için de Müslümanın, Kur’an’a yönelmesi ve ondan bilgi elde etmesi; bir başka ifade ile onda yer alan ilkeleri, kuralları veya bilgileri davranışlarına ve etkinliklerine yansıtması ve bunun çabası içinde olmasıdır. Bu da ancak onu okumak ve anlamakla mümkündür. Okunmayan ve anlaşılmayan bir kitabın bir Müslümana yol göstermesi/hidayet etmesi; daha açık bir ifade ile bilinmeyen ve anlaşılmayan bir bilginin veya kuralın eyleme dönüşmesi söz konusu değildir. Bu nedenle bu bilgilerin öncelikle bilinmesi ve bilinenlerin de iyi anlaşılması gerekmektedir. Bunun da en iyi yolu Hz. Peygamber’in ve ashabının yaptığı gibi Kur’an’ı hayatın içinde anlamak, yaşamak ve onunla barışık olmaktır.
Kur’ân’la barışık olmak ise, önceden belirlenmiş bir ideolojiye dayanmayan fakat hayatın içinde yaşanan olaylar ve olgular karşısında Müslümanın, merkezde olduğu; yaşanan olaylar ile Kur’ânî bilgiler arasında bir ilişkinin kurulduğu ve hayata ilişkin Kur’ân’dan bilgisel, kuralsal ve ilkesel atıfların ve referansların yapıldığı, bir anlama tarzıdır. Ancak Hz. Peygamberle başlayan ve sahabe ile devam eden bu anlama tarzı, evrimleşerek oluşan ve gelişen mezheplerin ve sûfî grupların ortaya çıkmasıyla, yerini ideolojik anlamalara bıraktığı için zamanla etkinliğinden ve işlevselliğinden çok şey kaybetmiştir. Bununla birlikte Müslüman-Kur’ân ilişkisi; asla yok olmamış, şekil boyutu ile de olsa Müslümanın hayatında daima var olmuştur. Ne var ki bu var oluş, onu anlamaya ve Hz. Peygamber’le başlayan ve sahabe ile devam eden dönemlerdeki gibi hayatın içinde anlayarak yaşamaya yeterince bir katkı yapmamıştır. Neticede bu ilişkinin geldiği son nokta, M. Âkif in şu şiirinde kınadığı şekle dönüşmüştür:
“Ya açar bakarız Nazm-ı Celîl’in yaprağına,
Ya da üfler geçeriz bir ölünün toprağına,
İnmemiştir hele Kur’ân, bunu hakkıyla bilin;
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için
Bu nedenle her Müslümanın, Kur’ân’la olan ilişkisini şekil boyutundan kurtararak, Hz. Peygamber’le başlayan ve sahabe ile devam eden dönemlerdeki gibi, bilgi boyutuna taşıması önem arz etmektedir. Zira hayatımızı değerli ve anlamlı kılan, hayat tarzımızdır ve bu hayat tarzına yönelik yaptığımız doğru tercihlerdir. Çünkü her insan, nasıl bir hayat tarzını arzu ediyorsa, ona göre tercih yapmakta ve bu da o insanın bir anlamada kader çizgisini belirlemektedir. Bu nedenle Kur’an, hayatı değerli ve anlamlı kılmak için insanın yapılabileceği en güzel ve en doğru tercihtir. Çünkü Kur’an’ın, amacı budur ve insan hayatını düzene koymak, aşırılıkları törpülemek ve dengeli bir hayatı tanzim etmek için gönderilmiştir. Bunu elde etmenin de en iyi yolu, onu hayatın içinde anlamak ve anlayarak yaşamaktır. Zira Kur’ân, kendine gelmeyene gelmez, okumayana ve düşünmeyene de bilgi vermez. Bu nedenle Kur’an, her Müslümandan kendine yönelmesini, okumasını, okuduklarını da tedebbür etmesini ister.
Her ne kadar günümüzde Kur’ân’la hemhal olanlar arasında, daha fazla sevap kazanmak isteyen veya ölülerinin bağışlanması için Kur’ân okuyan ve okutanlar olsa da bu davranış, Kur’ân’ı hayat için ölçüt alma anlamına gelmemektedir. Zira böyle bir ilişkinin, her ne kadar Müslümanın hayat tarzına duygusal bir yansıması olsa da, bilgisel ve ilkesel bir yansıması ve etkisi olmamaktadır. Zira bu davranış, Kur’an’ın sadece duygusal boyutu ile hayatımızda yaşandığını gösterir, bilgisel ve ilkesel boyutu ile değil. Nitekim ona duygusal yaklaşım örnekleri arasında sayabileceğimiz, Kur’ân’dan isim arama, minber, mihrap ve kubbeye âyet yazma, abdestsiz Kur’ân’a dokunmama, belden aşağı Kur’ân’ı tutmama, yeni doğmuş çocuğun yastığının altına veya arabanın torpido gözüne Kur’ân koyma, anlamını bilmese de ölü evinde ve mezarlıkta Kur’ân okuma veya okutturma, sevap kazanma, kazadan ve belâdan korunma için Kur’ân okuma vb. örnekler, sadece ona olan duygusal bağlılığımızı yansıtır, onun bilgisel ve ilkesel boyutunu yansıtmaz, sadece Hz. Peygamber’in ve sahabenin uygulamalarındaki bilgisel ve ilkesel boyutu ile yaşanan Kur’ân’ın, zamanla nasıl şekilciliğe dönüştüğünü gösterir. Daha açık bir ifade ile bir bilgi objesi olarak algılanmayan Kur’ân’a, dokunulmaması gereken “kutsal bir kitap” muamelesi yapılması; önerdiği ilkelerin ve sunduğu bilgilerin hayata dâhil edilmemesi, saygı göstermek adına ona değer vermemek anlamına gelir. Zira Kur’an’a değer verdiğimizin en temel göstergesi, onun bilgilerini, ilke ve kurallarını hayatımıza yansıtmaktan, bunun için çaba göstermekten ve onun yol göstericiliğine/hidayetine imkân vermekten geçer. Bir diğer ifade ile onun mesajına kulak vermek, çağrısını duymak; kısaca onun helâle, temize, doğruluğa, iyiliğe, güzele, hayra, takvaya, adalete kısaca Allah’a kulluğa, insan olmaya ve halifelik sorumluluğumuzu yerine getirmeye olan çağrısına icabet etmektir. Onun önerdiği ilkeleri, tutum ve davranışlarımız için ölçüt yapmaktır.
Nitekim bu amaçla Kur’an okuyan, anlayan ve hayatına yansıtan bir mü’min; Hz. Âdem ve iki oğlunun kıssasında[1] görevini iyi yapanla, görevini iyi yapmayan kişilerin psikolojik durumunu; Hz.Nûh ve oğlu arasında geçen kıssada[2] kuşaklar arası çatışmayı; Hz. Lût ve Kavmine ait kıssada[3] cinsel kimlik sapmasını; Hz.Yakup ve oğulları arasında geçen olayları anlatan kıssada, kardeşler arasındaki kıskançlığı; Lokman kıssasında[4] şefkatli bir babanın davranışını ve Hz. Eyyüb kıssasında sabrı öğrenir ve onun verdiği her mesajı dikkate alarak yaşar. Bu nedenle de içindeki haset, kıskançlık, çekememezlik gibi olumsuz duyguları kabardığında, hemen Hâbil ile Kâbil kıssasını hatırlayarak içindeki Kâbil’ e dur demesini bilir; servetini, Karun gibi amaç değil, Hz. Süleyman gibi Allah’a götüren bir araç olarak görür; konulan yasaklara temayül ettiğinde Hz. Âdem‘i; cinsel dürtüleri onu rahatsız ettiğinde Yusuf suresini ve Hz. Yusuf’u; eşinin, oğlunun veya kızının dine karşı olan bir duyarsızlığında, Hz. Lût’u ve Hz. Nûh’u; içinden evlat ve servet çokluğu ile öğünmek geçtiğinde, Fecr ve Tekâsür surelerini; sosyal ilişkilerimde Hucurat suresini, özellikle de Hz. Peygamber’in örnek ahlakını hatırlar ve benzeri bütün davranışlarımızda Kur’ân’dan referans arar.
Bu bilince sahip olan her Müslüman, “Ey inananlar, yapmadığınız şeyi, niçin yaptığınızı söylersiniz”[5] âyetini, ‘söylediğiniz şeyleri niçin yapmıyorsunuz veya niçin verdiğiniz sözde durmuyorsunuz’, diye anlar ve yaşar.
“Allah’ın rahmeti sebebiyledir ki sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, onlar çevrenden dağılır giderdi”[6] “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen, kötülüğü iyilikle savuştur”[7] ; “İyilikler, kötülükleri giderir”[8]; “Kullarıma söyle, en güzel sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarına girer. Zira şeytan, insanın apaçık düşmanıdır” [9] ayetlerini sosyal ilişkilerinde kendine rehber edinir.
Ölüm, yoksulluk, evladı olmama, hastalık vb. şeyler karşında, “Ey inananlar, sabır ve namazla (Allah’tan yardım) dileyin. Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir”[10];”Muhakkak ki sizi, korku, açlık, mallardan ve canlardan ve ürünlerden eksilme gibi şeylerle deneriz. Sabredenleri müjdele”[11] âyetlerini düşünerek ve içselleştirerek teselli bulur.
Netice olarak Kur’ân’ın her ilke ve kuralına riayet eder ve onun rehberliğine güvenir. Kur’an’a inanmayan, veya onun rehberliğine güvenmeyen kimselerin akıbetleri ise onda şöyle anlatı
“Kim de beni anmaktan yüz çevirirse, mutlaka sıkıntılı bir hayatı olacaktır ve onu kıyamet günü kör olarak hasrederiz. O der ki: ‘Ey Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Halbuki ben daha önce gören biriydim’. İşte böyle! Sana ayetlerimiz geldiğinde onları unutmuştun, bugün de aynı şekilde sen de sen unutuluyorsun. Haktan sapan ve Rabbinin ayetlerine inanmayanları işte böyle cezalandırırız.” [12]
Prof. Dr. Celal Kırca
[1] Mâide, 5/27.
[2] Hûd, 11/42-47.
[3] A’raf, 7/80.
[4] Lokman, 31/12-19.
[5] Saff, 61/2.
[6] Âl-i İmrân, 3/159.
[7] Fussilet,41/34.
[8] Hûd, 11/114.
[9] İsrâ, 17/53.
[10] Bakara, 2/153.
[11] Bakara, 2/155.
[12] Tâhâ,20/124-127.
Kuranı Peygamber efendimizin anladığı uyduladığı gibi anlayıp yaşamayı Rabbım nasip etsin Recep Uzun