Bu soru, belki bazılarına sıradan bir konu gibi gelebilir. Ama, üzerinde biraz durulduğunda aslında birçok problemin temelinde, bu bilgisizlik ve farkındasızlığın yattığı anlaşılır.
Bir kişi veya toplumun kendisi olması demek, kendi kimliğinin farkında olması demektir. Bir diğer ifade ile, kendine ait aidiyet hissinin, şuurlu seçilmesi ve benimsenmesidir. Yani, neyi niçin seçtiğini bilmesi ve bu konuda, sağlıklı bir duruş ve tavır içinde olmasıdır.
İnsanlar, akıl sahibi ve düşünen varlıklar olmaları sebebiyle; bir konuyu düşünmeden ve onun neticelerini hesabetmeden onu kabul veya reddetmemeleri gerekir. Fakat, günümüzde bu tavır o derece önemsiz görülmektedir ki, insanların birçoğu, kendilerine iletilen veya aktarılan bir konuyu, düşünmeden kabul veya red durumuna girmektedirler. Bu durum, bize düşünme melekesinin giderek azaldığını gösteriyor. İnsanın duygu ve değerler dünyasında da aynı durumu gördüğümüzde, insan denilen varlığın nasıl bir baskı ve etki altında yönlendirildiğine şahid oluyoruz.
Bir insan neden düşünmez ve neden olayların gerçeğini veya arka planını anlamaya çalışmaz? Bu durum, insan denilen varlığın akıl ve değer dünyasının giderek fonksiyonsuz bir hale geldiğini açıklıyor. İnsanlar, artık kitap okumaz bir duruma geldiler. Onun yerine, internet ve cep telefonlarından gelen mail ve mesajlar veya haberler ile yetinmeye başladılar. Bu durum, düşünceye ve duyguya yer vermeyen bir dünyanın, insan kitlelerine empoze edilmesinin bir sonucudur. Bir diğer ifade ile, “hazır al ve kullan” mantığının kitlelere yerleştirilmesidir. Peter Berger’in “hazır zihin kalıpları” diye tarif ettiği konu buydu. Ve modern toplumun istediği insan tipinin de böyle bir hedefi seçtiği görülüyor.
Kendini bilmeyen kişi, başkası ile kendi arasındaki farkı da göremez. Başkasını izler ve takip ederken, kendisi olduğunu düşünür ve o durumu analiz edebilme gücünü kaybeder. Bunun da sebebi, alternatif bir bilgiye sahip olamamaktır. Kendi tarihini, dilini, edebiyatını ve sosyolojisini bilmeyen bir toplum; bir dünya vatandaşı gibi kendisine iletilen her bilgiyi, kendine uygun zanneder. Batı dışı toplumlar, yaklaşık 200 yıldır bu bilgisizliğin şaşkınlığını yaşamaktadır. Üstelik, sosyal bilginin de, öneminin farkında olmayarak..
Bir toplumun değer sistemi, bilgi ile olan ilişkisini koparınca; bilginin ayırdedici niteliğini ve kendine ait olup olmadığını bilmez. Bilgiyi üniversel bir değer gibi görür. Halbuki sosyal bilgi, her toplumun değerler sisteminin süzgecinden geçerek, o toplumla medeniyete ait hale gelir. Aynı zamanda bu değer yüklü bilgi, onun hayat felsefesini ve yaşama tarzını belirler.
Günümüzde bilginin değerden koparılışı, fikir ve ruh dünyasının da, başka alemlere kanalize olmasına yol açmıştır. Ve bu durum, bir toplum için, çok büyük sıkıntılar, travmalar ve bedeller ödemesi demektir.
Bir kişi ve toplumun kendi olması, kendine sunulan bilgiyi, şuursuzca ve değerlendirmeden kabul etmesi değildir. İslam dini, Arap toplumun cehaletinin sebebinin, atalarının geleneği ve adetleri olduğunu söylemesi, ferdin “hakikati kendi arayışı” ile bulması gerektiğini bize anlatıyor.
Kendimiz olmak; bir yandan hakikat dışı anlayış ve geleneklere nasıl şüphe ile bakıyorsak, aynı şekilde batının kendi problemlerini çözmek için ortaya attığı doktrin ve teorilere de o ölçüde şüphe ile bakmamızı gerektiriyor.
Böyle bir yaklaşım, insanı; kitlelerin kalıplaşmış görüş ve düşüncelerinden uzaklaştırır. Pozitivist ve Kartezyen dogmalarının etkisinden de kurtarıp, ilahi bilgiyi aklı ile değerlendirecek bir noktaya ulaşmasına yol açacaktır. Bu noktadan sonra da, hakikat ile ilgili kararı kendisi verecektir.
Prof. Dr. Sami Şener
MİRATHABER -YOUTUBE-