İnternet sitelerinde yer alan “Oğullar babaları hakkında ne düşünür?” başlığı altında verilen bilgiler, oldum olası dikkatimi ve ilgimi çekmiştir. Bu yazıda bir çocuk, 6 yaşına geldiğinde, “Babam her şeyi biliyor”; 10 yaşına geldiğinde, “Babam çok şey biliyor”; 15 yaşına geldiğinde, “Ben de babam kadar biliyorum”; 20 yaşına geldiğinde, “Babamın da pek fazla bir şey bildiği söylenemez”; 30 yaşına geldiğinde, “Bir kere de babamın fikrini sorsam fena olmayacak”; 40 yaşına geldiğinde “Ne de olsa babam bazı şeyleri biliyor”; 50 yaşına geldiğinde, “Babam her şeyi biliyor” ve 60 yaşına geldiğinde ise, “Ahh ! Keşke babam hayatta olsaydı da kendisine danışabilseydim…” diye düşündüğü anlatılır.
Söylenenler, bilimsel olarak ne kadar doğrudur? Bilemiyorum, zira ben böyle bir düşünceye sahip olduğumu hatırlamıyorum. Ama bilinen bir şey var ki o da çocukların hem fizikî, hem de fikrî yönden bir gelişim içinde olduğudur. Özellikle ergenlik çağlarındaki gençlerin hırçın oluşlarının, “Deniz dalgalanmadan durulmaz” misalinde olduğu gibi zamanla sükunete ermesi, buna bir kanıt olarak görülüyor.
Gençler, hırçınlık dönemlerinde söz dinlemeseler ve “kargadan başka kuş” tanımasalar da, belli bir yaşa geldiklerinde Cahit Sıtkı Tarancı’nın,
“Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış”
dediği gibi, ateşin yaktığını, suyun insanı boğduğunu ve her günün bir dert olduğunu öğrenmekte ve öğüt dinlemeye başlamaktadırlar.
Bu nedenle gençler öğüt dinlemiyorlar, diye onlara öğüt vermekten de geri durmamak gerekiyor. Nitekim Yüce Yaratıcı da peygamberleri de insanlar söz dinlemiyor diye, onlara öğüt vermekten geri durmamışlar, bilakis öğüt vermişler ve öğüt vermeye de devam etmişler. Yazılan yazıların, hikayelerin, romanların aslında birer öğüt olduğunu da unutmamak gerekiyor. Ailede ve okulda öğretilen bilgilerin bir amacı da öğüt vermek değil midir?
Kur’an’da yer alan bilgilerin amacı da doğrudan veya dolaylı olarak insana öğüt vermektir, bu nedenle de onun bir adı da “zikir”dir (Hicr,15/9) Nitekim şu öğütler, hayatımıza yön veren, bizi insan yapan ve insan kalmamızı sağlayan öğütler arasında yer alır:
“Allah’a ortak koşma, yalnızca O’na ibadet et. Ana-babaya iyilik et. Yakına, yoksula ve yolda kalmışa yardım et, hakkını ver. İsraf etme! Büsbütün de saçıp-savurma! (Ne cimri, ne de müsrif ol, İkisinin arasında orta bir yol tut, iktisatlı ol)! Çocuklarını açlık korkusuyla öldürme. Zinaya yaklaşma! Haksız yere kimseyi öldürme. Yetim malını -arttırmak gayesi dışında- yemek için asla yaklaşma. Verdiğin sözü yerine getir. Ölçü ve tartıyı tam yap. Bilmediğiniz şeyin ardına düşme. Yeryüzünde mağrur ve kibirli dolaşma”. (İsra,17/22-37)
Şu ayetler de Allah’ın Lokman’a ve Lokman’ın da oğluna öğütlerini anlatıyor:
“Biz Lokman’a hikmet verdik ve ona dedik ki ‘Allah’a şükret. Kim verilen nimetlere şükrederse, yalnızca kendileri için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse bilsin ki, Allah Ganî’dir; kimsenin şükrüne muhtaç değildir, Hamîd’ dir; her türlü övgüye ve şükre lâyık yegâne varlıktır’
Bir zamanlar Lokman da oğluna öğüt verirken şöyle demişti: ‘ Yavrucuğum sakın Allah’a ortak koşma. Çünkü şirk gerecekten büyük bir zulümdür
Biz insanoğlun, ana-babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu nice zorluk ve sıkıntılara katlanarak karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi ise iki yıl sürmüştür. O halde ey insanoğlu! Bana ve ana-babana şükret. Bil ki sonunda hesap vermek üzere huzuruma geleceksin.
Şayet ana-baban, tanrı olduğuna dair hakkında hiçbir bilgin olmadığı bir şeyi Bana ortak koşman için seni zorlayacak olurlarsa, sakın onlara itaat etme. Yine de dünya hayatında onlara iyi davran, kol kanat ger. Daima Bana gönülden yönelenlerin yokunu tut. Sonunda Bana döneceksiniz. Ben size yapıp-ettiklerinizi bir bir haber vereceğim.
‘Yavrucuğum! İyi bil ki, hardal tanesi ağırlığında bile olsa yaptığın bir iş, bir kayanın içerisinde yada göklerde veya yerin derinliklerinde gizlenmiş bile olsa Allah onu kıyamet günü karşısında çıkaracaktır. Hiç şüphe yok ki, Allah Latîf’ tir; O’nun ilmi her şeye ulaşır, Habîr’dir; açık ve gizli yapıp-ettiğiniz her şeyden haberdardır.
‘Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülüğe engel ol, başına gelen sıkıntı ve zorluklara sabret. Çünkü bütün bunlar, azim ve kararlılık gerektiren işlerdir’.
‘İnsanları küçümseyerek onlara karşı sakın gururlanıp kibirlenme. Yeryüzünde böbürlenip çalım satarak yürüme. Çünkü Allah kendini beğenen ve övünüp duran kimseyi sevmez.’
‘Yürüyüşünde mütevazı, davranışlarında ölçülü ol; sesini alçaltarak konuş. Çünkü seslerin en çirkini eşeğin sesidir.” (Lokman,31/12-19)
M.S. 65 yılında ölen “Seneca” isimli bir düşünür’ ün, Antakya müzesindeki bir lahitte yazılı olan şu öğütleri de dikkat çekicidir:
“Para ile satın alınan sadakat, daha fazla para ile de satılır. Başlayan her şey biter. Büyük bir servet, büyük bir köleliktir. Ölüm, bazen ceza, bazen bir armağan, çoğu zaman da bir lütuftur. Yeryüzünde gün ışığına layık olmayan nice insanlar vardır ama güneş her gün yeniden doğar. Hayatı komedi sananlar, son espriyi iyi düşünsünler! Yaşıyorsak, hala umut var demektir.
Aza sahip olan değil, çok isteyen fakirdir. Hayatı kaybetmekten daha acı bir şey vardır, yaşamın anlamını kaybetmek. Unutmazsan senin, affetmezsen onun canı acıyacaktır. Unutma, affetmek ve unutmak sadece iyi insanların intikamıdır. Ey hayat, senin bu kadar önemli tutulman ölüm sayesindedir. İnsanları tanımak için onları sınamaktan korkmayın; çünkü kaybedilmesi gerekenler, en önce kaybedilmelidirler. Gençliğinde bilgi ağacını dikmeyen, yaşlılığında rahatlayacağı bir gölge bulamaz. Hafif acılar konuşabilir ama, derin acılar dilsizdir. Ölüm her şeyi eşit kılar”
Kimileri, “Öğüt verme örnek ol!” diyor. Doğru, fakat eksik bir söz. Evet, öğüt vermek için örnek olmak gerekiyor, ama yeterli olmuyor. Zira insanlar, duygularını, acılarını ve sevinçlerini paylaşacak, teselli bulacak, kendine yol gösterecek bir dost sesine de ihtiyaç duyuyor.