islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4838
EURO
36,2362
ALTIN
2.960,88
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

İSLAM MEDENİYETİ VAROLMA GÜCÜNÜ KURAN’DAN ALIR!

İSLAM MEDENİYETİ VAROLMA GÜCÜNÜ KURAN’DAN ALIR!
15 Ekim 2023 01:43
A+
A-

Kuran, 114 sure, 6.616 ayet, 77 bin 934 kelime, 323 bin 671 harften oluşan bir ilahi metindir. İlk inen ayetlerde Hz. Muhammed’e tebliğ görevinin verilmesiyle ilgili metinlerin dışındaki bütün ayetler, Peygamber Efendimizin yaşadığı ortamda karşılaştığı olaylara bağlı olarak indirilmiştir. Bu, Kuranın nüzul sebepleri dediğimiz bir olayın sonucudur. Bunun önemi, insanların sosyal bir varlık olarak yaşadıkları olaylar karşısında nasıl bir tavır alacaklarını Yüce Yaratıcının ayetlerle Peygamberine bildirmesiyle cemiyetin buna göre bir Vahiy şemsiyesi altında şekillenmesini sağlamıştır. Kuranın bu yüzden 23 yılı aşkın bir zaman dilimi içerisinde indirilmiş olmasının ana sebebi de budur.

Hz. Peygamber, okuma-yazma bilmiyordu. Bu da, Kuran’ın sağlıklı bir ilahi metin olmasını sağlayan önemli bir avantajdı, çünkü beşeri ifade ona böylece karışmayacaktı. Ancak, bu süre içerisinde gelen ayetlerin hemen tamamı ‘Vahiy Kâtipleri’ tarafından yazılarak ve bazı Sahabeler tarafından ezberlenerek kontrol alına alınmaktaydı. Ayrıca, Hz. Peygamber her ramazanda, o yıl inen ayetlerden önce daha evvelki yıllarda inen ayetleri tekrar ettirerek düzenli bir şekilde korunmasını sağlamaktaydı. Böyle bir koruma kalkanı soncu Hz. Resulün vefatından sonra Kuran’ın bir metin haline getirilmesi kolaylaşmıştı.

Hz. Peygamber’in vefatından sonra bu kâtipler tarafından yazılan metinler, eşi Hz. Aişe’ye teslim edildi. On iki yıl sonra İslam coğrafyasının genişlemesi ve vahiy kâtiplerinden ölenlerin görülmesi üzerine bu metinlerin, düzgün bir kitap haline getirilmesine karar verildi. Bu metni bir sahabe yazdı, diğer katipler kontrol ettiler. Daha sonra bu birkaç nüsha haline getirildi ve İslam’ın değişik bölgelerine gönderildi. Bu uygulamayla, Kuran, Tevrat ve İncil’in akıbetine uğramaktan kurtarıldı.Bugün bütün İslam Dünyasında okunup takip edilen Kuran bu ilk derlemeden sonra düzenlenen çoğaltmaların sonucudur.

 

  1. Peygamber’e inen ilk ayetler, “AlakSuresi”nde toplanmıştır.. Bu surede, söylenen ilk ilahi sözler şunlardır: “Oku, seni Yaratan Rabbinin adıyla. O seni bir kan pıhtısından yarattı ve sana kalemle yazmayı öğretti.” Bunun tefsirinde şöyle denilmektedir:

Nüzulü” bölümünde açıklandığı üzere bu ayetler Hz. Peygamber’e inen ilk vahiy olup ona ve onun şahsında bütün Müslümanlara okumayı emretmiş, onları kalemle yazmaya ve ilimde gelişip yetkinleşmeye teşvik etmiştir. İlk vahyin “oku” emriyle başlaması ve bu emrin iki defa tekrar edilmesi, okumanın ve bilmenin dinde ve insan hayatında ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Kur’an’ın, canlılar arasında insanın farklı ve üstün yerini onun öğrenme özelliği ile tanımlaması son derece anlamlıdır (ayrıca bk. Bakara 2/31). Ayette Hz. Peygamber’e emredilen okumanın konusu belirtilmemiştir; çünkü başta kendisine indirilen vahiy ve kozmik evrendeki ayetler olmak üzere, okunması yani üzerinde inceleme yapıp zihin yorarak hakkında bilgi edinilmesi, ders ve ibret alınması gereken her şeyi tanıması, hakikatini anlayıp kavraması istenmektedir. Kuşku yok ki yaratanı tanımak, dinin de ilmin de temel gayesidir. Bu sebeple “Yaratan rabbinin adıyla oku!” buyurularak Hz. Peygamber’in okuma faaliyetine veya herhangi bir işe, başka varlıkların adıyla değil, yaratan rabbinin adıyla başlaması ve O’ndan yardım istemesi emredilmiştir. Ayete “Yaratan rabbinin adına oku!” şeklinde de mâna verilebilir. Sonuçta okumanın (veya herhangi bir faaliyetin) Allah’ın adıyla, Allah için ve Allah adına yapılması emredilmiştir. Ayette “Yaratan rabbinin adıyla oku!” buyurularak özellikle yaratma sıfatına vurgu yapılmıştır. Çünkü hem insandaki okuma yeteneği ve imkânını hem de onun okuduğu, incelediği, anlamaya ve kavramaya çalıştığı objeleri, nesneleri yaratan Allah’tır. İnsan, bilgi edinme sürecinde Allah’ın verdiği imkân ve yetenekleri kullanmakta, O’nun yarattığı şartlarda ve onun yarattığı varlıklar üzerinde inceleme ve araştırmalar yapmaktadır. Durum böyle iken, yani O’nun yarattığı yeteneklerle O’nun yarattığı varlık âlemini incelerken, bütün bu lütufları görmezlikten gelerek Allah’a şükretmemek, O’nu tanımamak, üstelik bunu bilim adına yapmak büyük bir nankörlüktür.

Sözlükte “yapışmak, asılmak, sevgi, ilgi, kan emen kurtçuk” gibi anlamlara gelen alaka kelimesinin çoğulu olan 2. ayetteki “alak” ile aşılanmış yumurtanın ana rahminin iç cidarına asılı vaziyetinin (zigot) kastedildiği anlaşılmaktadır. Ayetler insanın kâmil bir varlık haline gelmesi için önce yaratanı, sonra da yaratılanı yani kendisini ve evreni tanımasının gerekli olduğunu gösterir

“Nüzulü” bölümünde anlatıldığı üzere Cebrail Hz. Peygamber’e “oku” dediğinde o okuma işinin okuma yazma bilenler tarafından yapılabileceğini düşünerek “Ben okuma bilmem” demişti. İşte 3. ayet, bir bakıma Resul-i Ekrem’in bu dolaylı özür beyanına bir cevap olmaktadır. Buna göre, Allah’ın keremi sonsuzdur. O, insanı “alak”tan yaratıp mükemmel bir varlık haline getiren ve peygamberlik gibi yüce bir makama kadar erdiren kudretiyle, dilediği kullarına normal yollardan, yani kalemi ve diğer bilgi malzemesini kullanarak bir hocadan bilgi almasını sağlayarak okumayı öğretir.  Ancak O, kullarından dilediğine, bir öğretici ve öğrenim aracılığı olmadan bilgi öğretmeye de kadirdir.

4 ve 5. Ayetlerde kalemin önemi vurgulanmıştır; çünkü kalemde sayılamayacak kadar çok ve büyük faydalar vardır. Kalem vasıtasıyla ilimler tedvin edilmiş, hikmetler kaydedilmiş, öncekilerle ilgili haberler, bilgiler zaptedilmiş, Allah tarafından indirilmiş olan kutsal kitaplar yazılmıştır; kısaca uygarlıklar kalem sayesinde süreklilik kazanmış, kuşaktan kuşağa aktarılmış; Allah kalem vasıtasıyla insana bilmediklerini öğreterek onu cehalet karanlığından kurtarmış, ilmin aydınlığına kavuşturmuştur. Burada “kalem” kelimesinin, –işlevi ve amacı dikkate alındığında– bilinen kalemden bilgisayara kadar bütün okuma, yazma ve bilgi alıp verme araçlarını kapsadığını da belirtmek gerekir.”

İLK AYET, İLK İŞARET!

Bu ilk tebliğde iki önemli noktanın altı çizilmektedir: Birisi insanın varoluş safhaları, diğeri ise insanın hayata atıldıktan sonra ihtiyaç duyacağı nesnedir. Birincisini sureye ad olan ‘alak’ la, ikincisini ise ‘kalem’le ifade etmektedir.

İnsanın ana rahmindeki oluşum başlangıcı ‘zigot’ denilen bir biyolojik sisteme bağlıdır. Bunun, Kurandaki adı alak’tır. Modern tıp, Kuran’ın 15 asır önce ifşa ettiği bir gerçeği ancak asırlar sonra fark edebilmiştir. Aslında bu işaret bile bir medeniyet gücünün ifadesi olarak Kuran’a sağlanan olağanüstü bir imtiyazdır. Ondan daha da önemlisi, insanın ilk müracaat malzemesi olarak ‘kalem’ e işaret edilmesidir. Ayetlerin yorumunu yapan İlahiyatçıların yukarıda işaret ettiği nokta önemlidir:

“Ayetlerde kalemin önemi vurgulanmıştır; çünkü kalemde sayılamayacak kadar çok ve büyük faydalar vardır. Kalem vasıtasıyla ilimler tedvin edilmiş, hikmetler kayde-dilmiş, öncekilerle ilgili haberler, bilgiler zaptedilmiş, Allah tarafından indirilmiş olan kutsal kitaplar yazılmıştır; kısaca uygarlıklar kalem sayesinde süreklilik kazanmış, ku-şaktan kuşağa aktarılmış; Allah kalem vasıtasıyla insana bilmediklerini öğreterek onu cehalet karanlığından kurtarmış, ilmin aydınlığına kavuşturmuştur. Burada “kalem” kelimesinin, –işlevi ve amacı dikkate alındığında– bilinen kalemden bilgisayara kadar bütün okuma, yazma ve bilgi alıp verme araçlarını kapsadığını da belirtmek gerekir.”

Şimdi isterseniz, Kuran’ın kendimedeniyet muhtevasına kısaca bir göz atalım:

Kur’an-ı Kerim’in her ayeti birer mucizedir. Bu bakımdan Kur’an’daki bütün mucizeleri burada anlatmak mümkün değildir. Bazıları şöyledir:

  1. “Allah O’dur ki, gökleri dayanak olmaksızınyükseltti.”(Ra’d, 13/2)ayeti, göklerin dağlar sayesinde ayakta duruyor hurafesini ortadan kaldırmıştır.
  2. Kur’an-ı Kerim’de evrenin yaratılışı şöyle açıklanır. “O gökleri ve yeri yoktan var edendir.”(En’am, 6/101) Bu ayet şimdiki ilim dünyasının ulaştığı son nokta olan -tüm evrenin zaman ve mekân boyutlarıyla bir sıfırdan, büyük bir patlamayla ortaya çıktığı- gerçeğini 1.400 sene evvel haber vermiştir.
  3. Kâinatın daima genişlediği gerçeği artık ilim ve bilim dünyasının kabul ettiği bir ilmi buluştur. Buna Kur’an şu ayetiyle işaret etmektedir:

 “Biz göğü büyük bir kudretle bina ettik. Ve şüphesiz biz onu genişleticiyiz.” ‘Zariat 51/47)

  1. XX. asrın bir buluşu da her yıldız ve gök cisimlerin bir yörüngede durduğu gerçeğidir. Bu duruma Kur’an şua ayetle işaret ediyor:

 

“Geceyi, gündüszü, ayı, güneşi yaratan O’dur.Herb.iri bir yörüngede yüzüp gidiyor.” (Enbiya ;21/33)

  1. Güneşin sabit olarak durduğu zannedilirdi. Oysa Kur’an güneşin sabit değil aksine daima hareket eden ve belirli bir hızla ilerleyen bir gök cismi olduğunu söylüyordu. Ve asırlar sonra da ilim onu tasdik edecekti. Şöyle ki:

 “Güneş de kendisi için tespit edilen b.ir karar yerine doğru akıp gitmektedir. Bu üstün ve güçlü olan bilenin takdirindedir.” (Yasin; 36/38)

Kur’an’daki Jeolojik Mucizeler:

Karaların Azalması:

Yüce Allah on dört asır önce indirdiği Kur’an-i Kerim’de kendi yaratışıyla ilgili bazı sırları haber vermektedir. Bu sırlar hem Kur’an’ın Allah sözü olduğunu kanıtlamakta hem de doğa bilimlerindeki gelişmenin önünü açmaktadır.

“Onlar görmüyorlar mı ki, gerçekten biz arza geliyor ve onu çevresinden eksiltiyoruz. “ (Rad; 13/41)

“Fakat şimdi, bizim gerçekten yere gelip onu etrafından eksiltmekte oluğumuzu görmüyorlar mı?” (Enbiya;21/44)

Küresel ısınmayla birlikte kutuplardaki buz tabakaları erimekte ve okyanuslardaki deniz suyu seviyesi yükselmektedir. Artan su miktarı da daha fazla karayı kaplamaktadır. Deniz kıyıları sular altında kaldıkça, yeryüzünün toplam yüz ölçümü veya kara miktarı da azalmaktadır. Ayetlerde geçen “onu çevresinden eksiltiyoruz”, “etrafından eksiltmekte olduğumuz” ifadelerinin de, deniz kıyılarının sularla kaplanmasına işaret ediyor olması muhtemeldir.

New York Times gazetesinde bu konu ile ilgili yer alan bir haber şöyledir:

Geçen yüzyıl boyunca, yeryüzünün ortalama yüzey ısısı bir fahrenheit kadar yükseldi, ısınma oranı da son çeyrek yüzyılda artış gösterdi. Bilim adamları, 1950 ve 1960’ların denizaltı verilerini 1990’ların gözlemleri ile karsılaştırdılar ve Kuzey Kutbu havzasındaki buz tabakasının % 45 oranında inceldiğini ispatladılar. Uydu görüntüleri, bölgeyi kaplayan buzların boyutlarının geçtigimiz yıllarda önemli ölçüde azaldığını göstermektedir. (New York Times, August 19, 2000)

  1. yüzyıl sonlarında elde edilen bulgular, Enbiya suresinin 44. ve Radsuresi’nin 41. ayetlerindeki hikmetleri anlamamıza yardımcı olmuştur.

Kıtaların Sürüklenmesi

Yer kabuğu kendisinden daha yoğun olan manto tabakası zeminde âdeta yüzer gibi hareket etmektedir. İlk olarak XX. yüzyılın başlarında AlfredWegener isimli Alman bir bilim adamı, yeryüzündeki kıtaların dünyanın ilk dönemlerinde bir arada bulunduklarını, daha sonra farklı yönlerde sürüklenerek birbirlerinden ayrılıp uzaklaştıklarını keşfetmiştir.

Yeryüzündeki kara parçaları yaklaşık 500.000.000 yıl önce birbirlerine bağlılardı ve “Pangaea” ismi verilen bu büyük kara parçası Güney Kutbu’nda bulunuyordu.Yaklaşık 180.000.000 yıl önce Pangaea ikiye ayrıldı. Farklı yönlere sürüklenen bu iki dev kıtanın birincisinden Afrika, Avustralya, Antarktika ve Hindistan; ikincisinden ise, Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya’nın Hindistan dışındaki kısımları oluştu.

Kıtasal hareketin yılda 1 ile 5 cm civarında olduğu hesaplanmıştır. Tabakalar bu şekilde hareket ettikçe Dünya coğrafyasında değişiklikler meydana gelir. Örneğin, Atlantik Okyanusu her sene biraz daha genişlemektedir.

Allah dağların hareketini ayette “sürüklenme” olarak bildirmiştir. Bilim adamlarının bugün bu hareket için kullandıkları İngilizce terim de “continentaldrift” yani “kıtasal sürüklenme”dir.

“Dağları görürsün, donmuş sanırsın. Oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler.” (Neml; 27/88)

  Yerin Yedi Katmandan Oluşması:

Allah’ın Kur’an’da yeryüzü ile ilgili bilgilerden biri, yeryüzünün, yedi kat olan gökyüzüne benzerliğidir:

“Allah yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı” (Talak;65/12)

Rabbimiz asırlar önce yerin ve göğün yedişer kat olduğunu bildirmiştir. Asırlar sonra uzun jeolojik araştırmalar sonucunda varılan netice de aynı olmuştur. Bilim adamlarının sıraladığı bu katmanlar şöyledir: Hidrosfer, Litosfer, Astenosfer, Üst manto, Alt Manto, Dış Çekirdek ve Iç Çekirdek:

Hidrosfer okyanus ve denizlerin en üst kısmı ile bunlardan etkilenen karaların kıyılarıdır. Litosfer, Dünya’nın en üst katmanını oluşturan katı kaya tabakadır. Diğer katmanlarla kıyaslandığında oldukça ince, daha soğuk ve daha katıdır; bu bakımdan yeryüzünde kabuk görevi görür.

Litosferin altında Astenosfer katmanı bulunur. Bu katman yüksek ısı ve basıncamaruz kaldığında yumuşayıp eriyebilen, sıcak, yarı-katı maddelerden oluşmuştur. Katı Litosfer tabakasının, yavaşça hareket eden Astenosfer tabakası üzerinde yüzdüğü ya da hareket ettiği düşünülmektedir. Bu katmanın altında yüksek sıcaklıkta, yarı-katı kayalardan oluşan yaklaşık 2.900 km kalınlığında manto denilen bir tabaka vardır. Kabuktan daha fazla demir, magnezyum ve kalsiyum içeren manto daha sıcak ve yoğundur; çünkü Dünya’nın içindeki ısı ve basınç derinlikle birlikte artar.

Dünya’nın merkezinde de neredeyse mantonun iki katı yoğunlukta olan çekirdek yer alır. Bu yoğunluğun sebebi içeriğinde kayalardan çok metaller (demir-nikelalaşımı) bulunmasıdır. Dünya’nın çekirdeği ise iki ayrı parçadan oluşur: Biri 2.200 km kalınlığında olan sıvı dış çekirdek, diğeri de 1.250 km kalınlığındaki katı bir iç çekirdek. Dünya döndükçe sıvı dış çekirdek Dünya’nın manyetik alanını oluşturur.

Her şeyden önemlisi, XX. yüzyıldaki teknoloji ile tespit edilebilen bu bilimsel gerçeklerin Kur’an’da yerelması,Kur’an’ın çok sayıdaki mucizesinden sadece birkaçıdır.

Yarılan Yeryüzü:

 “Dönüşü olan göğe ant olsun, yarılan yere de.” (Tarık;86/11-12)

Yukarıdaki ayette geçen Arapça “sada” kelimesi Türkçe’de “çatlama, yarılma, ayrılma”anlamlarına gelmektedir. Allah’ın yerin yarılması üzerine yemin etmesi, başka bir Kur’an mucizesidir.

1945-1946 yıllarında, bilim adamları mineral kaynaklarını araştırmak için ilk kez deniz ve okyanusların diplerine indiler. Araştırmaların da dikkati çeken en önemli noktalardan biri Dünya’nın kırıklı yapısı oldu. Dünya’nın dış yüzeyindeki kayalık tabaka; kuzey-güney ve doğu-batı doğrultulu olup, on binlerce kilometre uzunluğunda çok sayıda geniş çatlak(fay) ile yarılmıştı. Yeryüzünün bu kırıklı yapısı sayesinde, önemli miktarda ısı dışarı atılır ve erimiş kayaların büyük bir kısmı okyanuslardaki tepeleri oluşturur. Eğer yeryüzünün, kabuğundan yüksek miktarda ısının dışarı çıkmasına olanak veren bu yapısı olmasaydı Dünya üzerinde hayat imkânsız olurdu. Çünkü bu durumda yer kabuğunun altından çıkış noktası bulamayan ısı, çok büyük miktarlarda olumsuz nükleer etki meydana getirecekti.

Bütün bunlara bakarak şu gerçeği unutmamamız gerekmektedir. Kuran’ın güzelliği inancın bir sonucu değil sebebidir. Bu estetik güzelliği idrak etmekle ona verilecek değer daha da artacaktır. Bunu fark edenler ondan faydalanmada hep başarılı olmuşlardır.

Kuran’ın bu üstün gücü onun, Arap kültüründe büyük önem taşıyan şiirle karşılaştırılmasını gündeme getirmiş ve Hz. Peygamber’e karşı olanlar, savuma refleksi olarak bu defa şairleri ve şiiri kullanmak istemişlerdir. Yüce Yaratıcı, bu duruma duyarsız kalmamıştır.  Şuara suresinde yer alan ifadelerle bu tür özentilere meydan okunmuş ve ayrıca, şiirin Kuran’la baş edemeyeceğinin altı çizilmiştir.

“Şairlere gelince, onlara sapkınlar uyarlar. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin? Ancak, iman edip iyi şeyler yapanlar, Allah’ı çokça ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar başkadır. Haksızlık edenler, neye nasıl dönüşeceklerini yakında göreceklerdir.” (Şuara; 26/224-227)

Yüce Yaratıcı, bu ayetlerden ayrı olarak Kuran’da sık sık, onun benzerinin yazılamayacağını beyan eden ayetlerle uyarıda bulunur ve şöyle der:

“Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimizden şüphe içindeyseniz, haydi onun gibi bir sure getiriniz ve eğer doğru iseniz; Allah’tan başka bütün yardımcılarınızı da çağırınız.” (Bakara, 2/23)

“De ki: Ant olsun, eğer insanlar ve cinler şu Kuran’ın bir benzerini getirmek için toplansalar, yine onun benzerini getiremezler. Birbirlerine arka çıkıp yardım etseler de.” (İsra, 17/88)

“Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? De ki: Öyle ise siz de onun benzeri on uydurulmuş (dahi olsa) sure getiriniz. (Hatta) eğer doğru iseniz, Allah’tan başka çağırabildiklerinizi de çağırınız.” (Hud, 11/13)

“Yok eğer bunun üzerine size cevap vermedilerse, artık bilin ki, bu Kur’ân ancak Allah’ın ilmiyle indirilmiştir. O’ndan başka ilâh yoktur. Artık Müslüman oluyorsunuz, değil mi?” (Hud, 11/14)

Bunca asır boyunca, bu yönde Kuran üzerinde yapılan bütün olumsuz girişimlere rağmen, herhangi bir etki arzulanan yeri bulmamıştır. O, gerçek anlamıyla. Allah tarafından korunan bir mucizesi ve bu yönüyle de İslam Medeniyetine giden yolun belirleyicisi, besleyici olduğunun açık işaretidir. Bunun içindir ki, İslam Medeniyeti, bir Kuran medeniyetidir. Kuran’ın uyarıları ve yönlendirici işaretleri olmasaydı, Müslüman âlimler böyle bir medeniyeti insanlığa armağan edemezlerdi.

İslam medeniyetine hayat iksiri veren Kuran’ı bir başka önemli hususiyeti de, metinlerde yer alan Cennet tasvirleridir. Bunlar, inanan insanları dünyada da böyle heveslere sürükleyeceği için önemli bir model tarzını ortaya koymuş olmaktadır.

MUHSİN İLYAS SUBAŞI

YAZARIMIZIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar