Hz. Muhammed (s.a.s.) “Kıyametin kopacağını bilseniz elinizdeki fidanı dikiniz” diye buyurarak, önemli bir inceliğe işaret ediyor. Ağaç demek, hayat demektir. Ağaç demek, oksijen demektir. Ağaç demek, ruha huzur vermek demektir. Bu minvalde edebiyat alanında önemli bir çalışmaya imza atan, Yazar Hülya Günay ile “Ağaçların Gölgesinde” isimli eseri hakkında konuştuk. Hülya Günay, “Yetişkinler olarak bizler ağaç sevgisi ile rol model olursak çocuklarımız da bu bilinç ile büyüyüp, gelecekte çevre duyarlılığı olan yetişkinler olacaktır” dedi.
Hocam, öncelikle şu sorudan başlamak istiyorum. “Ağaçların Gölgesinde” isimli eseri kaleme almakta gayeniz nedir?
İlk vesvese, nefis mücadelesi yasak olan bir ağaca yaklaşmakla başlıyor. Dünya yolculuğu ağaçla başlıyor. Ağaçla da devam ediyor. Ağaç benim için tefekkür kaynağıdır, aşktır, şifadır. Bariz örneklerini yaşadığımız orman yangınları, yaşam alanlarımızın gitgide çoraklaşması, iklim değişiklikleri gibi çeşitli sorunların temelinde tabiat ile insanın arasındaki bağın zayıflaması, uyumun bozulması yatıyor. Bu düşüncelerden hareketle, İstanbul’un Ağaçları serisi olarak Divanyolu Dergisi’nde yazmaya başladığım ağaç yazıları gelişip, çoğaldı. Edebiyat, tarih, insan hayatında ağacın yeri, faydaları özel ilgi alanım olmaya başladı. Hissettiklerimi, tecrübelerimi paylaşmak, kendi özelimde yaşadığım farkındalık yolculuğumu paylaşmak, faydaya dönüştürebilmek temennisi ile kitaba dönüştü.
Kitapta, “yapraklar çocukluk öykümüzün kahramanlarıdır” diyorsunuz. Neden yapraklar öykümüzün kahramanlarıdır?
Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki, süratle gelişen, dönüşen, değişen bir dünyada yaşadığımızı kabul ediyoruz. Bugünün harika çocuklarını anlamaya çalışmak çok kıymetli. Teknolojiyi çocuklardan öğrenirken, bizim de onlara öğreteceklerimiz var. Onların kahramanı çizgi filmleri dâhi aşıp sanal dünyanın kahramanları olmuş durumda ve hemen hemen tüm oyunlar ekran başında oynanıyor. Benim çocukluk kahramanlarımın başında yaprak gelir. Kurutulmuş yaprakları renkli kartonlara yapıştırmak, kitaplarımın arasında yaprak kurutmak, sonbaharda yerlere dökülen yapraklardan yatak yapıp içine atlamak, yapraklarla oynamak keyifli çocukluk hatıralarımın arasındadır.
Eylül ve Ekim ile ilgili yazılar var. Eylül ve Ekim sizin için ne ifade ediyor?
Ruhum sonbahar ile birlikte yükselişe geçiyor. Eylül başlangıcı ile ağaçlar, rüzgâr, yağmur, bir su birikintisinde gördüğüm kurumuş yapraklar, Arnavut kaldırımları arasında şiir gibi güzellikler yaşıyorum. Eylül’de başlayan İlahi sanatın tecellileri Ekim ile birlikte zirve yapıyor. Tabiatı okumak, esma-ı hüsna tecellilerini özümsemek ve insan hayatı ile mukayese etmek, düşüncelerde derinleşmek için özel bir mevsim sonbahar. Romantik mevsim, her sanatçıya olduğu gibi bana da ilham oluyor. Bir diğer perspektiften bakınca, toparlanma vakti gibi geliyor. Yeni eğitim dönemi, yeni projelere başlamak. Yaz herkes için tatil, rehavet demek değil ama yaz boyunca yoran sıcaklar, rehavet, biriken tüm enerjiyi Eylül, Ekim ayına kanalize etmek üretken aşamaya geçmek heyecan verici benim için. Eğitimler, fuarlar, kültür, sanat etkinlikleri sosyal hayata da gelen bir sonbahar bereketi var.
Kur’an’dan hareketle “Mor Reyhan”dan söz ediyorsunuz. Mor Reyhan neden önemli?
Reyhana tarih boyunca manevi anlamlar yüklenmiştir. Ortaçağ’da tütsü olarak kullanıldığında kötü ruhları uzaklaştırdığına inanılmış. Romalılar, kötü talih ve kötülüklerden korunmak için evlerinin bahçesinden reyhan bitkisini eksik etmezlermiş. Mevlana’nın Mesnevî-i Şerifinde dokuz farklı beyitte reyhan, ilahi bilgi, ilahi sır, ruhun sıfatlarının tecellisini sembolize eder. Rahman Suresi’nde: “Orada (yeryüzünde) yapraklı daneler ve hoş kokulu reyhanlar vardır” diye geçer reyhan. Tabiatın her zerresinde tecelli ettiği gibi mor reyhanda da aklıma ilk gelen Ya Müzeyyin, Ya Mülevvin, Ya Hay esmalarının tecellilerini temaşa ediyoruz. Hoş kokusu, rengi, lezzeti, şifa kaynağı olması yönleriyle tefekküre, hayrete, şükre sevk ediyor.
Kitapta orman ve ağaç sevgisine çok vurgu var. Orman ve ağaç sevgisi nasıl olmalı?
Orman ve ağaç sevgisinin çok boyutları var. Tabiattan beklentisi, bakış açışı ile kişiden kişiye değişiklik gösterirken diğer taraftan yaşam kaynağımız olarak üzerinde projeler yapılması, çok çalışılması gereken önemli bir konu. Japonya örneği ile somutlaştırmak isterim. 1940 yılında Morita Terapisi’ni geliştiren Doktor Shoma Morita tedavilerinde hastalarını ormana gönderiyor, onlara yürüyüş, odun kesme ve ağaçlar arasında dinlenme gibi aktiviteler yaptırıyor. Bu yöntem tedavi sürecinde çok olumlu neticeler sağlıyor. Japonların “Shinrin Yoku” orman banyosu anlamına gelen bir kelimesi var. 1980’li yıllarda çalışmalar başlıyor. Shinrin Yoku 1982 yılında, Japonya Orman Bakanlığının sağlıklı yaşam için insanlara doğada düzenli olarak “banyo yapmak” eylemini gerçekleştirmeleri yönündeki önerisiyle birlikte kullanılmaya başlıyor. Bugün Japonya Terapi Ormanları Birliği on milyondan fazla insanın sık sık doğayla yoğun şekilde temas kurmasını sağlıyor. Şirketler çalışanlarını yeşillik alanlara gidebilmeleri noktasında, bilet ve rehberlik gibi hizmetler sunuyor. Farklı kültürlerde yüklenen anlamlara, bilince göre orman ve ağaçları korumak adına çeşitli faaliyetler bulunuyor. Benim kanaatime göre, orman ve ağaç sevgisi olmazsa olmaz, temel eğitim kıstaslarımız arasında olmalıdır. Küçük yaştan itibaren çocuklarımız ağaca dokunmalı, ağaçlar ile tanışmalı, ağaç dikmeye teşvik edilmeli, ağaç ve ormanları koruma konusunda temel eğitim verilmeli ki bu bilinç ve farkındalık toplumsal ahlak hâlini alıp, çevre duyarlılığı ile sürdürülebilir ve yaşanabilir bir dünya inşa edilsin.
Çınar ağacı hikâyesi ilgimi çekti. Biraz bize Çınar Ağacının hikâyesinden söz eder misiniz?
Türk toplumunda ağaç birliğin sembolüdür. Aile, boy, devletin birliği ve gücü ağaçlar üzerinden sembolleştirilmiştir. Oğuz boylarından Üçokların soyunun bir ağaçtan geldiği, annelerinin ağaç olduğu destanda bahsedilir. Dede Korkut öyküleri, Manas Destanı’nda çınar konusu vardır. İslamiyetin kabulü ile de yine hikâyelerde ağaç bahsi karşımıza çıkar. Çınar ağacı edebiyatımızda, tarihimizde geçen metinlerde geniş yer bulur. Osman Gazi rüyasında, Osmanlı Beyliği’ni dünyayı saran bir çınar ağacı olarak görür. Anadolu ve Balkan coğrafyasında kurulacak Türk hâkimiyetinin, dünyanın üç kıtasına yayılacağını, uzayan dalları ve kılıçlaşan yapraklarıyla haber vermektedir. Çınar ağacı, her dönem edebiyatta ve tarihte kendinden söz ettirmiş derin manalı ağaçlardandır.
Kitaptan hareketle ağaç bilinci ile ilgili neler tavsiye etmek istersiniz?
Bir ağacı kesmenin, kurutmanın bir insanın hayatını sonlandırmaktan farkı yok, bunu kabul etmemiz gerekiyor. Çocuklarımıza ağaç dikmek, sulamak, imkânlar dâhilinde bakımını öğretmek, en azından bir ağacın yanından geçerken onun bir canlı olduğunun bilincini aşılamak çok kıymetli. Bir site bahçesinde, parkta, yolda top oynarken ağaçlara, çiçeklere zarar veren çocukları görünce uyarıyorum ve izah edince anlaşıldığımı da görüyorum. Olumsuz bir tepki almadım bugüne dek. Yetişkinler olarak bizler ağaç sevgisi ile rol model olursak çocuklarımız da bu bilinç ile büyüyüp, gelecekte çevre duyarlılığı olan yetişkinler olacaktır.
Kitapla ilgili olumlu veya olumsuz ne gibi geri dönüşümler alıyorsunuz?
Ağaçların Gölgesinde benim ilk kitabım. Bugüne dek olumsuz bir eleştiri almadım. Her yaş grubu çok sevdi, çok güzel geri dönüşler alıyorum. İnsanlar gördükleri farklı bir ağaç, bitki olunca fotoğraf paylaşıyorlar bazen de bu ağacın adı ne diye soruyorlar. Ağaçlar ile ilgili olan paylaşımlar, amacıma bir nebze yaklaştığım hissi veriyor. Hiç bilmediğim bir ağaçla tanıştım, ağaçlara çok başka bir gözle bakmaya başladım, artık bir ağacın yanından geçerken öyle geçip gitmiyorum, en sevdiğim ağacın bilmediğim özelliklerini öğrendim gibi geribildirimler alıyorum. Okuyanlara soruyorum en sevdiğiniz ağaç, hemen herkesin kendisinden bir parça bulduğunu, insanlara bir türlü dokunmuş olduğumu görüyorum ve memnun oluyorum. Tabi ki yolun çok başındayız, edebiyat okyanus, biz kumsalda bir kum tanesi.
Son olarak konumuzla ilgili okurlarımıza neler söylemek istersiniz?
Bir Kızılderili atasözü der ki: “Yeryüzü, bize atalarımızdan miras kalmadı, çocuklarımızdan ödünç aldık.” Tabiat ile insan arasındaki bağı güçlendirmeliyiz. Bir tohumdan fidana sonra köklerini toprağa sapasağlam süren bir ağaç gibidir insan. Ağaç ve insan çok iyi iki dost aslında, yeter ki biz fark edelim. Dosta dost olalım, dost kalalım. Sadece tabiata karşı değil her varlığa özen gösterip, incitmemeyi, duyarlılığı çocuklarımıza aşılarsak şikayet ettiğimiz toplumsal sorunlar ve kaosun üstesinden gelmek mümkün olabilir. Güçlü ve sağlıklı bir toplum inşa edebiliriz. Bitkilere biyolojik, evrimsel, bilimsel bakış açısı ile bakarken, bilimsel okumaları kâinatı okumak ile harmanlayıp, yaratılanda Yaratanın tecellilerini görüp, tefekkür etmek ve çocuklarımızı da bu bilinçle yetiştirmek çok kıymetli. Değerli okurlarımıza yolculuğumuzun bu durağında bize eşlik ettikleri için teşekkür ederim. Bir Anadolu atasözü ile sözlerimi nihayetlendiriyorum: “Gölgeli büyük ağacınız hiç kesilmesin”
Ziya Bey, bu keyifli söyleşi ve emeklerinizden ötürü müteşekkirim.
Hülya Hanım, bize zaman ayırdığınız için size çok teşekkür ediyorum.
Hülya Günay Kimdir?
Hülya Günay 1979 Malatya doğumludur. Hayat boyu öğrenme kabulü ile kendini yetiştirmeye çalışan daimi öğrencidir aslında. Anadolu Üniversitesi Kamu Yönetimi, İstanbul Üniversitesi Sosyoloji bölümlerinde lisansımı tamamladım. Şu an İstanbul Üniversitesi Kültürel Miras ve Turizm bölümü son sınıf öğrencisiyim. Marmara Üniversitesi Aile Danışmanlığı programına devam ediyorum. Yaklaşık 20 yıl aktif iş hayatı içinde Üstad Necip Fazıl gibi bankacılık tecrübem oldu. Sayılardan uzaklaşıp, kelimelerin akışında devam etme kararı ile çeşitli dergilerde, gazetelerde yazdım. Editörlük yaptım. Şu an İttifak Gazetesi’nde, aylık dergi Şehir ve Kültür’de düzenli olarak yazmaktayım. Farklı çalışmalarım da devam etmektedir.