Mirat haberin çizgisi İslam’dır. Ancak İslam’ı oluşturan Kurân ve Sünnet’i anlama ve hükümler çıkarmada mezheplerimiz ve aynı mezhebin müçtehitleri arasında farklılıklar olmuştur.
Ana çizginin korunması halinde günümüzde de farklı anlayışlar olacaktır. Biz bunu problem edinmiyoruz.
YAKIN TARİH
Yakın tarihin değerlendirilmesinde de farklılıklarımız görülmektedir.
Biz tamamına katılmadığımız ve yanlış olmaktan çok eksik bulduğumuz görüşleri seslendiren yazıları da yayınlıyoruz. Bunun bir sebebi görüşlere saygımız, diğer bir sebebi güvendiğimiz yazarlarımızın yazılarını, son anda gönderilmesi sebebiyle yayınlamadan okuyamayışımızdır. Okuyup eksik bulsak bile, acaba biz yanılmış olamaz mıyız diye yazarımız lehine yayın kararı alışımızdır.
MUHSİN İLYAS SUBAŞI
Muhsin İlyas Subaşı üstadımızın Kur’ân Medeniyeti ve Atatürk başlıklı son yazısı lehine ve aleyhine telefonlar aldık. Yazı, haftalık bir köşe yazısıdır, eksik görülebilir. Üstadımız veya bir başka yazarımız tamamlayabilir. Kaldı ki bu konuda inancımız ve görüşümüzü yansıtan yeter sayıda yayınlanmış makalemiz de var.
Yazıda geçtiği üzere İslam karşıtı Esat Bozkurt ve Fethi bey kafası var ve yaygın, ama henüz eylem yok. Dikkatten kaçırdığımız asıl değişim ve karşıtlık Lozan antlaşmasının 1 Ağustos 1923’de Büyük Millet Meclisi’nde kabulü ve 65 gün sonra İstanbul’dan işgalin kaldırılmasından sonra. İşgal niçin kaldırıldı?
Aslında 1923’e kadar yapılanlarda genel kabul var.
Problem Mustafa’nın atılıp Kemal’in Kamâl’e çevrilme sürecini de içeren dönemde yapılan deistçe söylemler, yazılar eylemlerde. Ve çok çok daha da önemlisi İslam’ı, tarihimizi ve kültürümüzü red eden batı kökenli tercüme yasalara dayalı devrimlerde, ki bu devrimler halen iktidarda ve ülkemizi bir asırdır yönetiyor.
5816 KALDIRILMADIKÇA
“5816 kaldırılmadıkça ve devletçe de desteklenecek bir yakın tarih çalışması yapılmadıkça gerçekler ortaya çıkarılamaz,” diyeceğiz ama çuvala sığdırılamaz devrimleri ne yapacağız?
Biz çocuksu bir anlayışla ne dediler diye örneğin Kamâl Atatürk ve Kazım Karabekir’in söylevleri ve söylemlerine mi, yoksa halkımıza sorulmadan diktatörce ve tehditle yapılan ve hâlâ iktidarda ve de muktedir olan devrimlere mi bakacağız?
Varabildiğimiz sonuç şudur ki yapılan her şey, Osmanlı’ının son döneminde senaryolaştırılmış, birileri de aldığı iç ve dış destekle ama zeka ve kabadayılıkla sahneye koymuştur.
İlahi kader de böyle işlemiyor, Rabbimiz de şöyle buyurmuyor mu?
“Nice ülkeler var ki, zulüm ve haksızlık yaptıkları hâlde, onları hemen helâk etmedim. Aksine, akıllarını başlarına almaları için kendilerine mühlet verdim, fakat günü gelince de şiddetli bir azapla onları yakalayıverdim. Unutmayın, eninde sonunda dönüş Banadır.” (Hac 22/48)
Altı asırlık bir Devlet bir avuç kişinin eliyle kökten değiştirilemezdi. Allah, verdiği kadri bilenemeyen nimetini geri aldı ve olanlar da oldu:
“İşte zalimlerin cezası budur. Ve bu cezanın sebebi yalnızca kendileridir. Çünkü kıyamete kadar değişmeyecek ilâhî yasalar uyarınca, bir toplum kendi iç dünyasındaki güzel ahlâk ve meziyetleri bozup değiştirmediği sürece, Allah onlara vermiş olduğu nimetleri değiştirecek değildir. Ve çünkü Allah, her şeyi işitendir, bilendir. Sonsuz ilim ve hikmeti gereğince, hiç kimseye hak etmediği karşılığı vermez.” (Enfal 8/53)