islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4916
EURO
36,2572
ALTIN
2.963,26
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
19°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
8°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

HANGİSİ DOĞRU: KURALLI HAYAT MI  KURALSIZ HAYAT MI?

HANGİSİ DOĞRU: KURALLI HAYAT MI  KURALSIZ HAYAT MI?
14 Ekim 2023 09:30
A+
A-

“Davranışlarımıza yön veren, uyulması gereken ilkelere” kural deniliyor.  Bu kurallar,  sadece davranışlarımıza değil, aynı zamanda ilim, sanat ve düşünce  dünyamıza da yön veriyor,  emredici ve yasaklayıcı  ilkeleri içeriyor.  Bu nedenle kurallı bir hayat, toplumun düzenini, huzurunu ve güvenliğini  sağlayan temel etkenlerin  başında yer  alıyor.   Nitekim “En kötü kural, kuralsızlıktan iyidir” sözü  de bu gerçeği ifade ediyor.,

Kurallı  bir hayatın,  ilk defa Hz. Adem ile  başladığını  biliyoruz.  Her ne kadar  bazı  bilim adamları, insanlığın  başlangıcını  medeniyetten  yoksun olarak  gösterse de,  dinî kaynaklarımız bunun aksini söylüyor.  Mesela Kur’an, Hz. Adem’in  evlilik hayatından ve çocuklarından, Allah’a kurban takdim edişlerinden  söz ediyor. Bazı  farklılıklar olsa da Tevrat’ta da benzer  bilgiler  yer alıyor. Bu nedenle  Hz. Adem’in ilk peygamber oluşu, onun aynı zamanda  getirdiği kuralları  uygulayan ve yaşayan ilk insan  olduğunu da gösteriyor.

Ne var ki Hz. Adem’in ve  ondan sonra  gelen  peygamberlerin  getirdikleri  kurallar,  zamanla ya unutulmuş, ya değiştirilmiş, ya da beğenilmemiştir. Bu nedenle her gelen peygamber,  bir önceki peygamberin  getirdiği  kurallardan  bozulmayanlarını  aynen devam ettirmiş;  bozulan kurallardan da bir kısmını ret etmiş,  bir kısmını da düzeltmiştir. Ayrıca ihtiyaç duyulan konularda yeni kurallar da getirilmiştir. Dolayısıyla  peygamberlerin getirdikleri  kurallar  ile  beşerin oluşturduğu kurallar, çoğu zaman birlikte yürümüş, fakat  zaman  olmuş  dinî kuralların, zaman  olmuş  beşerî  kuralların, insan hayatında  daha etkili  olduğu görülmüştür. Bu kurallar da “ ahlak kuralları”, “ hukuk kuralları” ve “ görgü kuralları” olarak  tasnif edilmiş, son yüz yıllarda buna bir de  “ trafik kuralları” eklenmiştir. Bu kuralar da ayrıca kendi içlerinde farklı  dallara ayrılmıştır.

Kurallar, geneli itibariyle  öznel ve nesnel olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlardan öznel olanı,  bireyin kendine karşı nasıl davranması gerektiğini gösteren kurallarıdır. Nesnel  kurallar ise bireyin, diğer bireylere  ve  topluma karşı  nasıl davranacağını  gösterir.   Dolayısıyla nesnel kuralların  kapsam alanı  daha geniştir;  ahlakî ve  etik  değerleri, iş ahlakını, görgü kurallarını ve trafik kurallarını da içermektedir. Mesela “ hız kurallarına uyun, alkollü araç kullanmayın, araç takip mesafesine uyun, emniyet kemerinizi kakın, trafik işaretlerine uyun, geçiş önceliği kurallarına uyun” gibi  kurallar, kurallı  yaşamaya bir  örnektir.  Bu nedenle  en  başta ahlak  kuralları olmak üzere, hukuk, görgü ve trafik  kuralları,  insanı insan yapan ve insan kalmasını sağlayan temel  ilkeler arasında  yer alır.

Ne var ki  bazı insanların,  bu kurallara uymadıkları, hem  ilahî, hem de beşerî kuralları beğenmedikleri, önemsemedikleri ve çiğnedikleri  görülmektedir.  Tarih boyunca bu, böyle olmuş, böyle olmaya da devam etmektedir. Bazı insanlar,  neden konulan  kurallara uymak istemezler ve  bu kuralları çiğnerler?  Elbette ki  psikolog ve sosyologlar başta olmak üzere bilim insanlarının, bu konuda  görüş ve  düşünceleri   olmuş  ve her birinin de  bakış açılarına göre  bir  değer ifade  ettiği görülmüştür.

Bu konuda Kur’an’da da bazı bilgiler  yer almakta  ve  şöyle  denilmektedir:

“Onlara âyetlerimiz açık açık okunduğu zaman (öldükten sonra) bize kavuşmayı beklemeyenler: Ya bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir, dediler. De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım”.

“ Onlara de ki:  Eğer Allah (bu ayetleri okumamamı) dileseydi, ben size onları okumazdım. O da size bunları bildirmemiş olurdu.  Fakat O,  yine de bir şekilde size  mutlaka  bildirirdi” [1]

Ayetleri de  bunu açıklar.

İnsan, bir şeyin değişmesini neden ister?  Bunun sebebi, genellikle o şeyin beğenilmemesidir.  Nitekim  bu  ayetlerden ahirete  inanmayan insanların,  getirilen kuralları ve ilkeleri  beğenmedikleri, bunların yerine Hz. Peygamberden başka kurallar getirmesini, ya da değiştirilmesini istedikleri, Hz. Peygamber’in de bu teklifi ret ettiği   anlaşılmaktadır.

Bu ayetlerin  yorumunda müfessirler,  daha ziyade  Hz. Peygamber’in verdiği cevap üzerinde durmuşlar,  getirilen ilkelerin ve kuralların  üzerinde pek de  durmamışlar;  neden ve niçin? Beğenilmediği konusuna  da gereken önemi  vermemişlerdir. Oysa Kur’an’da, ilahî kuralların  niçin beğenilmediğini açıklayan çok önemli  bilgiler yer almaktadır. Bu bilgiler arasında  kalplerin katılaşması;[2] Allah’ın mesajlarını görmezden gelmek;[3] şeytana uymak ve Allah’ın indirdiği dinden hoşlanmamak;[4]  kâfirleri veli edinmek;[5] dünya hayatında işlerinin ters gitmesi; [6] nimetler yüzünden azmak;[7] arzularını tanrılaştırmak;[8]  aklını kullanmamak;[9]  ve kâfirlerin nezdinde saygınlık kazanmaya çalışmak[10]  gibi bilgiler, en  dikkat çekici  olanlarıdır.  Nitekim  günümüzde  etkin olmaya çalışan  deist anlayışın  temelinde   yatan da bu zihniyettir.

Kur’an’ın getirdiği ilkelere, zaman içinde yapılan  farklı yorumlarının ve buna bağlı  uygulanış biçimlerinin  de beğenilmediği  görülmektedir. Bu durumu,  merhum Mehmet Kaplan,  “Bizde aydınlar,  İslâmiyet’in dejenere olmuş, katılaşmış şekline karşı koymak için büyük ölçüde imanlarını kaybettiklerinden, on dokuzuncu yüzyılda pozitivizme, son olarak da  Marksizm’e sarılmışlardır” [11]  sözleriyle açıklar. Günümüzde de  bu sebeplerin belli ölçüde devam ettiği,  bunlara ilave olarak yeni sebeplerin de ortaya çıktığı görülmektedir.

Bu sebeplerin başında da Müslümanların dinî kuralları  gereği gibi uygulamayışları  yer almaktadır. Daha açık bir ifade ile, kimi insanlar,  İslam’ın bazı kurallarını; kimi insanlar, İslam’ın bazı yorumlarını ve uygulamalarını; kimi insanlar da İslâmî  kuralları  gereği  gibi uygulamayan Müslümanları beğenmemekte, eleştirmekte, hatta kötü örneklerden hareketle dinden  uzaklaşma  temayülleri göstermektedir.

Kimi insanların ve daha ziyade gençlerin, başta dinî kurallar olmak üzere, hazlarını ve arzularını kısıtlayan her türlü  kural ve ilkelere  karşı oldukları; kuralsız bir hayatı  tercih ettikleri ve bunu da  özgürlük adına yaptıkları bilinmektedir. Bu  tür bir anlayışa  sahip olanların, sınırsız  bir özgürlüğün  olmadığını, ya da  olamayacağını  bilmemeleri, ya da bilmezlikten gelmeleri   de ayrıca düşündürücüdür. Çünkü  bireysel özgürlüklerin de  bir  sınırı  vardır;  o da, diğer bireyin özgürlük sınırına kadardır. Dolayısıyla  birey için mutlak   bir özgürlük yoktur, sınırlı  bir özgürlük vardır. O sınırı da kural ve ilkeler  belirlemektedir. Zira her  kural,  aşırılığı, haksızlığı ve zulmü önlediği için, aslında  gerçek özgürlüğün de bir  göstergesidir.

Şunu önemle  belirtmek gerekir ki  İslam, insanın fıtrî yetilerini, duygularını  ve içgüdülerini  yok sayan bir  din değil,  tam aksine bu duyguların  meşru  yoldan  tatminini isteyen ve  bunu da  ilke  ve kurallara bağlayan  bir dindir. Dolayısıyla  İslâm,  yemeyi, içmeyi, cinselliği ret etmez;  bunların tatminini belli kurallara  bağlar. Mesela  suyu ve meşrubatı helal, içkiyi haram sayar. Cinsellik için nikahı helal, gayr-i meşru ilişkiyi  de haram sayar.

İslâm, barışı amaçlar, ancak zorunlu hallerde  savaşa da ruhsat verir ve bu savaşı da kurallara bağlar. Nitekim “Savaşa bizzat veya dolaylı biçimde katkıda bulunmayan kadınlar, çocuklar, akıl hastaları, özürlüler, hastalar, yaşlılar, mâbedlerde inzivaya çekilmiş din adamları ile kendi işlerini yürütmekte olan çiftçi, işçi ve iş adamlarının öldürülmesi yasaktır”[12]  ilkeleri, bunu ifade eder ve savaşın da bir hukuku olduğunu orta koyar.  Bu nedenle hukuksuz  savaş, zulümdür ve insanlık sucudur. Savaş hukukunu hiçe sayarak kadın, çocuk demeden  masum insanları katleden İsrail’in , Gazze’de yaptığı da  böyle bir zulümdür.

Bu nedenle  her yerde ve  hayatın her alanında ne yaparsak  yapalım, kurallara  mutlaka ihtiyaç vardır. Zira her kural, davranışlardaki belirsizliği azaltan, insana  daha  rahat, daha kolay, daha adil ve daha huzurlu  bir  hayat vaat eden ilkeleri ihtiva eder. Bu nedenle Kur’an, insanlara kurallı bir  hayat için   helal, temiz, doğru, güzel ve  denge ilkelerini   sunar. Bu durumda şu soruyu sormak, yerinde olacaktır: Kurallı bir hayat mı, yoksa kuralsız bir hayat mı?  doğru bir hayattır. Zira bu soruya vereceğimiz cevap, hayat tarzımızı belirleyecektir.

    

Prof. Dr. Celal Kırca

 

[1] Yunus,10/15-16.

[2] Bakara 2/74-75.

[3] Zuhruf 43/36-39.

[4] Muhammed 47/25-26.

[5] Al-i İmran 3/28; Maide 5/51.

[6] Zümer 39/8.

[7] Hac 22/11.

[8] Casiye 45/23.

[9] Yunus 10/99-100.

[10] Nisa 4/138-140.

[11] Mehmet Kaplan, Nesillerin Ruhu, İstanbul 1970,   s.143.

[12]  TDV İslam Ansiklopedisi, Savaş  maddesi

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.