İnsanın varlıkların hakikatlerini kuşatan “toplayıcı varlık” veya eşref-i mahlûk olmasının en bariz göstergesi ibadet, farz olan namazdır. İbni Arabi’ye göre Müslüman, namaz kılarken, yaratılış eylemine ve âlemdeki doğal hareketlere katılır. Namazda olmazsa olmazların en başında gelen Fatiha suresini okumanın gerekliliği bundan kaynaklanmaktadır. Çünkü Fatiha, varlığın zuhurunu ve Allah-insan arasındaki manevî bağı yani Allah ile kul arasındaki karşılıklı konuşmayı anlatan bir suredir. İhlasla yani Rabbinin karşısında bulunduğunun şuuruyla kılınan namaz, Peygamberimizin (sav) buyurduğu gibi nihayetinde her mümin için bir göz aydınlığıdır. Dolayısıyla namaz kılmayan Müslümanlar, bu göz aydınlığından mahrum kalarak, gaflet çukuruna düşebilir. Gaflet içinde yaşayan Müslümanların başına ise her türlü bela gelebilir.
Namaz Kılmamak Hainliktir
İslâm âlimleri, Müslümanların namaz konusunda ihmalkâr olmamaları yönünde hep uyarılarda bulunmuştur. Mesela Bediüzzaman Said Nursi, millî mücadele yıllarında gösterdiği kahramanlığı sebebiyle Ankara Hükümeti tarafından Kasım 1922’de Ankara’ya davet edilir. Millet Meclisinde kürsüye davet edilen Said Nursi, Milli Mücadele gazilerini tebrik ve dua etmekle beraber Ankara’nın siyasî havasında bazı manevî bozulmalar da görür. Bunun üzerine özellikle mecliste dine karşı gördüğü lâkaytlık ve Batı hayranlığı üzerine milletvekillerine bilhassa dinin direği olan namazın önemine dair 10 maddelik bir tebliğname yazar ve milletvekillerine dağıtır.
Said Nursi, bu tebliğnamede, “Müslümanlar, İslâmiyet hasebiyle sizi severler…Bu millet-i İslâm’ın cemaatleri, her ne kadar bir cemaat namazsız kalsa, hatta fâsık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister” ifadesini kullanır. Said Nursi‘nin, Meclis’e sunduğu bu tebliğname epey etkili olur ve 60’tan fazla milletvekili, (yeniden) düzenli olarak namaz kılmaya başlar. Bu yoğun ilgiden dolayı, mescit olarak kullanılan küçük odanın yerine, daha büyük bir oda kullanılmaya başlanır.
Dindarlığı ile bilinen Kâzım Karabekir Paşa, Kuran’ın en kesin emri olan namazın kılınması gerektiğine dair tavsiyeler içeren bu tebliğnameyi, Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa’ya okur. Ne var ki Mustafa Kemal Paşa, bildirinin içeriğinden pek memnun kalmaz. Nihayetinde bu bildiri, Mustafa Kemal Paşa ile Said Nursi arasında bir tartışmaya da yol açar. Bu olayı, şimdi Tarihçe-i Hayat’tan aynen aktaralım:
“Bu parça (tebliğname), mebuslara (milletvekillerine) ve umum kumandanlara ve ulemalara okutturulmakla, Reis (M. Kemal Paşa) ile şiddetli bir münakaşaya sebebiyet verir. Bir gün divan-ı riyasette (meclis başkanlığında), elli-altmış mebus içinde, karşılıklı fikir teatisinde, M. Kemal Paşa, ‘Sizin gibi kahraman bir hoca bize lâzımdır. Sizi, yüksek fikirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza dair şeyleri yazdınız, aramıza ihtilâf verdiniz’ der. Bu söz üzerine, Bediüzzaman, birkaç makul cevabı verdikten sonra, şiddetle ve hiddetle iki parmağını ileri uzatarak, “Paşa! Paşa! İslâmiyet’te, imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur (Allah’ın rahmetinden uzaklaşmaktır)” der. Fakat (M. Kemal) Paşa tarziye verir (özür diler), ilişemez.”
Said Nursi, namazı kasten kılmamayı neden hainlikle eş anlamlı görür? Buna belki de şöyle cevap verilebilir: İslâm inancına göre namaz, ilahî bir emanettir. Zaten hainlik, bir emanete ihanet etmek, verdiği sözden dönmek gibi menfi anlamlar taşır. Namaz da bu bağlamda, Müslümanın Allah’a karşı en önemli vazifesi ve dolayısıyla Allah tarafından bize verilen çok değerli bir hediye ve korunması gereken bir emanettir. Peygamber Efendimiz (sav) namaz için “Gözümün Nuru” demiştir. Kelime-i Şahadet getirmekle bu değerli emaneti üzerine almış bir Müslüman, namazını kasten terk edemez.
Bir Müslüman, bu hediyeyi canına minnet bilerek, benimsemeli ve günde beş defa Allah’ın huzuruna çıkıp şükretmelidir. Bu anlamda böyle bir emanete sahip çıkmayıp ihmalkârlığından ötürü namaz kılmayan dinden çıkmasa da gafil (günahkâr), İslâm’ın beş şartından birisi olan yani farz olan namazı reddeden ise hain (kâfir) olur. Diğer bir deyişle namaz kılmamakla beraber, namazı inkâr ederse, o zaman hem fâsık (günahkâr), hem de mürted (dinden çıkmış) olur.
Bugün TBBM’de 550 milletvekilimiz var. Acaba bunlardan kaçı, günde beş vakit namazını düzenli olarak kılmaktadır? “Bundan size ne kardeşim!” diyebilirsiniz. Ne var ki merhametimizin bir gereği olarak değil milletvekillerimizin namazına kafa yormak buluğ çağına eriştiği halde namaz kılmayan her Müslümanın durumu bizi üzmektedir. Çünkü namaz kılmayan bir topluluk, Allah’ın rahmetinden uzaklaşmış olur. Sonra neden terörizm var, neden enflasyon var, neden toplumsal şiddet var diye şikâyet ederiz. Her Müslüman, namazını ihlasla kılsa, bu toplumsal sorunları hiç yaşanır mı? Kılmadıkça, üzerimize belki de daha çok musibetler yağacaktır…
Namaz Kılmamak, Toplumsal Felaketlere Zemin Hazırlamaktır
Bir gün Peygamberimizin (sav) önüne bir deve kaçarak gelir ve hâl diliyle “Ya Resulullah! Bana yardım et” der. Devenin arkasından ise sahibi gelir. Peygamberimiz (sav), devenin sahibine “Bu dertli deveden ne istersin?” diye sorar. O da şöyle cevap verir: “Ya Resulullah! Bu deveyi çok yüksek fiyatla satın aldım. Ama bana itaat etmiyor. Onun için etinden istifade etmek istiyorum.” Bunun üzerine Peygamberimiz (sav), deveye sahibine niçin itaat etmediğini sorar.
Devenin verdiği cevap çok anlamlıdır: “Ya Resulullah! Ben sahibime âsi olmam. Lakin sahibim, kabilesi ile birlikte yatsı namazını kılmadan yatıyor. C. Hak’tan bir azap gelirse, içlerinde bulunmaktan korkuyorum.” Allah’ın Resulü (sav), bu duruma çok üzülür ve deve sahibine yönelerek, elinden tutar ve bundan böyle yatsı namazını terk etmeyeceğine dair söz aldıktan sonra deveyi sahibine teslim eder. Deve sahibi, yaşadıklarını bütün aile fertlerine anlatır ve ondan sonra yatsı namazını cemaat ile kılmadan yatmaz. O deveyi de, onları azaptan kurtuluşa vesile odluğu için, hiç incitmezler.
Netice-i Kelâm
Sadece yatsı namazı kılmamanın, dünyevî felaketlere maruz kalma açısından ne kadar büyük bir sorumsuzluk olduğuna göre sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazları bilerek kılmamak, menfî akıbetleri açısından kim bilir ne kadar büyük bir vurdum duymazlıktır. Halbuki Peygamberimiz (sav) namaz konusunda bizleri açıkça uyarmaktadır:
“Kim namazı bile bile terk ederse, o kişi Allah Teâlâ’nın himâyesinden ve hıfz u emânından uzak kalır.” (İbn-i Mâce; Fiten: 23).
Öyle ise bir an evvel gafletten kurtulalım ve beş vakit namaza başlayalım ki olası azap, çile, musibet ve küçük günahlarımızdan kurtulalım ve Allah’ın bizlere bahşedeceği manevî ikliminde hem dünyada topluca saadet, bereket ve huzur içinde yaşayalım, hem de namazın cennetin anahtarı olması hasebiyle ahirette Peygamberimize (sav) komşu olalım.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi