islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4915
EURO
36,2365
ALTIN
2.952,64
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

KÜFÜRDE YARIŞANLAR

KÜFÜRDE YARIŞANLAR
9 Şubat 2024 10:00
A+
A-

İnsânların hesap günündeki yargılanmaları sırasında karşılaşacakları “zillete” işâret eden ve Kur’ân’ın bir sûresine de isim olarak koyulan “casiye” kelimesi aynı zamanda “diz çökmek” veyâ “bir araya gelmek” anlamlarına da gelmektedir. Sûrenin 16. âyetinden itibaren Allah, İsrâiloğulları’ndan söz etmekte ve onlara “vahiy, hikmet ve peygamberlik” verdiğini söyledikten sonra hayatın güzel nimetleriyle rızıklandırılan bu insânların kendi dönemlerinde bütün diğer topluluklardan üstün kılındığını bildirmektedir.[1] Ama ne var ki bu topluluk, imanın amacı noktasında bütün bu bilgilerin kendilerine yöneltilmesine karşılık aralarında meydana gelen kıskançlıktan dolayı farklı görüşlere sarılmış, ayrılığa/ihtilâfa düşmüşlerdir.[2] İşte bu konuda Allah, Casiye/18. âyette Hz. Peygamber’e şu emri vermektedir: “Ve son olarak seni [imanın] hedefini gerçekleştireceğin bir yola koyduk: O halde bu [yolu] izle ve [hakikati] bilmeyenlerin boş arzu ve heveslerine uyma.[3]

Görüldüğü gibi âyette iki yoldan söz edilmektedir. Bunlardan ilki “şeriat” kelimesi/terimi ile anlatılan insâna rûhî tatmin ve sosyal refah yolunu gösteren ahlâkî ve pratik bir “kurallar/hukuk sistemi” yâni geniş anlamıyla vahyin düzenlediği “dinî kurallar/emirler” yoludur. İkinci yol ise hakikâti bilmeyenlerin veya başka bir ifadeyle bildikleri hakikati boş arzu ve heveslerine uyarak örtenlerin, tahrif edenlerin yoludur. Anlaşılıyor ki; bu ikinci yol önceki âyetlerle birlikte düşündüğümüzde özel olarak İsrailoğulları’nın tevhidden sapmış, nefsânî arzu ve heveslerine inatla uymuş olanlarının gittiği/tuttuğu/savunduğu yoldur.

İşte Maide/41. âyette Allah, “hayırda yarışmak[4] varken “küfürde yarışan” topluluklardan biri olan Yahudileri gündeme getirmekte ve Hz. Peygamber’den onların tavırlarına üzülmemesini istemektedir: “Ey Peygamber! Hakîkati inkâr da birbirleriyle yarışanlardan dolayı üzülme: şu, ağızlarıyla ‘Biz inanıyoruz!’ diyen, halbuki kalben inanmayanlardan ve her türlü yalanı can kulağıyla dinleyen ve [aydınlanmak için] sana gelmek yerine başka insânlara kulak veren Yahudilerden. Onlar, [vahyedilen] sözleri asıl bağlamlarından kopararak anlamlarını çarpıtırlar ve ‘Eğer size şöyle şöyle [bir öğreti] verilirse onu kabul edin; ama verilmezse uzak durun!’derler.Onlara bakıp üzülme,] çünkü Allah, bir kişinin kötülüğe meyletmesini dilemişse Allah’ın onun hakkındaki iradesine hiçbir şekilde mani olamazsın. İşte onlar kalplerini Allah’ın temizlemek istemedikleridir. Onları bu dünyada zillet, öteki dünyada da korkunç bir azap bekler.[5]

Âyette küfürde yarışanlar olarak tanımlananlar; Yahudiler ve gerçekte kalben inanmadıkları halde ağızlarıyla iman ettiklerini söyleyen münafıklardır. Yine âyetin işâretinden ve rivâyetlerden anlaşıldığı üzere; Yahudilerden bir grup Hz. Peygamber’e götürmek istedikleri bir dava hakkında münafıklarla istişare etmişler, Hz. Peygamber onların isteklerine uygun bir şekilde hüküm verirse kabul edilmesini, aksine hüküm verdiği takdirde reddedilmesini kararlaştırmışlardı. Yahudiler ve münafıklar öteden beri Hz. Peygamber’in aleyhinde bağnazca tavırlar sergiliyor, haince tuzaklar kuruyor, bilerek gerçekleri saptırıyor; yalan, hile, aldatma ve benzeri yollarla onu başarısızlığa uğratmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bütün bunlar Hz. Peygamber’i üzüyordu. Bu sebeple Allah, inkârda yarışan Yahudi ve münafıkların ona karşı göstermiş oldukları olumsuz tutum ve davranışlarından dolayı üzülmemesini tavsiye ederek peygamberini teselli etti.

Bu tür münafıkların daima bulunabileceğine işaret etmek ve gerçek müminlerin bunlara karşı uyanık olmalarını sağlamak maksadıyla Allah bunların şahıslarını değil vasıflarını ve özelliklerini tanıtmaktadır: Bunlar hevâ ve heveslerinin tutsağıdırlar. İlgileri hakka değil bâtıla yöneliktir. Doğru sözden hoşlanmayan, onu dinlemekten sıkılan, fakat yalanlara, iftira ve ara bozmalara, propagandalara kulak veren, bu tür fenalıklardan hoşlanan kötü karakterli kimselerdir. Bunlar aynı zamanda, Hz. Peygamber’in yanına gelmeyip gizli plânlar yapan bazı Yahudi bilginleri ve İslâm düşmanları lehine casusluk eden kimselerdir.

Küfürde yarıştıkları belirtilen Yahudi bilginler, Tevrat’ın kelimelerinin yerlerini değiştirerek kendi arzu ve hevesleri doğrultusunda anlam veriyorlar, Hz. Peygamber’in vereceği hüküm kendi isteklerine uyarsa kabul edilmesini, aksi takdirde reddedilmesini halka tavsiye ediyorlardı. Münafıklarla bir kısım Yahudiler de bunların yalanlarını dinliyor ve bunların lehine casusluk edip gizli bilgiler edinmek için Hz. Peygamber’in Müslümanlarla yaptığı toplantılara katılıyorlardı. Kendilerine karşı şefkatle muamele eden Hz. Peygamber, bir yandan da bu durumu biliyor, onlar adına üzülüyordu. Bu sebeple Allah buyurdu ki: “Allah bir kimseyi fitneye düşürmek isterse elbette Allah’ın iradesine karşı senin elinden hiçbir şey gelmez.” Yani küfürde ısrar etmeleri sebebiyle Allah onları küfür ve dalâlet içerisinde bırakmayı murat etmiştir; artık sen onları kurtarmak için ne kadar gayret gösterirsen göster fayda vermez. Onlar kendilerini arındırmak istemedikleri için Allah da imanı nasip edip kalplerini arındırmak istememiştir. Eğer onlar kendilerini arındırmak isteseler ve bu yolda gayret gösterselerdi Allah onları bu nimetten mahrum etmezdi. Fakat onlar küfrü tercih ettiler, Allah da dünyada onları zillete düşürdü, âhirette de büyük bir cezaya çarptırılacaklarını bildirdi.

Daha genel anlamda düşünürsek bu âyet, zahiren Hz. Peygamber’e seslendiği halde Kur’ân’ın bütün izleyicilerini ilgilendirmektedir ve bu nedenle bütün zamanlar için geçerlidir. Aynı kapsam genişliği, bu âyetin bahsettiği insânlar için de sözkonusudur: O, sadece münafıkları ve Yahudileri zikrettiği halde, aslında, dolaylı olarak, İslâm’a karşı önyargılı olan ve onun öğretileri hakkındaki yalan beyanlara isteyerek kulak veren; aydınlanmak için Kur’ân’a dönmek yerine İslâm’a karşı düşmanca duygular besleyen gayrimüslim “uzmanlar”ı dinlemeyi tercih eden herkese işâret eder.

Âyetin devâmında yâni Maide/42. âyette Allah, İsrailoğulları’nın Yahudileşen bu zihniyetini/karakterini çok çarpıcı bir kavramla bize tanıtmaktadır: “Onlar, her türlü yalanı can kulağıyla dinleyenler, kötü olan her şeyi aç gözlülükle yutanlardır! Öyleyse [bir karar vermen için] sana gelirlerse ister onlar arasında karar verirsin, ister kendi hallerine bırakırsın: Çünkü eğer onları kendi hallerine bırakırsan sana hiçbir şekilde zarar veremezler. Ama eğer bir karar verirsen, onlar arasında adaletle karar ver: Allah adil davrananları bilir.[6]

Âyette “kötü olan her şeyi aç gözlülükle yutanlar” şeklinde çevrilen ifâdenin Arapçası “Suht” kelimesidir ve “sehate” yâni “bir şeyi tamamen yok etti” fiilinden türetilmiştir ve öncelikle “yıkıma götüren herhangi bir fiilde bulunma”yı gösterir. Çünkü o fiil iğrençtir ve bu nedenle yasaklanmıştır. O halde sözkonusu kelime, bizâtihî kötü olan herhangi bir şeyi ifâde eder. Âyetteki bağlamda, “ekkâlûne li’s-suht” mübalağa ifadesi, “yasak olan her şeyi yani, gayrimeşru kazancı açgözlülükle tıkıştıranlar”ı, yahut daha doğrusu, “kötü olan her şeyin yani, düşmanları tarafından Kur’ân’ın etkisini yok etmek için uydurulmuş her yalan ifâdenin üstüne açgözlülükle atlayanlar”ı gösterir.

Yine âyette Yahudilerin Hz. Peygamberin huzuruna getirdikleri hukuki durumlarda yâni “Allah katında neyin doğru neyin yanlış olduğu konusundaki” başvurularında, Allah, –eğer karar verecekse– Hz. Peygamber’den onların kişisel sevgi veya nefretine göre değil, vahyedilen ilâhî ahlâkî kanunları esas alarak “adaletle/kıstla” karar vermesini istemektedir. Üstelik âyette işâret edilen bu verilecek karar, Kur’ân’ın açıkça teyid veya reddettiği inançların dışındakilerin doğru olup olmadığına karar verme ile ilgilidir.

Son olarak Mâide/43. âyette ise Hz. Peygamber’den hüküm/karar isteyenler için Allah şu tespiti yapmaktadır: “Onlar Allah’ın buyruklarını ihtiva eden Tevrat’a sahip oldukları halde nasıl senden bir hüküm vermeni isterler ve ondan sonra da [senin verdiğin hükümden] yüz çevirirler? O halde böyleleri [gerçek] müminler değildir.[7]

Görülüyor ki âyet, Tevrat’ın İlahî Hukuk’un tümünü içerdiğine inanmalarına rağmen inanmadıkları bir dinî düzenlemenin belli ahlâkî sorunlar hakkındaki hükümlerinin Tevrat ile çatışan kendi kuruntularına uyum sağlayabileceği ümidiyle belli etmeden sözkonusu hükümlere yönelen Yahudilerin tuhaf düşünce tarzlarını tasvir etmektedir. Başka bir deyişle, onlar, inandıklarını iddia etmelerine rağmen; ne Tevrat’ın hükmüne ne de Tevrat’ın bazı kanunlarını tasdik, bazılarını da iptal eden Kur’ân’ın hükmüne teslim olmaya gerçekten hazır değillerdir: Nitekim onlar, Kur’ân’ın kendi zihnî saplantılarına uygun olmadığını anlar anlamaz ondan uzaklaşmışlardır.

Başka bir ifâde ile bu âyet, Yahudilerin dava hakkında hüküm vermesi için Hz. Peygamber’e başvurmalarının adaletin tecellisi amacıyla değil, sırf kendi arzularına göre bir hüküm bulmak için olduğu anlaşılmaktadır. Âyet onların samimiyetsizliğini bütün çıplaklığıyla ortaya koymuştur. Çünkü onların davalarını, içinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat’ı bırakıp peygamber olduğuna inanmadıkları Hz. Muhammed’e getirmeleri kitaba olan imanlarının ne derece asılsız olduğunu, sonra Hz. Peygamber’in verdiği hükme razı olmayıp ondan da yüz çevirmeleri kendi isteklerinden başka hiçbir şeye samimi olarak inanmadıklarını göstermektedir. Her ne kadar kendilerini seçilmiş/haklı görselerde zamanı geldiğinde gurur/kibir ve kinleri doğrultusunda döktükleri kanların, yıktıkları/yaktıkları şehirlerin, çıkardıkları fitne ve fesadların altında kalacak/boğulacak, son nefeslerine kadar nefret ve zillet damgasıyla huzursuz yaşayacaklardır.

Hayırda yarışmak yerine küfürde yarışmayı seçen, ne kendilerine indirilen kitaba ne de Hz. Peygamber’e indirilene inanmak ve teslim olmak noktasında samimiyet göstermeyen Yahudilerin en büyük özelliği; onların her türlü yalana gönüllerini/kulaklarını açmaları ve Allah’ın âyetlerini kendi nefsî arzuları doğrultusunda asıl anlamlarından kopararak/çarpıtarak tahrif etmeleridir. Kötülüğü dileyen, arınmayı reddeden, bu zihniyet/mantık için artık üzülmenin bir anlamı kalmamıştır. Onlar yıkımı/ölümü ve yok etmeyi kendilerine yol olarak seçtiklerinden her vasıtayı gayeleri için meşru kabul etmişlerdir.

NECMETTİN ŞAHİNLER 

MİRATHABER.COM – YOUTUBE- 

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞAK İÇİN TIKLAYINIZ

[1] Casiye/16

[2] Casiye/17

[3] Casiye/18 Summe cealnâke alâ şerîatin minel emri fettebi’ hâ ve lâ tettebi’ ehvâellezîne lâ ya’lemûn(ya’lemûne).

[4] Bakara/148

[5] Maide/41   “Yâ eyyuher resûlu lâ yahzunkellezîne yusâriûne fîl kufri minellezîne kâlû âmennâ bi efvâhihim ve lem tu’min kulûbuhum, ve minellezîne hâdû semmâûne lil kezibi semmâûne li kavmin âharîne lem ye’tuk(ye’tuke) yuharrifûnel kelime min ba’di mevâdııh(mevâdııhî), yekûlûne in utîtum hâzâ fe huzûhu ve in lem tu’tevhu fahzerû ve men yuridillâhu fitnetehu fe len temlike lehu minallâhi şey’â(şey’en) ulâikellezîne lem yuridillâhu en yutahhire kulûbehum lehum fîd dunyâ hızyun ve lehum fîl âhıreti azâbun azîm(azîmun).

[6] Maide/42  “Semmâûne lil kezibi ekkâlûne lis suht(suhti) fe in câuke fahkum beynehum ev a’rıd anhum, ve in tu’rıd anhum fe len yedurrûke şey’â(şey’en) ve in hakemte fahkum beynehum bil kıst(kıstı) innallâhe yuhıbbul muksıtîn(muksıtîne).

[7] Maide/43  “Ve keyfe yuhakkimûneke ve indehumut tevrâtu fîhâ hukmullâhi summe yetevellevne min ba’di zâlik(zâlike) ve mâ ulâike bil mu’minîn(mu’minîne).

ETİKETLER: ÜSTMANŞET
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.