Birçok defa alışveriş merkezlerine yolumuz düşüyor ve ister istemez fast food restoranlarına da konuk oluyoruz. Hiçbir zaman ev yemeklerinin yerini tutmayacak olan kimyasal gıdalara sahip firmalar, piyasada en çok reklamı yapılan ürünlere sahip desek yanılmış olmayız. Adını vermeden gündeme getireceğimiz fast-food restoranlarının uzun süreçte uyguladığı ticaret politikalarını kısaca ele almaya çalışacağız.
Türkiye’ye fast-food türü gıdaların girişi epey olaylı oldu diyebiliriz. Uzman profesörlerden birisi bu meseleyi kendi youtube sayfasında da iğneleyici biçimde ele aldı. Kurulan ilk restoranın önünde upuzun kuyrukların olması ve bir hamburger için saatlerce bekleyen insanların durumu gerçekten de ülkemiz için kültürel ezilmişlik duygusunu en iyi gösteren olaylardan biridir. Öyle ki doksanlarda Amerikalılar gibi yaşamak, modernlikle özdeşleştirilen bir yarı-sosyetik olma arzusu yaygınlaşmış ve özenti hali herkese sirayet etmişti. Halk ağzında filan yerde yemek yemek modadan öte bir kalite göstergesiydi. Bahsettiğimiz olay da gerçekte görgüsüzlüğün en açık örneklerindendi.
Elimizde iyi bir örnek olması açısından bu konuyu şöyle açabiliriz; pizza denen yiyeceğin benzerine yani pideye sahip olmamıza rağmen dünyaya pazarlayamamış olmamız, aksine İtalyanların Pizza kültürünü dünya çapında markalaştırarak kabul ettirmeleri önemli bir diğer bulgudur. Pide yemek kroluk iken pizza yemek seçkinlik alametiydi. Pizza’nın toplumlara pazarlanması sırasında çeşitli stratejiler geliştirimiş ve başta hedef kitle çocuklar seçilmişti. Öyle ki çizgi filmlerden biri de aracı konumdaydı. Bu sayede çocuklar üzerinden annelerine ve babalarına ulaşıyor, pizza isteyen çocukları memnun etmek için pizza restoranlarının telefonlarını arıyorlardı.
Sonuçta pizza ve hamburgeri ve diğer ürünleri pazarlayan firmalar bizim pazarımızda önemli derecede söz sahibi hatta belki piyasaya hâkim oldular. Durum o hale geldi ki onların kendilerine göre belirledikleri ticaret anlayışları ve kültürleri de ülke içinde etkili olmaya, racon belirlemeye ve yerleşik kültürü değiştirmeye yönelik somut adımlar atmaya muktedir oldu. Bunu iki ayrı yazıda ele alacağız. Ancak şurasını söylememiz gerçekten önemlidir ki maden suyunun ve ayranın ve hatta türlü şerbetlerin olduğu bu güzelim ülkede doğal meyvesularının azalması ve asitli ve boyalı içeceklerin önce fast-food sonra sıradan yemeklerin ve öğünlerin vazgeçilmezi, hatta susuzluğun alternatifi olarak pazarlanması dikkat çekilmesi gereken bir olgudur. Öyle ki yakın zamanda bir gencin su içmeyip kola içtiği ve bunu alışkanlık edinerek “Ben su içmiyorum, kola içiyorum. Susuzluğumu kola ile gideriyorum” dediği tarafımızca görülmüştür. Benzer şekilde asitli ve boyalı içeceklerin mağdur ettiği ve böbrek taşı gibi rahatsızlıklarla boğuşan ve obeziteye yenilen gençlerin olduğu görülmektedir. Bütün bunlar sağlıklı olmayan bir beslenme türünün popülerlik ve kültürel etki ve özenti sebebiyle nasıl bir kültürde baskın olabileceğini bize göstermektedir.