Anadolu’nun her yerinde imamlara, hatta biraz dini bilgisi olanlara hoca derler. Halbuki ikisi ayrı kavramlardır.
Hoca kelimesinin aslı ‘hâce’dir. Bu da Farsça’da efendi demektir. (Bkz: Olgun, İ.-Drahşan, C. Farsça-Türkçe Sözlük, s: 142)
Hâce Osmanlı Türkçesinde ek anlamlar kazandı. Şöyleki:
Hâce; 1-Efendi, ağa, muteber kimse. 2-Aile reisi, ailenin büyüğü, 3-Tüccar, mal sahibi, zengin, 4-İhtiyar, 5-Hoca, müderris, bilgin, 6-Üstad, muallim, öğretmen, 7-Sahip, mâlik, 8-Ulu, 9-Şeyh, mürşid (Doğan, M. Büyük Türkçe Sözlük, s: 631),
ayrıca; çelebi, profesör demektir. (Devellioğlu, F. Osmanlıca-Türkçe Sözlük, s: 305)
“Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler
Yevme lâ yenfau da kalb-i selîm isterler .”
Yani; “Ey efendi sanma ki senden altın ve gümüş isterler. Hayır senden ‘yevme lâ yenfau’da (hesap gününde) ancak selîm kalp isterler.”
‘Hâce’ zamanla telaffuz değişikliğine uğradı ve karşımıza bugün bildiğimiz ‘hoca’ kavramı çıktı.
Hocanın aslı olan ‘hâce’nin Türkçede kazandığı anlamlara bakarsak imamla, imamlıkla ilgisinin olmadığını görürüz. Belki bilgin, efendi, üstad manalarıyla bir ilgi kurulmuş olabilir.
‘Hoca’nın ağırlıklı anlamının ders veren olduğu görülmektedir.
Öyleyse galat-ı meşhur olan ‘hoca’; öğretmendir, muallimdir. Yani ders veren herkes, hangi dersi verirse versin, nerede verirse versin hocadır.
İster dini ders versin, ister futbol dersi, ister bilgisayar dersi versin, isterse uydu dersi versin… İster ilköğretimde olsun, ister üniversitede… Zayıflama kursunda olsun, isterse biçki-dikiş kursunda olsun… İster hanım olsun isterse erkek… Ders veren herkes istisnasız hocadır.
Görülüyor ki bunda rahatsız olacak hiç bir taraf olmadığı gibi, “hoca camide olur” sözü de safsatadır. Bu sözü şöyle kullanmak gerekir:
İslâm fıkıh ölçülerine göre nerede olursa olsun, camide veya başka bir yerde az veya çok cemaate namaz kıldıran da o anda imamdır. Aynı imam bir yerde ders verirse, orada o da hoca olur.
Günümüzde halk saygı duyduğu ilim ehline ‘hoca’ diye hitap ediyor. İmamlara da… Bu anlayışla karşılanması gereken güzel bir tavırdır.
Ancak her iki kavram asıl anlamlarıyla ve yerinde kullanılmadığı zaman yanlış anlaşılabiliyor. Futbol takımı çalıştıran antrenör, üniversitede ders veren profesör, dil kursu veren kurs öğretmeni, okulda ders veren öğretmen, bahçe işlemeyi öğreten bir ziraatçi hoca kelimesinin nâhoş bir manası olmadığını bilmeli ve kendilerine “hoca/hocam” diye hitap edilince rahatsız olmamalı…
İmam kelimesinin aslı ‘ememe’ fiilidir. Bu da sözlükte; bir şeye yönelmek (İbni Manzur, Lisânul-Arab 1/156), ya da öne geçmek, sevk ve idare etmek (Küçükaşçı, M. S. TDV İslâm Ansiklopedisi, 22/179) demektir.
Aynı kökten gelen ‘ümm-ana’; bir nesnenin varlığında, terbiye edilmesinde, yetiştirilmesinde, ıslahında ya da başlamasında temel teşkil eden şeye denir.
Sonraki diğer şeylerin kendisinde toplandığı, ya da kendisine bitiştiği her ana şeye ‘ümm’ denir. (el-İsfehânî, R. el-Müfredât, s: 28)
“Ümmü’ş-şey-o şeyin aslı” şeklinde söylenir.
Ümmet de aynı kökten gelir. Aynı din, aynı zaman, ya da aynı mekan olsun olsun, herhangi bir şeyin kendilerini biraraya getirdiği her çeşit cemaat, topluluk demektir. (el-İsfehânî, R. el-Müfredât, s: 28)
İmam, kelime olarak bir anlamı da üzerine bina yapılan sağlam ahşap, ya da yerin bir tarafı, yol (tarik) demektir. Nitekim Hıcr 79. âyette buna işaret edilmektedir. (Cevherî, es-Sıhâh, 5/173)
‘İmam’; toplumun ister doğru yolda, isterse sapıklık yolunda kendisine yöneldiği, kendisine tabi olduğu önderdir. (İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 1/157. el-Cevherî, es-Sıhah, 5/173)
Namaz kıldıran kişiye imam denildiği gibi, örnek alınan veya toplumda öne çıkan kişiye, ana yola de imam denir. (İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 1/157) Bir kavmin ileri gelenine, başkanına da o “kavmin imamı” denir.
Görüldüğü gibi imam kavramı, peşinde toplum olan, kendisine uyulan, önde olmayı, öne geçmeyi ifade eden bir kavramdır.
‘İmam’ kelimesi Kur’an’da yedi âyette tekil, beş âyette de çoğul (eimme şeklinde) olmak üzere 12 yerde ve bir kaç anlamda geçmektedir. Onlardan bir tanesi “imam-ı mübîn” ifadesidir.
Bu tabir Kur’an’da iki âyette geçiyor.
1.“Şüphesiz biz, ölüleri biz diriltiriz; onların önceden yapıp gönderdiklerini ve bıraktıkları eserlerini de yazarız. Zaten biz her şeyi apaçık olan ana bir kitapta (kitab-ı mübín’de) sayıp tesbit etmişizdir.” (Yâsîn 36/12)
Âyette geçen imam, kendisine uyulan, öncü demektir. Allah (cc) kitabı (amel defterini) her şeyi toplayan, takip edilen imam kıldı. “O gün insanlar kendi imamlarıyla çağrılacaklar” (İsrâ 17/71) âyetindeki imam, dünyadaki yaptıklarını biraraya toplayan kitap (amel defteri) olarak açıklanmış. Buna göre ‘imâm-ı mübîn’ ya bu kitaptır, ya da levh-ı mahfuzdur. (İbni Kuteybe, Te’vilü Müşkili’l-Kur’an, s: 254)
‘İmâm-ı mübîn’ pek çok tefsirciye göre levh-ı mahfuz’dur. (Bkz: İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 3/157. Beydavî, Tefsir, 2/278. Tabatabâî, H. M. el-Mizân, 17/69. Zamahşerî, el-Keşşâf, 4/7) (Levh-ı mahfuz, üzerine yazı yazılan, ancak silinmekten ve değişikliğe uğramaktan muhafaza edilmiş düzgün levha demektir)
Bazılarına göre ise bu; insanların yaptıklarının kaydedildiği amel defteri-kitabıdır. (Ateş, S. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 7/338. Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili, 6/403),
‘İmâm-ı mübîn’; insanların işlediği bütün işler (ameller, Allah tarafından bilinen) Levh-ı Mahfuz’dadır. (Mukâtil b. Süleymen, Tefsir, 3/83) Yani apaçık bir kitaptır ki o da levh-ı mahfuzdur. (Celâleyn, Tefsir, s: 440)
O ümmü’l-kitaptır (ana kitaptır) ki Allah’ın katındadır. Onda her şey vardır. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 10/430)
İmâm-ı mübîn’den kasıt, delil teşkil eden, kendisine uyulan kitab demektir. İlk dönem müfessirlerinden Mücâhid, Katâde ve İbn Zeyd’e göre bu levh-i mahfuzdur. Bir kesim de bununla amel defterlerini kastedildi dediler. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2565)
‘Ana kitap diye karşılanan ‘imâm-ı mübîn’ delil niteliği taşıyan, kendisine uyulan diye açıklanmış. Allah (cc) kendi ilmini imam kelimesiyle nitelemesi ilâhi irade ve kudretin ilgili olduğu her şeyin ona uygun bir biçimde gerçekleştiğini beyan etmek içindir. (Komisyon, Kur’an Yolu, DİB. 4/428)
Buradaki ‘imam-ı mübîn’; bilinen, açık bir yol, apaçık gözönünde olan şey anlamına gelmektedir. (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 2/316)
“Bu kavim de Lût kavmine yakın bir yerde yaşıyordu. Bu sebeple âyette; “onların geride bıraktıkları harabeler hâlâ işlek bir yol üzerinde bulunmaktadır.” buyuruluyor. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 7/531)
Yani onların yaşadıkları belde bizatihi açık seçik ve belli olan bir yol üzerinde bulunuyor. Yanlarından geçenler, bunların hâlinden (basiretle bakarsa) ibret alırlar. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/1743)
Azgınlıklarından ve zalim olmalarından dolayı cezalandırılan Eyke ve Medyen halkının durumu bellidir. Ya da onların harab olmuş yurtları açık bir yol üzerindedir, göz önündedir. (Okuyan, M. Kur’an-ı Kerim Sözlüğü, s: 96)
Hüseyin K. Ece
MİRATHABER.COM – YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA BURADAN ULAŞABİLİRSİNİZ