Her çağın kendine özgü, dinî, ilmî, siyasî, iktisadî ve sosyal sorunları olmuştur ve bunların bir kısmı, az veya çok çağımızda da sorun olmaya devam etmektedir. Bunlar arasında cehalet, doyumsuzluk, aşırı bencillik, aklı kullanmama, empati yoksunluğu ve vicdanların karaması en başta gelen sorunlar arasında yer alıyor. Bilim insanları ve düşünürler, bu sorunlara bir taraftan çözüm ararlarken, diğer taraftan da yazarlar ve edebiyatçılar hikayeler ve anılar ile bu konuları gündemde tutmaya çalışıyorlar. Zira hikayelerin ve anıların, aslında bir amaç değil, öğrenmenin önemli bir aracı olduğunu çok iyi biliyorlar. Çünkü insanlar okudukça öğrenirler, yaşadıkça da anlarlar.
Cehalet, dün olduğu gibi bugün de insanlığın önemli sorunudur. Bu nedenledir ki Hz. Musa ve Hz. Yusuf, cahillikten Allah’a sığınmışlardır. Hz. Nuh da Allah tarafından cahillerden olmaması için uyarılmıştır. Mevlana da Hz. İsa ile ilgi olarak da şu hikayeyi anlatmaktadır:
“Bir gün Hazreti İsa arkasına endişeyle bakarak kaçar gibi hızla yürüyormuş. Adamın biri bu durumu görmüş ve merak edip sormuş, ‘Arkanda kimse yok, ama sen kaçıyorsun, kimden kaçıyorsun?’ Hz. İsa, cevap vermeden koşmaya devam etmiş. Adamın da inadı tutmuş peşine takılmış. Biraz yaklaşınca bağırmış, ‘Ne olur biraz dur da söyle, çok merak ettim neden kaçıyorsun? Arkandan seni takip eden ne bir insan var ne de bir hayvan!’ Hz. İsa durmuş ve cevap vermiş:
‘Ben bir ahmaktan ve bütün ahmaklardan kaçıyorum. Adam şaşırmış, ‘Körlerin gözlerini, sağırların kulaklarını açan sen değil misin?’ Hz. İsa, ‘Evet benim’ der. Adam, ‘Ölüleri dirilten sen değil misin?’ der. Hz. İsa, yine “Evet benim’ der. Adam, ‘Topraktan kuşlara can veren sen değil misin?’ der. Hz. İsa, ‘Evet benim’ diye cevap verir. Bu cevaplar üzerine adam, ‘Bunca mucizeleri yaratan Hz. İsa, bir ahmaktan ve bütün ahmaklardan neden kaçar?’ diye sorusunu tekrar eder. Hz. İsa, ‘ İyi dinle! Bütün dediklerin doğru. Sağırlar için dua ettim kulakları açıldı…Cansız bedenler canlandı…Ama ahmağın gönlüne ve kafasına hiçbir şey sokmayı başaramadım… Konuştum kafasına girmedi… Okudum yüreğine gitmedi…Yüzlerce kez okudum…Binlerce kez konuştum…On binlerce kez anlattım…Ama ahmak, ahmaklar sadece bir kaya parçasına dönüştü…Ne kafaları kımıldadı ne de yürekleri…Böylece ahmaklardan her türlü kötülüğün gelebileceğini anladım, bu yüzden bütün ahmaklardan kaçıyorum…’ demiş ve yoluna devam etmiş.”
“Haziran 1503. Kristof Kolomb, gemilerin zorunlu tamiratı için Jamaika’ya uğrar. Oradaki yerliler tamirata yardımcı olur, gemi tayfasına yiyecek içecek verir. Ancak aradan aylar geçmesine rağmen tamirat bitmez. Üstelik gemi tayfası, yerlilerin yiyeceklerini yağmalamaya başlamıştır…
Bu duruma kızan yerliler, yardımı ve yiyeceği keser. Çaresiz durumdaki Kolomb, o dönemlerde gemilerde bulunan ve yıldız pozisyonlarını da içeren takvimi karıştırırken, ertesi gün Ay tutulması olduğunu öğrenir. Aklına parlak bir fikir gelir ve hemen yerlilerin şefine gider…Şefe, Tanrı ile haberleştiğini ve Tanrı’nın yardımın kesilmesine çok kızdığını, bu kızgınlığını da Ay’ı kan kırmızıya çevirerek göstereceğini söyler.
Ertesi gün akşam Ay tutulması başlar ve Ay’ın rengi tutulmadan dolayı kızıla döner. Kolomb’un oğlu, o anı günlüğüne şöyle yazmış: ‘İnleme ve feryatlarla birlikte, her yerden gemilere doğru geldiler, yiyecek ve içecekler getirdiler, Tanrı’ya onları affetmesini söylemesi için amirale yalvardılar.’ Kolomb kum saatine bakar, 48 dakika süren tutulma bitmek üzeredir. Onlara Tanrı’nın kendilerini affettiğini ve Ay’ı birazdan normal rengine çevireceğini söyler. Tutulma biter, Tanrı tarafından affedildiğine inanan yerliler, mutludur. Tabii evrenin işleyişini bilen Kolomb da mutludur. Bunun üzerine seyir defterine ‘Cehalet. her zaman köleliği getirir’ diye yazar.
Tarih boyunca hep böyle olmuştur ve böyle olmaya da devam etmektedir. Çünkü bilenler bilmeyenleri her zaman yönetmiş, sömürmüş, hatta köleleştirmiştir. Bugün de bu durumda bir değişiklik yoktur. Yine bilenler, bilmeyenleri köleleştirmekte, bunu da sömürerek ve sömürgeleştirerek yapmaktadır. Kenya’nın kurucu devlet başkanı Jomo Kenyata, bu olguyu “Misyonerler Afrika’ya geldiğinde bizim topraklarımız, onların İncilleri vardı. Dua edelim dediler. Gözlerimizi kapattık. Açtığımızda, bizim incilimiz, onların toprakları vardı” sözüyle açıklar. Nitekim Kristof Kolomb’ un bu hikayesi, bilimin kullanılarak insanların nasıl kandırıldığını ve sömürüldüğünü anlatan somut bir örnektir. Birisi bildiği için sömürüyor, ötekisi bilmediği için sömürülüyor. Bilse sömürülmezdi, sömürüldüğünü bilirdi. Bu nedenle Allah Teâlâ, “Bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığını” söylüyor ve bunun için de okumamızı, cahil kalmamamızı istiyor. Çünkü cahiller, sömürenler tarafından kandırılmaya ve sömürülmeye en yatkın kişiler olarak görülüyor.
M.C. Bâki