Kelimeler bize isyan etseler yeridir. Günlerdir bunu düşünüyorum. Hiçbirinin hakkını veremiyoruz. Onları ancak kullanıyoruz. Bir gün isyan edip seslerini gizleseler, karmakarışık hale gelseler biz ne yaparız? Kelimelerin de bir namusu olduğunu unutmayalım. Yerinde ve zamanında kullanmadığımız her kelime zamanı geldiğinde bizden hesap soracaktır. Yazıya niçin böyle başladım? Artık yazdıklarım bana da isyan eder duruma geldi de ondan. Yazdığım ve konuştuğum kelimeler gitmeleri gereken menzile bir türlü ulaşmıyor, nerdeyse ben dahi kendimi işitemiyorum. Bana bile ulaşmayan kelimeler günlerdir konuştuğumuz yerlere, kişilere nasıl ulaşsın?
İşte bugün, bunu yaşıyorum. Kudüs’ü, Aksa’yı, Gazze’yi hâsılı Filistin’i konuşmadığımız bir yılı hatırlamıyorum. Kendimi akil ve baliğ olarak adlandırdığım yıllardan beridir bu böyledir. Hep konuşulmuş. Onların acıları, gördükleri işkenceler, şehadetleri, intifadaları, yürekleri kavi taş çocukları, öfkeleri, metanetleri konuşulmuş. Ama sadece konuşulmuş. Bir de yazanlar var, diyeceksiniz ama o da bir tür konuşma şekli değil mi? Bırakın konuştuğumuz/ yazdığımız harfleri, kelimeleri konuştuğumuz cümleler kadar taşı katil İsraillilere atabilseydik Filistin’inin acılarını konuşmayacaktık şimdi. Üstelik sadece Filistin’e değil yeryüzünün bütün mazlumlarının sorunlarına kalıcı çözümler bulabilirdik o zaman.
Attığımız sloganlara bir ruh katabilseydik, elbette kahrolacaktı zalimler, Amerika, İsrail ve tüm işbirlikçileri. Ama bunca yıl atılan sloganlar, havaya kalkan yumruklarla birlikte usulca iniverdi yere ve siniverdi. Sonra şehrin ve hayatın karmaşası içinde kaybolup gittiler belki mahcup ve belki biraz da kızgın bir halde. Uluslararası dengeler, siyasi konjonktür, ülke menfaatleri, ticari kaygılar, yapılan anlaşmalar, tarihi süreç, modern çağın gereklilikleri gibi makro mazeretler ile ama çocuklarım daha küçük, ya işimden olursam, eşim, annem, babam, konu komşu ne der gibi mikro mazeretlerin ardına saklanarak kullandığımız cesur kelimelere ihanet ettik. Kimse kızmasın canım, bunları kendime söylüyorum ama üstüne alınana da bir diyeceğim olmaz. Belki; sana da yakıştı, derim. Çoğu yalan, birazı şüpheli ve çok çok azı doğru olan sosyal medya dünyasında kelime sörfü yapanlar da hakikat güneşinin aydınlattığı reel dünyaya iniş yapsalar yerinde bir harekete imza atmış olurlar.
Ekranlarda hayatlarını kaybeden çocukları, yaşlı kadın ve erkekleri canlı yayında izleyip bir spor müsabakasını yorumlar gibi yorum yapan zevat da ben bu durumu kesinlikle kabullenmiyorum artık, diyerek biraz ekran orucu tutsa hatta bazıları işi bıraksa ve çıktığı kanaldan aldıkları ücretleri bağışlasalar birkaç gönül kazanırlar değil mi? Konuşmayı bırakıp harekete geçsek kelimelerimiz bizimle barışır mı dostum? Kelimeler haklarını helal ederler mi peki?
Kudüs ve Filistin özelinde dünya mazlumlarını yazarken utanıyorum. Hiçbir şey yapmadan sadece konuştuğum için utanıyorum. Önce kelimelerden, sonra on yıllardır bir çözüm bulamadığımız ve bir kanayan yara olarak duran Kudüs’ten, Mescidi Aksa’dan, Doğu Türkistan’dan ve ismini yazmadığım ama dünyanın dört bir yanında kolları bacakları kırılan çocuklardan; evleri başlarına yıkılan, elektrik, su, gıda ve ilaca ulaşamayan kardeşlerimden utanarak yazıyorum. Kifayetsiz cümleler kurduğumun farkındayım. Onların haklı isyanının bir tezahürü olarak bu yazı yarım… Bu yazı yaram evet yaram… Ve bu yazı yarım… Bu yazı yarı… Konuşma, harekete geç; dercesine seslenen Nuri PAKDİL bu yazıyı tamamlar mı?
‘’Yürü kardeşim./ Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin.‘’
EYYUP YÜKSEL
YAZARIMIZIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN LÜTFEN BURAYA TIKLAYINIZ