Gözlerimizi dünyaya açtıktan sonra, ailemiz ve toplumumuz bize bir kültür ve kimlik veriyor. Bu kimlik, bizim irademiz dışında gerçekleşiyor. Fakat, belli bir yaş ve bilgi seviyesine geldikten sonra biz bu kültür ve kimliği, test ediyor; onun hayatımıza getirdiği imkan, fırsat ve doğruları değerlendiriyoruz.
Kimliğimiz, kültürümüzün bir yansıması mı:
Her kimlik, kendi kültür sisteminin bir uygulamasıdır. Fakat, uzun yıllardan beri kimliğimiz, kültür sistemimizin bir parçası ve uygulaması olamadı. Çünkü, bilgi kaynakları ve bilginin nasıl bir hayat ve insan tipi hazırlamasıyla ilgili sistemde kopukluklar meydana geldi. Bu konuda, özellikle aile, kendi rol ve fonksiyonunu büyük ölçüde yapamaz duruma düştü. Okul ise, Batı’nın bilgi ve kültür sistemini herhangi bir değerlendirmeye tabi tutmadan aile’nin öğrettiklerine alternatif bir sistem ile geleneksel ve örfi kültürden uzaklaştı. Uzun yıllar, bu şekilde kendi iç dünyamızda bir mücadele yaşadık. Bu mücadele henüz bitmiş değil..
Şu anda iki kültürlü bir dünyamız var. Aslında bu farklılık, ikiden de fazla. Ama, konuyu kolay anlatmak için iki farklı kültürden bahsediyorum. Resmi sistemin politikaları ve medya gücü ile ailenin değerleri toplumda fazla etkin bir duruma ulaşamıyor. Her geçen gün, tarihi-geleneksel kültür ile şekillenen sosyolojik karakterimiz değişime uğruyor.
Geçenlerde bir cami’den faizin mahsurlarını anlatan hoca’ya bir vatandaş çıkıp, “Bu bilgileri biraz da hükümete söyle. Çünkü hükümet, faizi meşru gösteriyor” türünden bir çıkış yaptığını medyadan öğrendik. Aslında bu durum, hayatın birçok yönünde kendini gösteren bir durum. Her ne kadar hükümetin başı, dini ve ahlaki söylemleri zaman zaman dile getirse de, sistem; bu ikiliği yaşatmaya devam ediyor. Burada işin en can alıcı yönü de, tarihi, kültürel ve geleneksel inanç ve kültür sistemimizle, modern ve seküler hayatın değerlerinin ilmi ve sosyolojik olarak değerlendirildiği ilmi bir hesaplaşma bir türlü gerçekleşmiyor. Bile bile, bazı yanlışları yaşama ve onların kurallarına göre hareket etme durumumuz devam ediyor.
Kimlik kargaşası mı, Kimlik çatışması mı:
Bir kitabımda, bu soruya cevap vererek, kültür ile bağlantısı kesilen bir toplumun, kimlik kargaşası yaşadığını ve bu durumun, telafi edilebilir bir problem olduğunu belirtmiştim. Fakat, Türkiye’de kültür, bilgi eksikliği varsa da; asıl problemin kimlik çatışmasından kaynaklandığını söylemek, hatalı olmayacaktır.
Özellikle modernizm ve devrimcilik adına, toplumun değerler sistemi ve buna uygun yaşama çabası, bazı kesimler tarafından kabul edilemiyor. Bu kesim, kendi kafa ve yaşayışlarına uygun olmayan görüş ve tutumları, yok etmek istercesine bir baskı ve linç kampanyasına kadar varan tutumlar içine giriyor. Bu gruplar, “madem senin inanç ve ahlak sistemin böyle, nasıl istiyorsan öyle yaşa!..” deme anlayışında bile bulunmuyor, farklı görüş ve yaşama şekillerine karşı düşmanca tutumlar içine giriyorlar.
Batı dünyası, her ne kadar bizim inanç, kültür ve ahlak sistemimiz dışında bir yere konumlanmasına rağmen, bu tarz bir dışlama ve linç kampanyasına teşebbüs etmiyor. Yerli modernsit ve sekülerler, onlar gibi farklılıklara tahammül gösteremedikleri için, yabancılardan daha fazla tahammülsüz ve toleranssız olabiliyorlar.
Aslında bu tavrın temelinde, “kendini üstün görme” psikolojisi yatıyor. Bunun sebebi de, Tanzimattan beri gelen, kendi kimliğinden uzaklaşma hadisesi yatıyor. Halbuki, konuya akıl ve bilgi çerçevesinde bakılsa, böyle bir “ezberci yaklaşım”la meseleler değerlendirilmese, problem çözülebilecek.
Türkiye’de kimlik kargaşa ve çatışması, insanların başkalarının kendi inanç, ahlak ve geleneklerine saygı göstermesi; birbirini anlamaya çalışması ve pratikte doğru ve faydalı olanı seçmesiyle çözülebilecek. Çünkü, toplumda meydana gelebilecek anlayış ve uzlaşma, batıyı körü körüne takip eden resmi kurumların yetkililerini de zaman içinde doğmatik tutumlarından uzaklaştırabilir. Bilindiği gibi halkın eğilimi, herşeyi yerli yerince çözebilir.
Prof. Dr. Sami Şener