Allah insanı en mükemmel bir şekilde yaratmış, onu sayısız nimetlerle donatmış ve ona yeryüzünü imar etmesi için sorumluk yüklemiştir. Yüce Yaratıcı, akıl ve irade sahibi olan insana tarihin her döneminde Peygamberler göndermek suretiyle, görev ve sorumluluklarını bildirmiştir. İnsanın, yaratılışının gayesi doğrultusunda hayatını idame ettirmesi, kulluk vecibelerini yerine getirmesi gerektiği, aksi halde sorumluluğunu yerine getirmediğinde, dünyada çeşitli bela ve musibetlere uğrayacağı, ayrıca ahirette de decezalandırılacağı kendisine hatırlatılmıştır. İnsanın yaşamı boyunca sıkıntı çekmesi, refah içerisinde yaşaması, dert, ıstırap, hastalık, şifa, nimet, azap vb. şekilde hayatının inişli çıkışlı olması onun imtihanıdır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “…Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz…”1buyurulmakadır. Bela ve musibetlerin sadece kulluk vecibelerinin yerine getirilmediği, isyan ve ifsada karşılık isabet ettiği, bir tecziye olduğu düşünülmemeli; aynı zamanda mü’min kulun derecesinin yükselmesine, günahlarının bağışlanmasına, kâfir/münkir kulun da iman etmesi için bir ibtilâ ve imtihan vesilesi olabilmektedir.
Bela ve musibet kavramlarının ne anlam ifade ettiklerini, Kur’an-ı Kerîm ve Hadis-i Şerif’lerde hangi anlamlarda kullanıldıklarını öncelikle açıklayalım:
Bela: Allah’ın insanları denemek için verdiği maddî ve manevi sıkıntı, dert, külfet şeklinde izah edilebilir. Kur’an-ı Kerîm’de; “eskimek, denemek, sınamak, gam, musibet, darlık ve sıkıntı” manalarında kullanılmıştır. Firavun’un İsrâiloğulları’na yapmış olduğu korkunç işkenceler “belaun azîm/büyük belâ” olarak zikredilmiştir. Nitekim bir ayette, “Hani, sizi azabın en kötüsüne uğratan, kadınlarınızı sağ bırakıp, oğullarınızı boğazlayan Firavun ailesinden kurtarmıştık. Bunda, size Rabbinizden (gelen) büyük bir imtihan (büyük bir bela) vardı”.2 Ayrıca “belaunmübin/açık belâ”3, Hz. İbrâhim (as)’in oğlu İsmail’i kurban etmeye teşebbüsüne de “açık belâ” deneme olarak vasıflandırılmıştır.4 Allah’ın kendisini denediği kulun bu denemeden başarı ve yüz akı ile çıkması da “belaunhasen/güzel belâ” olarak tarif edilmiştir. Bu manada Bedir Savaşı ve sonucunda kazanılan zafer, “güzel bir belâ”5 yani başarıyla verilmiş bir imtihan olarak nitelendirilmiştir.6
Allah’ın korku ve kıtlık vermesi, mal, can ve mahsulleri eksiltmesi de birer belâ, deneme/imtihandır. Nitekim ayette, “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele”7 buyurulmuştur. Kerim Kitabımız Kur’an’a göre dünya, kimin daha güzel iş yaptığının anlaşılacağı bir imtihan yeri olup ölüm ve hayat bunun için yaratılmıştır. Bu bağlamda bir ayet-i celilede, “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır”8 buyurulmuştur. Başta Peygamberler olmak üzere Allah herkesi bir belâ ile denemektedir. En şiddetli belâlara uğrayanlar önce Peygamberler, sonra da onlara en çok benzeyenlerdir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde, “İnsanların en çok musibete uğrayanları evvela Peygamberlerdir, sonra derecelerine göre (veliler ve salihler) gelir. Kişi dinine göre bela ve imtihanlara maruz kalır. Eğer dine bağlılığı varsa, belası daha da artar. Fakat dinini gevşek yaşıyorsa ona göre musibetlerle karşılaşır. Kişiye belalar gelir gelir de artık onun üzerinde hiçbir günah kalmaz”9 buyurmuştur. İnsanın dert ve musibetlerle karşılaşması kaçınılmazdır. Çünkü kişinin gerçek şahsiyeti ibtilâ/denenme halinde ortaya çıkar. Deri için tabaklanma ne ise insan için ibtilâ/denenme de odur; altın ateşte, insan mihnette/sıkıntıda belli olur. Büyük belâlara ancak büyük insanlar dayanabilir. Bir hadis-i şerife göre kazanılacak olan sevabın büyüklüğü katlanılan belânın ağırlığı nispetinde olur. Bu yüzden Allah sevdiklerine belâ verir. Buna razı olan Allah’ın rızasını kazanır; isyan eden ise Allah’ın gazabına uğrar.10
Belâya uğrama aynı zamanda günahtan arınmaya ve manen yükselmeye de vesile olur. Öyle günahlar vardır ki ancak belâya sabretmek suretiyle silinir. Hz. Aişe (ra), Hz. Peygamberimiz (sav)’den daha şiddetli ağrılara maruz kalan birini görmediğini söylemiştir.11 Hastalığa müptela olan müminin günahları affedilir.12
Musibet: Sözlükte “ansızın bastıran yağmur” anlamındaki savb kökünden türeyen ve “bir şeyin hedefine ulaşması, birinin payına düşmesi” manasına gelen isabet mastarından isim olan musibet, “insanın genellikle kendi iradesi dışında ve beklemediği şekilde karşılaştığı durum” demektir. Daha çok hastalık, kıtlık, zarar ziyan, yangın, deprem gibi afetler, sevilen birinin ölümü vb. ağır sıkıntı veren şeyler için kullanılır.13
Musibet kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de on ayette geçmektedir. Ayrıca altmış dört yerde; ölüm, fitne, kötülük, belâ, yaşlılık, azap, aşırı susuzluk, yorgunluk ve açlık gibi olumsuzlukların başa gelmesini ve iyilik, ilâhî lütuf, rahmet gibi olumlu durumlarla karşılaşmayı ifade etmek üzere musibetle aynı kökten gelen fiiller kullanılmıştır.14
Bazı ayetlerde musibetin bir kitapta yazılı olduğu, “De ki: “Bizim başımıza ancak, Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O, bizim yardımcımızdır. Öyleyse mü’minler, yalnız Allah’a güvensinler”15, “Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (levh-i mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır”16, musibetlerin Allah’ın izniyle gerçekleştiği, “Başa gelen hiçbir musibet Allah’ın izni olmaksızın olamaz…”17 bildirilirken, bazı ayetlerde musibetler insanın kendi fiillerinin bir sonucu olarak gösterilmektedir, “Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder”.18 İyilik ve kötülük olarak insanların başına gelenlerin hepsinin Allah’tan olduğu, “Onlara bir iyilik gelirse, “Bu, Allah’tandır” derler. Onlara bir kötülük gelirse, “Bu, senin yüzündendir” derler. (Ey Muhammed!) De ki: “Hepsi Allah’tandır”19, diğer bir ayette ise, “Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir”20 buyurulmuştur. Ayetlerde zikredilen bu farklı ifadeler müfessirler tarafından özetle şu şekilde izah edilmiştir: Kader kavramı çerçevesinde bela ve musibetler, genel yaratma fiili açısından Allah’a aittir. İrade ve ihtiyar, esbaba tevessül, kesb/kazanma ve hak ediş gibi beşerî etkenler açısından kula aittir.21
Musibet kelimesi ve aynı kökten türeyen çeşitli fiil ve isimler, hadislerde de sıkça zikredilmektedir. Hadis mecmualarında musibetten dolayı üzüntü duymanın, gözyaşı dökmenin günah olmadığını; feryat ve figan etmek, dövünmek, üstünü başını yırtmak, sürekli halinden şikâyet etmek gibi taşkınlıklardan sakınmak gerektiğini bildiren ve metanetli olmayı öğütleyen hadislerin yer aldığı bölümler bulunmaktadır.
Peygamber Efendimiz (sav)’in oğlu İbrahim’in vefatı sırasında ağlamasına taaccüp eden bazı sahâbîlere, “Bu bir şefkattir; kalp üzülür, göz yaş döker; ancak bizim ağzımızdan Rabbimizin razı olmayacağı hiçbir söz çıkmaz”22 buyurması, musibetler karşısında üzülüp ağlamanın sakıncasının bulunmadığına delil olarak gösterilir. Allah’ın sevdiği kullarını zaman zaman musibetlerle imtihan edeceği 23 belirtilmekte ve musibetlere sabredip çekilen acılar karşısında Allah’tan ecir beklemenin faziletine işaret edilmektedir.24 Yorgunluk, hastalık, tasa ve kederden ayağına diken batmasına kadar Müslümanın başına gelen her türlü musibetin günahlara kefaret olacağı müjdesi verilmektedir.25 Hadislerde ayrıca musibete uğrayanların teselli edilmesi, acılarının paylaşılması ve yakınlarını kaybedenlere taziyede bulunulması tavsiye edilmektedir.26
Bela ve musibetler ferde yönelik olduğu gibi topluma yönelik de olabilmektedir. Bu bağlamda bela ve musibetlerin fert ve topluma geliş nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
A- İnsanın bizatihi kendisinin sebep oluşu nedeniyle bela ve musibetlerin geliş nedenleri:
1. İnsanların işlediği günahları, hataları veya yapması gereken görevleri yapmamaları nedeniyle bela ve musibetler isabet edebilmektedir. Bu bağlamda Yüce Allah, “İnsanlara bir nimet tattırdığımızda buna sevinirler; fakat kendi elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir belâ gelse hemen ümitsizliğe düşerler”27 buyurmaktadır. Diğer bir ayette de şöyle buyurulmaktadır: “Kendi işledikleri yüzünden başlarına bir musibet geldiği, sonra da “Biz iyilik etmek ve uzlaştırmaktan başka bir şey istememiştik” diye Allah’a yemin ederek sana geldikleri zaman hâlleri nasıl olur?”28
2. İnsanların kendi aralarında birbirlerine yaptığı zulüm ve haksızlıklar nedeniyle, bela ve musibetlerin gelişi. Bu tür haksızlıklar Kur’an-ı Kerîm’de “Zulüm” kavramıyla ifade edilmektedir. Ayet-i Celilede Yüce Allah, “Nihayet kazandıkları şeylerin kötülükleri onlara isabet etmişti. Onlardan zulmedenler var ya, kazandıkları şeylerin kötülükleri onlara isabet edecektir. Onlar Allah’ı âciz bırakacak değillerdir”29 buyurmaktadır. Başka bir ayette, “İşte (halkı) zulmettikleri zaman helak ettiğimiz memleketler! Biz, bunların helakleri için de bir zaman tayin ettik/belirledik”30 buyurulmuştur.
B- Allah’ın iradesi açısından bela ve musibetlerin geliş nedenleri:
1. Hatırlatma: Allah’a kulluğun unutulmasının hatırlanması bakımından, Yüce Allah, kuluna bela ve musibet verebilmektedir. Bu durum hem mü’mini hem de kâfiri ihata eder. Şöyle ki, imanı-kalbi-vicdanı günahlarla kirlenmiş, paslanmış mü’minlerin günahlarının temizlenmesine, kâfirlerin ise inkârlarının imana dönüşmesine bela ve musibetler vesile olabilmektedir. Bu durumla ilgili Kur’an’ı Kerîm’de: “(Ahiretteki) en büyük azaptan ayrı olarak, daha yakın azaptan (dünya azabından) da onlara mutlaka tattıracağız; ta ki (inkârlarından imana) dönsünler”31 buyurulmaktadır.
2. Allah’ın sevmesi: Yukarıda zikredildiği veçhiyle, insanların en çok musibete uğrayanları öncelikle Peygamberlerdir, sonra derecelerine göre (veliler ve salihler) gelirler. Kazanılacak olan sevabın büyüklüğü katlanılan belânın ağırlığı nispetinde olur. Bu yüzden Allah sevdiklerine belâ/musibet verir.
3. Azap etme/intikam alma: Bu bağlamda Kur’an-ı Kerîm’de geçmiş ümmetlerin kıssaları anlatılırken birçok kavmin helâk oluşunu öğrenmekteyiz. Nitekim Kerim Kitabımız Kur’an’da “Onlara kendilerinden öncekilerin; Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin; İbrahim’in kavminin; Medyen halkının ve yerle bir olan şehirlerin haberleri ulaşmadı mı? Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getirmişti. (Ama inanmadılar, Allah da onları cezalandırdı.) Demek ki Allah onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendilerine zulmediyorlardı”32 buyurulmaktadır. Diğer bir ayette de, “İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor”33 buyurulmaktadır.
4.Mü’min ve münafıkların tefrik edilmesi: Bu bağlamda Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah doğru söyleyenleri de ortaya çıkaracaktır, yalancıları da ortaya çıkaracaktır.”34 Ayet,doğrularla yalancıların, yani gerçekten müslüman olanlarla sözde Müslümanların imtihan edilerek ortaya çıkacağını, Allah katındaki değerlerinin de imtihandaki başarı derecelerine göre belli olacağını ifade etmektedir.
5. İmtihan etme ve seçme: İnsan, sadece iman etmekle imtihanını tamamlamış olamaz, çeşitli bela ve musibetlerle sınanır. Bu bağlamda Yüce Allah, “İnsanlar, denenip sınavdan geçirilmeden, sadece “İman ettik” demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar?”35, “Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü’minler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır” 36 buyurmaktadır.
Habbab b. Eret (ra) anlatıyor: İslam’ın ilk günlerinde Resulüllah (sav) Kâbe’nin gölgesinde hırkasına yaslanmış yatıyordu. (o sırada müşriklerin zulmü dayanılmaz hale gelmişti) Kendisine halimizden şikâyet ettik ve: “Bizim için (müşriklere karşı) Allah’tan yardım dilemez misiniz, bizim (bu işkenceden kurtulmamız) için Allah’a dua etmez misiniz?” dedik. Bunun üzerine Allah’ın Resulü (sav): “(Sabrediniz!) Sizden öncekilerden mü’min bir kimse yakalanır, kendisi için bir çukur kazılarak oraya konulur, sonra testere ile başından aşağı ikiye ayrılır ve demir taraklarla etleri ve kemikleri taranırdı da bu iş onu dininden çevirmezdi. Allah’a yemin ederim ki, Allah bu işi (İslam dinini) kemale erdirecektir…” 37 buyurdu.
Bela ve musibetler karşısında öncelikli görevlerimiz:
Bela ve musibetler çok çeşitli şekillerde tezahür ettiğinden dolayı öncesinde, isabet anında ve sonrasında hem ferdin hem sivil toplum kuruluşlarının hem de devletin yapması gereken görev ve sorumluluklar vardır. Savaş, doğal afet, deprem, vb. toplumsal afet ve musibetlerin öncesinde, isabet anında ve sonrasında öncelikli görevin devletin olduğu, ayrıca vatandaşa düşen görevin ve kendilerine tevdi edilmiş/edilecek olan görevlerin yerine getirilmesi hususu da azami önem arz etmektedir. Birey, aile, toplum, sivil kuruluşlar ve devlet, her biri ayrı ayrı yapmaları gereken öncelikli görevlerini yerine getirmeleri hususunda, yerinde, zamanında gereken müdahaleyi ivedilikle yapması gerekmektedir. Burada bu hususu izah edecek değiliz ancak; Müslümanın, mü’min bir kulun bela ve musibetler karşısında öncelikli görevi ve tavrı nasıl olmalıdır?
1. Müslüman, bela ve musibetler karşısında sabırlı olacak, taşkınlık göstermeyecek, isyan etmeyecektir. Enes b. Mâlik (ra)’dan rivayet edildiğine göre, Efendimiz (sav) çocuğunun mezarı başında (bağıra-çağıra) ağlayan bir kadının yanından geçti. Ona: “Allah’tan kork ve sabret!” buyurdu. Kadın: “Çek git başımdan; zira benim başıma gelen felâket, senin başına gelmemiştir.”, dedi. Kadın, Hz. Peygamberimiz (sav)’i tanıyamamıştı. Kendisine, onun Allah’ın Resulü (sav) olduğunu söylediler. Bunu duyar duymaz Peygamberimiz (sav)’in yanına gitti, orada (Özür beyan etmek üzere Hz. Peygamberimiz (sav)’e): “Sizi tanıyamadım.”, dedi. Efendimiz (sav) de: “Sabır dediğin, felâketle karşılaştığın ilk anda dayanmaktır”38 buyurdu. Belâ ve musibetler karşısındaki diğer bir teselli yolu da, Cenâb-ı Hakk’ın sabreden kullarına vadettiği mükâfatlardır. Bir sıfatı da “es-Sabûr/çok sabırlı” olan Cenâb-ı Hak, sabreden kullarını sevdiğini39, onlarla beraber olduğunu40 bildirerek, kendilerine hesapsız ecir verileceğini 41vaad etmektedir.
2. Bela, musibet, doğal afet, deprem vb. felaketler gelmeden, öncesinde alınması gereken tedbirleri mümkünse almak, felaketin isabeti akabinde, izalesi ve giderilmesi için esbaba tevessül etmek ve gerekli çalışmaları yapmak.
3. Dua ve istiğfar etmek. Felaketlerin izalesi için Yüce Allah’a dua, tevbe ve istiğfar edilmelidir. Nitekim Yüce Rabbimiz, “(Ey Muhammed!) De ki: “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!”42 buyurmuştur. Diğer bir ayette Yüce Allah, “…istiğfar/bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir”43 buyurmaktadır. Sevgili Peygamberimiz (sav) insanın başına gelebilecek bela ve musibetlerden Allah’a sığınmış ve “Allah’ım! Nimetlerinin yok olmasından, sağlığımın bozulmasından, ansızın gelecek cezandan ve öfkene sebep olan her şeyden sana sığınırım”44 şeklinde dua etmiştir.
4.Bela ve musibete uğrayanlara yardımcı olmak ve onları teselli etmek. Peygamberimiz (sav) “Başına bir felaket geleni taziye/teselli eden kimse, o sıkıntıya sabreden kadar sevap kazanır”45 buyurmuştur. Başka bir hadis-i şerifte ise: “Kim bir belaya/musibete uğrayanı görünce: “Seni imtihan ettiği şeyde bana afiyet veren ve birçok yarattığından beni üstün kılan Allah’a hamdolsun! (şeklinde dua etsin) Bu bela ona isabet etmez” 46 buyurmuştur.
Sonuç:
Müslüman, bela ve musibetler karşısında tavrını asla isyana dönüştürmemeli, zorluk ve sıkıntılara mukabil metanetli tavrını korumalıdır. Burada üzerinde durulması gereken en önemli husus; Müslümanın bela ve musibetlerden hem dünya hem de ahirete yönelik dersler çıkarabilmesidir. Şayet yaşanan felaketlerde, insanların ihmalleri, tedbirsizlikleri veya dikkatsizlikleri varsa, benzerlerine tekraren maruz kalmamak için gereken tedbirler alınmalı, yapılması gereken denetimler aksatılmadan yerine getirilmeli, kasıt ve ihmal söz konusu olduğunda, ceza-i müeyyideler uygulanmalı ki aynı acılar yeniden bir daha yaşanmasın. Alınan bütün tedbirlere rağmen bela ve musibetlerin isabetinin, ilahi bir ibtilâ/denenme olduğu fehmedilmeli ve yukarıda zikrettiğimiz şekliyle sabırla, metanetle, duayla, tevbe ve istiğfarla karşılanmalıdır. Aynı şekilde yaşanan felaketlerden manevi anlamda da dersler çıkarılmalı, insan her an her çeşit sıkıntılarla yüz yüze gelebileceğinin bilincinde olarak yaşamalı ve bu gibi durumlara karşı ruhen hazırlıklı olmalıdır.
Abdulgafur LEVENT
Neümünster/ALMANYA
Kaynakça:
1-Enbiya Suresi, Ayet 35. 2-Bakara Suresi, Ayet 49. 3-Duhân Suresi, Ayet 33. 4-Sâffât Suresi, Ayet 106. 5-Enfâl Suresi, Ayet 17. 6-DİA, Bela Md. 7-Bakara Suresi, Ayet 155. 8-Mülk Suresi, Ayet 2. 9-Tirmizi, Zühd 57. 10-Tirmizî, Zühd, 56. 11-Tirmizî, Zühd, 56. 12-Müsned, VI, 157. 13-Ragıp el-İsfahani, el-Müfredat, “ṣvb” Md. 14-M. F. Abdülbaki, el-Muʿcem, “ṣvb” Md. 15-Tevbe Suresi, Ayet 51. 16-Hadîd Suresi, Ayet 22. 17-Tegabün Suresi, Ayet 11. 18-Şûrâ Suresi, Ayet 30. 19-Nisa Suresi, Ayet 78. 20-Nisa Suresi, Ayet 79. 21-Taberî, IV, 176-177; Zemahşerî, II, 113-114; Kurtubî, V, 284-285; Elmalılı, II, 1397-1399. 22-Buhari, Cenâʾiz, 44. 23-Buhârî, Merḍâ, 1. (24)-Müsned, I, 177, 182. 25-Müslim, Birr, 49. 26-Muvaṭṭa, Cenâʾiz, 41. 27-Rum Suresi, Ayet 36. 28-Nisa Suresi, Ayet 62. 29-Zumer Suresi, Ayet 51. 30-Kehf Suresi, Ayet 59. 31-Secde Suresi, Ayet 21. 32-Tevbe Suresi, Ayet 70. 33-Rum Suresi, Ayet 41. 34-Ankebut Suresi, Ayet 3. 35-Ankebut Suresi, Ayet 2. 36-Bakara Suresi, Ayet 214. 37-Buhârî, Menâkıb, 25, IV, 244. 38-Buhârî, Cenâiz 32. 39-Al-i İmran Suresi, Ayet 146. 40-Bakara Suresi, Ayet 153. 41-Zumer Suresi, Ayet 10. 42-Furkan Suresi, Ayet 77. 43-Enfal Suresi, Ayet 33. 44-Müslim, Rikâk, 96. 45-Tirmizi, Cenaiz 71. 46-Tirmizi, Da’avat 38; İbn Mace, Dua 22.