islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4852
EURO
36,4080
ALTIN
2.960,47
BIST
9.359,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

KUR’AN ÜSLUP VE MANTIK

KUR’AN ÜSLUP VE MANTIK
23 Aralık 2023 09:24
A+
A-

Belagat, Arap Edebiyatında bir sanattır. Ve  “Mukteza-i hale göre ( yaşanan duruma göre) söz söyleme” sanatı olarak tanımlanır. Sözün yerinde ve adamına göre söylenmesini ifade eder. Nitekim  Kur’an’da da bu edebî sanatın bir araç olarak kullanıldığı, dolayısıyla ayetlerin  nüzul sebeplerinin ve nüzul ortamının dikkate alınarak şartlara ve duruma göre mesajların verildiği görülmektedir. Bu nedenle Kur’an’da yerel ve tarihsel olaylara yer verilmektedir. Ve bunlar üzerinden insanlara evrensel mesajlar sunulmaktadır. Böylece bilinenden bilinmeyenlere gidilen bir yöntemin uygulandığı anlaşılmaktadır. Nitekim cennet tasvirleri, dünyada insanların bildiği, sahip olmayı arzu ettiği güzel bahçe örnekleri ile tanıtılmakta. Cehennem tasvirleri ise, ateş ve türevleri üzerinden örneklendirilerek verilmektedir.

Bilindiği gibi üslup, “tarz, yol, biçim” demektir. Kur’an’ın üslubu denince, Kur’an muhtevasının ifade ediliş tarzı kastedilir.

Bu muhtevada mümin müjdelerken kâfir inzâr edilir, helâle teşvik edilirken haramdan sakındırılır. Konu içinde konu anlatır. Kıssa anlatırken hüküm ortaya konur, geçmiş anlatırken geleceğe yönelik bilgiler verilir. Bu nedenle onun üslubu, sınırlı bir dil mantığıyla mukayyet olan beşer ürünü hiç bir kitabın üslubuna benzememektedir. Onun üslubunda eşsiz bir ahenk vardır. Ondaki lafız ve mana dengesinde, edebi türlerden farklı bir mükemmellik mevcuttur. O, öyle bir üsluba sahiptir ki, aynı anda farklı seviyelerde bulunan insanlara hitap edebilmektedir. Onda edebi türler iç içedir ve birbirinin aynı tekrarlar  çok yoktur, olanı da azdır. Konu aynı olsa da, üslup farklıdır.

Zira beyan tarzında çeşitlilik vardır. Akla ve duyguya dengeli bir biçimde hitap eder. Onun ifâde ve üslûbunda lüzumsuz fazlalıklar yoktur. Söz ve mânâ tam bir uyum ve ahenk içindedir. Lafzını, hem zihin anlar hem de gönül. İfâ­de ve üslubundaki ahenk ve ölçü, insan ruhunu okşamaya, sarmaya ve kal­bini titretmeye başlarken; zihin de, onun ince ve derin anlamlarını kav­ramaya ve anlamaya çalışır. Kur’an’ın temel amaçlarından biri de insanları uyarmak, teşvik etmek ve öğüt vermektir. Bunun için de kıssaları ve darb-ı meselleri amaç olarak değil, bir  araç olarak kullanır.

Bu nedenle kıssalar aktarılırken, şahıslar ve tarih değil, olay öndedir.

Bu sebeple Kur’an’da yer alan bilgilerde kronoloji yoktur.  Dolayısıyla o, insanları, şirkten tevhide, ahlâksızlıktan ahlâka, zulümden adalete, eşitsizlikten eşitliğe, kayırmacılıktan işi ehline vermeye, hissilikten akliliğe, kabilecilikten ümmet anlayışına değiştirmeyi hedefler ve onlara kuralların ve ilkelerin egemen olduğu bir hayatı önerir. Bu bilgiler; bilimsel formüller ve terimler kullanılarak anlatılmaz, Kur’an dili ve üslubu ile sunulur. Onda var olan hayatın bilgileridir.

Hayatın her alanına ilişkin bize rehberlik edecek olan bu bilgiler, bir ayette  ve belli ayet grupları içinde yer alır.Bu nedenle  insanın huzur ve mutluluğu için prensipler getiren ve bilgiler sunan bu ilahi mesajın; farklı zaman ve mekanlar içinde yaşayan insanların bütün ihtiyaçlarını madde madde sıralayıp muhtevası içine alması ve her maddeye ayrıntılı bir biçimde çözümler getirmesi, hem nicelik hem de nitelik açısından mümkün olmadığından; bu ilahi mesajın çok az kısmı hariç, önemli bir bölümü hatta çoğunluğu, ayrıntılardan uzak, genel ilkeler halindedir. İlahî mesaja ait sadece bu özellik bile onun çağları kuşatıcı yönünü ortaya koyar. Bir çok konu, sembolik bir dil ile anlatılır. Bütün bunlar, Kur’ân’a ait alî üslup özellikleridir ve onun edebi îcazını ortaya koymaktadır.

Bu da Kur’an’a özgü bir üslup mantığının bulunduğunu göstermektedir.

Nitekim Yüce Allah, kendisine özgü sıfatlarını insanların sahip olduğu sıfatlar üzerinden tanıtımını yapmakta. Bilinenden bilinmeyene giden bir üslup kullanmakta. Fakat kendi sıfatlarının insanların sahip olduğu sıfatlardan farklı olduğunu özellikle vurgulamaktadır. Nitekim “Ahsenu’l halikin” veya “ Ahkemu’l hakimin” tanımlamalarında bu açıkça görmektedir. Bu ifadesiyle Yüce Allah, “Siz yaratırsınız ben de yaratırım, ama benim yaratmam en güzel olanıdır. Ya da siz hükmedersiniz ben de hükmederim ama benim hükmüm en güzel olanıdır”, demektedir.

Bu nedenle  Kur’ân’ın Câhilî Arap toplumuna hitap ederken kullandığı dil ve üslûp ile, inanmayanların Kur’ân’a karşı ileri sürdükleri gerekçeler ve buna karşılık Kur’ân’ın onların akıl ve mantıklarına yönelttiği eleştiriler, genel anlamada Kur’an mantığının da özünü oluşturur. Nitekim Kur’an’ın üslubunda hikaye edici, tespit edici, tartışmacı, açıklayıcı anlatım tarzlarına şahit oluyoruz. Bunun gibi, kural koyucu, yönlendirici, korkutucu ve müjdeleyici anlatım tarzlarına da şahit olmaktayız. Bu nedenle Kur’an’a konu bütünlüğü içinde değil de belli açılardan tek yönlü bakıldığında, onu bir bütün olarak anlama imkanı yoktur. Sadece ümit veren (terğib amaçlı) ayetler ele alındığında, Allah’ın herkesi bağışlayacağı, kimsenin ceza görmeyeceği sanılabilir. Yahut korkutan (terhib amaçlı) ayetleri ele alındığında en küçük suçlardan bile insanların cehenneme gireceği anlaşılabilir. Oysa ümitle korkuyu, rahmetle azabı birlikte ele almak, Kur’an bütünlüğüne, kuşatıcılığına giden yola girmek demektir. Belagatin “Muktezayı hale göre konuşmak” dediği şey de budur.

Bu açıdan ele alındığında Kur’an’da klasik mantığa (iki değerli) uygun veriler bulabildiğimiz gibi, çok değerli mantığa uygun veriler de bulabilmekteyiz.

Nitekim Kur’an’da müminin tek bir tanımı veya mümin Müslüman ayırımı mevcut iken, inanmayanların  kafir, müşrik, münafık gibi tanımları mevcuttur. Cumartesi yasağı ile ilgili olarak, yasağa uymayanlar, yasağa uymayanları uyaranlar, uyarı yapanlara niye uyarıda bulunuyorsunuz diyenlerden söz edilerek, Yahudilerin üç guruba ayrıldığı görülmektedir[1]. Benzer durum, Fâtır suresinin 32.ayetinde de yer almakta. Ve Kitaba mirasçı olan kimselerden bazılarının ona ilgisiz kaldığı, bazılarının orta yol tuttuğu, bazılarının da hayırda öncü oldukları anlatılmaktadır.

Kur’an’ın ana misyonunun ibkâ/tasdik, iptal/tekzip ve ikmal/tashih olduğu dikkate alındığında, Kur’an mantığına bunların da dahil olduğu görülür. Nitekim Kur’an’ın Cahiliye dönemi ve öncesi kültürleri, toptan ret veya toptan kabul etme gibi bir tavır içinde olmadığı, bilakis doğruları kabul, yanlışları ret veya tashih ettiği  bilinen bir gerçekliktir. Bir başka ifade ile Kur’an, Cahiliye kültürünü ya ibkâ, ya ıslah ya da ikmal etmektedir. O’nun mantığında bir inkılap anlayışı bulunduğu kadar, tedricilik ve durumsallık ilkesi de bulunmaktadır. İmanî ve ahlaki konulardaki üslupta inkılap mantığının, sosyal konulardaki üslupta ise tedriciliğin ve durumsallığın egemen olduğu görülür. Onun üslubunda kategorik mantık örnekleri bulunduğu kadar, analitik mantık örnekleri de mevcuttur. Onda evrensel ilkelerin yanında, yerel bilgilerin de bulunduğu gerçeği göz ardı edilemez. Buna karşılık onda durumsallığın daha etkin olduğu da bir gerçekliktir. Nüzul sebepleri ve nüzul ortamı dikkate alındığında durumsallığın etkisi, daha iyi anlaşılacaktır.

Ayetlerin övücü, yerici, uyarıcı, alaycı, müjdeleyici, açıklayıcı, tartışmacı, tespit edici, kural koyucu, hikâye edici, örnek verici oluşları, Kur’an’ın maksadını ifade etmekte, maksat ise durumsallığı göstermektedir.

Daha açık bir ifadeyle bu durum, sebeplerin vahyi şekillendirmesi değil, vahyin sebepleri dikkate alması yönüyledir. Bu nedenle her bir ayetin ifade biçimine ve bağlamına göre övücü, yerici, uyarıcı, alaycı, müjdeleyici açıklayıcı, tartışmacı, tespit edici, kural koyucu, hikâye edici, örnek verici vb. anlatım tarzlarından hangisine uygun olduğunun bilinmesi, ancak nüzul sebeplerinin, kültürel, ekonomik ve politik ortamın/ nüzul ortamının bilinmesi ile mümkündür. Mesela “Öyle ki evlerini bir taraftan kendi elleriyle, diğer taraftan müminlerin elleriyle yıkıyor, harap ediyorlardı. Ey akıl sahipleri ibret alın”[2] ayetinin Benî Nadîr Yahudileri ile ilgili olduğunu ve taaccüp ifade ettiğini anlıyoruz.[3]

Kur’an muhtevasından Allah Teâlâ’nın, kulunun işlerine bazen müdahale ettiğini, fakat  çoğu zaman  müdahale etmediğini de öğreniyoruz.  Şayet kul, kendisine âit olan işleri yapar ve bunu kendisine  ait kılarsa, Allah’ın  da bu aidiyeti hoş görmediğini; Allah’ın yaptığı şeyleri kendisine ait kılmaya kalktığında da kulunu uyardığını; şa­yet kul, sorumluluktan kaçar ve yap­tıklarını Allah’a ait kılmaya kalkışırsa, o zamanda da Allah’ın, insana sorumlu olduğunu hatırlattığı ve sorumluluktan kaçmamasını önerdiğini anlıyoruz.  Mesela, Bedir Savaşı ile ilgili şu ayet, böyle bir mesaj  içermektedir:

“Ey müminler! Şunu iyi bilin ki, (Bedir’de) düşmanı öldüren siz değildiniz, onları öldüren asıl Allah’tır. Ey peygamber! (Oku ve taşı) attığın zaman gerçekte onu sen atmadın, asıl atan Allah’tır. Ve Allah bunu da, müminlerin güzel bir imtihan kazanmaları (şerefli bir zafer ve ganimet elde etmeleri) için yapmıştır. Bilin ki, Allah Semî’dir; yardım isteklerinizi ve dualarınızı iştir. Alîm’dir, düşünce ve niyetlerinizi, cânü gönülden savaşıp savaşmadığınızı bilir.”

Bu mesaj da üç yüz kişilik bir ordunun, bin kişilik tam teçhizatlı bir orduyu yenme zaferinin sadece kendilerine ait olmadığını ve bu zaferde Allah’ın  yardımının da  olduğunu hatırlatılmaktadır. Nitekim Fahreddin Razî, bazı sahabenin  Bedir’de  öldürdükleri müşriklerle  övünmeleri üzerine, Allah Teâlâ’nın bu ayeti indirdiğini nakletmektedir.[4]  Dolayısıyla  bu ayetin, bir uyarı niteliği taşıdığı anlaşılmaktadır.

Ne var ki İslâm alimlerinin, Kur’an mantığını tespit edip  bu mantığa göre Kur’an’ı  anlama ve yorumlama yerine, Aristo’nun iki değerli mantığı ile Kur’an’ı anlamaya çalışmaları ve  bu  mantığı kullanmada  bir beis  görmemeleri, Kur’an’ı ve İslâm’ı anlamada ciddî sorunlar oluşturmakta  ve oluşturmaya da devam etmektedir. Zira farklı anlamaların ve yorumların temelindeki ana etkenlerden biri de  iki değerli Aristo mantığıdır. Anlamada  bu mantığın  kullanılması,  çözüm yerine  sorun üretmektedir.  Bunun için  Kur’an  mantığı oluşturmada gereklilik söz konusudur. Bu görev de  başta mantıkçılara ve ilgili  bilim insanlarına düşmektedir.

Prof. Dr. Celal Kırca

[1]Araf,7/160-165.

[2] Haşr,59/2.

[3]. İbn Hazm, İhkam fi Usuli’l Ahkam, Beyrut 1985,  2/407.

[4]  Fahreddin Razî, Mefatihu’l  Gayb, Tahran tarihsiz, 15/139.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ

MİRATHABER.COM – YOUTUBE

Yorumlar
  1. Mürsel Gündoğdu dedi ki:

    Her kitabı anlamak o kitabın üslubuna aşina olmakla ve mantığını anlamakla mümkündür.
    Elbette hidayet rehberi olarak gönderilen son ilahi kitap Kur’an’ın da bir üslubu ve iç mantığı vardır.
    Buna kafa yormamız gerektiğini belirten ve bunu çözüm örnekleriyle aktaran çok güzel bir yazı olmuş.
    Ellerinize ve yüreğinize sağlık hocam.