islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4868
EURO
36,2376
ALTIN
2.961,79
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
19°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
8°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

HAZCILIK YA DA DİN’DEN ÖZGÜRLEŞME TEMAYÜLÜ

HAZCILIK YA DA DİN’DEN ÖZGÜRLEŞME TEMAYÜLÜ
9 Mart 2024 09:22
A+
A-

Haz, “acının karşıtı olarak  hoşlanma ve  tat alma” demektir. Hoşnutluk ise “bir  şeyden duyusal, ya da ruhsal/manevî sevinç duyma”  anlamlarında kullanılmakta. Anlık veya  sürekli olmak üzere ikiye  ayrılmaktadır.  Dolayısıyla hayatın anlamını,  “haz” da  arayan dünya görüşüne “hazcılık/hedonizm” adı verilmektedir. Bunun da kökeni eski Yunan düşünürlerine  dayanmaktadır. “Haz veren şey iyi, acı veren de kötüdür” anlayışını yansıtmaktadır. Nitekim bu anlayışa sahip olanlar, “biricik iyi, hazdır”, dolayısıyla “Haz, bütün eylemlerimizin ereği/amacı olmalıdır” [1]  görüşünü ileri sürmüşlerdir.

Kökü her ne kadar eski Yunan’a dayansa da bir hayat felsefesi olarak hazcılığın,  günümüzde  etkin bir konuma geldiği ve  özellikle yeni nesli derinden  etkilediği görülmekte ve  zevk veren şeylere aşırı derecede odaklanan kişilere de “hedonist” denilmektedir.  Bir diğer ifade ile hedonist, “zevk” ve hazzı” kendine özgü bir iyilik olarak gören ve her şeyden haz almayı felsefi bir görüş olarak kabul eden kişidir.  Ona göre hayatın anlamı, “kişisel faydacılık” tır, bu nedenle  o, hayatının kahir ekseriyetini  yemeye, içmeye, giymeye,  cinselliğe veya keyif veren madde kullanımına adar; dolayısıyla  da hayattaki diğer önemli ve değerli  şeylere iltifat etmez ve  onları dışlar. Bu nedenle  mutluluğu kendine  zevk  veren şeylerde arar ve onun  peşinde koşar. [2]

Daha açık bir ifade ile bu kişiler, “Mutluluğu kendilerine sunulanda değil, kendi tercihlerinde aramaktadırlar. Kendilerini alternatifler içinde yüzer hissetmekte, mutlu olmadıkları bir konumdan mutluluk sunacak bir başka konuma geçme serbestisini kendilerine hak görmektedirler. Hayatın geneli ile ilgili bu tavırları, din algılarına da tesir etmektedir. Din ile uyuşmazlığın ardında temelde bu nokta vardır. Çünkü din, tertip ve düzeni, kuralları ve yasakları, emir ve nehiyleri, bulunulan bir hâle rıza göstermeyi, bağlanmayı, itaat etmeyi gerektirmektedir.”[3

Bu da din ile hedonist anlayışın uyuşmadığı ve çatıştığı bir ortamın doğmasına, oluşmasına sebep olmaktadır. Dolayısıyla bu durum, fertleri derinden etkilemekte ve etkilemeye de devam etmektedir. Nitekim günümüzde “Hedonizmin etkisinin en çok hissedildiği alanların başında tüketim gelmektedir. Geçmişte tasarruf ve kanaat kültürüne dayanan toplumun tüketim toplumuna evirilmesinde hedonizmin argümanlarını yoğun bir biçimde kullanan yazılı ve görsel basının payı da oldukça büyüktür. Toplumda temsiliyetin, değer görmenin ve topluma aidiyetin çılgın bir tüketici olmaktan geçtiğini toplumun çoğunluğuna özellikle de genç kuşağa kabullendiren Hedonik tüketim anlayışıdır. Gelişmiş endüstriyel toplumlarda tüketim, insanların gösterişle tatmin olma alanı olarak görülmektedir. Normal bir tüketim yerine çılgınca bir tüketim anlayışı hâkim kılınmaktadır. Bir taraftan çılgınca tüketim yapan kişi, statü ve prestijle ilişkilendirilerek tüketimi başkalarını kıskandırma içgüdüsüyle yaptığı eylemlere dönüştürmektedir.” [4]

Prof. Dr.  Ali Köse’ye göre  bunun  nedeni;  bu yeni neslin kültürel evrime maruz kalması,  dolayısıyla değer yargılarının, dünya görüşlerinin ve  kültürel normlarının  değişmiş olmasıdır. Zira önceki nesiller, yaşam mücadelesi ile  meşgulken  bu yeni nesil, zevk vaatlerinin, sürekli üretilen ve sonu gelmeyen suni ihtiyaçların peşinden koşmakla  meşgul  olmuşlardır.[5]  Ne var ki   her zevki tatma arzusu içinde olan ve bu arzularının önündeki tüm engellere düşman olan bu nesil,  kuralları ve yasakları yok sayarak anarşi ortamına zemin hazırladığının farkında değildir.  Bunun da nedeni, din, ahlak, etik gibi toplumsal kurallar içeren durumları kabullenemeyip kendilerini en değerli varlık olarak görmeleridir.

Bu anlayış, Her arzunu tatmin et, her zevki tat” ilkesini benimser. Ve  bunu engelleyen her şeye karşıdır.

Dolayısıyla bu anlayışın feda edemeyeceği hiç bir değer yoktur. Özellikle    kurallar, yasaklar, sınırlar, bu anlayışın  en nefret ettiği şeylerdir. Din,  ahlak, kural, düşünme  ve ölüm onların en rahatsız oldukları kavramlar arasında yer alır. Düşünmemek için en büyük silahları alkol ve keyif verici maddelerdir. Bu anlayışa sahip olanlar, “ben merkezci” dirler. Şahsi menfaatlerini çok iyi bilirler. Narsisisttirler sadece kendilerini severler. Kendilerini özel ve önemli görürler. Alçak gönüllülüğü ahmaklık olarak kabul ederler. Övgü ile beslenirler, eleştiriye çok duyarlıdırlar eleştirilmekten hoşlanmazlar. [6]

Kur’an’da  bu durum, “heva” olarak  açıklanır.  Heva”, nefsin bir şeye, genellikle kötü şeylere meyli olarak tanımlanır. Bir başka ifade ile heva, “nefsin, akıl ve din tarafından yasaklanan kötü arzulara karşı olan eğilimi” veya “doğruluk, hak ve faziletten saparak haz ve menfaatlere yönelmesidir”[7].   Nitekim Kur’an, “hevasını ilah” edinen kişilerden söz ederek Hz. Muhammed’e, “hevasını tanrı edinenleri gördün mü?” [8] der.

“Nefsini tanrı edinme”  ifadesi,  Allah’ın  kendisine yüklediği kulluk  görevlerinin tamamını veya bir kısmını   terk ederek  kendi  arzu ve isteklerini  tercih eden   ve bu tercihe  göre  bir hayat yaşayan insana  yöneliktir.   Zira her insan  Allah’a  kulluk etmekle yükümlüdür. Bu kul olmanın bir gereğidir. Çünkü hiçbir insan, kendi kendini var etmemiştir. Bu nedenle insan,  kendisini Yaratana teşekkür  borçludur,  bunun adı da kulluktur.  Bunun aksi bir davranış, Yaratanına   isyan etmek, dolayısıyla  da nefsini tanrılaştırmak anlamına gelir. Allah’ın emirleri ile nefsin arzu ve istekleri  her zaman uyum içinde olmayabilir. Çoğu kere de olmamaktadır. Bu gibi durumlarda Allah’ın emrini  tercih etmek, nefsin arzularına ve isteklerine uymamak gerekir.

Din, bunu tavsiye eder ve bunu bekler. Ne var ki nefsin arzu ve istekleriyle  mücadele etmek, o kadar kolay değildir, hatta  çok zordur.

Zor olduğu içindir ki Hz. Peygamber, “Mücahit, nefsiyle cihat eden kimsedir”[9].  Deme ihtiyacı hissetmiş ve  nefisle mücadeleyi “büyük cihat” olarak açıklamıştır. Özellikle egosu yüksek, benmerkezci ve narsis kişiler için, nefisleriyle mücadele etmek çok daha zordur. Bir reklamda söylenen “ Kontrolsüz güç, güç değildir” sözü, nefis için de geçerlidir. Nefis bir güçtür ve  kontrol edilmesi gerekir.  Zira sınırsız bir hürriyet yoktur. Gerçek hürriyet, kurallı hürriyettir ve  o da  bir başkasının hürriyet sınırına kadardır.  Bu nedenle nefsi eğitmek  gerekmektedir. “Nefis terbiyesi” denilen  şey de budur. Nefsi yönetmek ve kontrol etmek ise  ancak bilgiyle ve bilince dayalı  bir eğitimle mümkündür. Zira eğitilmemiş bir nefis,  akla  lokomotif olur ve  onu katar yaparak peşine takar. Olması gereken aklın lokomotif, nefsin/ duyguların katar olmasıdır. Bunu başarabilenler, nefislerine  kul olmazlar, bir diğer ifade ile  nefislerini Tanrı edinmezler.  Zira nefse  kul olmak,  onu  Tanrılaştırmak  demektir.

Bu nedenle   günümüzde hedonist, egoist ve konformist  anlayışların  yoğun baskısı ve etkisi altında  kalan insan, bir tercihle karşı karşıyadır: Ya kuralsız, ilkesiz, sorumsuz  bir hayat  vadeden hedonizmi; ya da kurallı, ilkeli ve sorumlu bir hayat vaden dini tercih edecektir.  Müslüman, her ne kadar hedonizm, egoizm ve konformizmin  etkisinde kalsa da ve bunun etkisini derinden hissetse de,  kendini  bu etkilerden  ve  getireceği yanlışlardan korumak zorundadır. Ne var ki yaşanan gerçeklik, bununun aksini gösteren örneklerle  doludur. Nitekim kimi Müslümanın  hasbilikten gittikçe uzaklaşıp hesabilliğe  meyletmesi; tüketim ekonomisinin etkisiyle israfa dalması;  yaygın ifadesiyle “masa, kasa ve nisa” konularındaki  imtihanları kaybetmesi,  bunun en bariz örnekleri arasında yer alır.

Bu durum, gençleri daha çok etkilemekte ve onları dinden uzaklaştırarak hedonizme, dolayısıyla dinden özgürleşmeye yönlendirmektedir.

Yaşanan bu gerçeklik için  bir çözüm  yolu bulunmaz ise şayet, gelecek yirmi-otuz yıl  içinde  veya sonrasında Ali Köse’ nin “Dinin Geleceği” isimli eserinde ayrıntıları ile anlattığı Hristiyanlığın  hal-i pürmelalini, Müslümanlığın da yaşamaması için bir sebep bulunmamaktadır. Zira internet nesli diyebileceğimiz yeni nesil, ailede ve toplumda  hayatı değil, refahı ve konforu yaşamakta. Dolayısıyla hazzı da   öncelemektedir.  En az haz kadar hıza da meftundur ve kendi  kurdukları  haz ve hız dünyalarında yaşamaktadır. Dolayısıyla   bu   yeni nesil, kendini özgür ve zevkçi gören , kendi hayatında ve çevresinde olup bitenlere kaderci bir gözle bakmayan, kadere razı olmayan;  dini, istek, arzu ve zevklerini ketleyen, sansürcü ve otoriter bir yapı olarak gören  bir nesle dönüşmüştür.[10]

Bu durum,  Prof. Dr. Adnan Ziyalar’ın 1989 yılında  Erciyes Üniversitesi’nde aile-gençlik ilişkilerine dair  sunduğu tebliğde ileri sürdüğü görüşleri de  haklı çıkartacak bir görünüm arz etmektedir.  Nitekim o, bu tebliğinde gençlerin, daha o yıllarda giderek ailesine, çevresine ve topluma yabancılaştığını; huy ve davranışlarında acâibleşme ve farklılaşma görüldüğünü; duygusallıklarını  kaybedip  aşırı pozitivisttik gelişimlere ve  elektronik tutkunluğa meylettiklerini; insanlardan kaçma ve  yalnızlık istemi  başta olmak üzere okuma ve öğrenmeye karşı ilgisiz  davrandıklarını; özellikle okumuş gençlerde eğitim sonu imkânların kendilerine yeterli ölçüde  sunulmaması  sebebiyle topluma küstüklerini; kıyafet  dağınıklığı ve anarşisi içinde olduklarını; dinî  kaidelere uymakta ve uygulanmakta yetersiz kaldıklarını açıklıyordu.[11]

Bundan  35 yıl önce  Adnan Ziyalar Hoca’nın  söyledikleri ile  Ali Köse Hoca’nın,  günümüzde yazdıkları mukayese edildiğinde  mevcut durumun,  hiç de iyiye gitmediğini, hatta  daha da kötüye gittiğini gösteriyor. Bu da  din ve bilim insanlarına,  bu konulara da  kafa yormayı ve  yeni nesle  yeni bir dil  ve  üslup ile İslam’ı anlatmayı görev olarak  veriyor.

Prof. Dr. Celal Kırca

MİRATHABER.COM -YOUTUBE-

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

 

[1] Bedia Akarsu , Felsefe Terimleri Sözlüğü , İstanbul 1994, s.93-94.

[2] www.makaleler.com felsefe  25.6.2023.

[3] Ali Köse, Dinin Geleceği, Ankara 2023, s.187.

[4] Abuzer Dalda, Etik Teorilerin Bir Örneği Olarak Hedonizm (Zevkperizm) Strateji Düşünce ve Analiz  Merkezi.  İstanbul 2022, s.6-7. (sdam.org.tr)

[5] Ali Köse, Dinin Geleceği, s.54.

[6] e-Psikiyatri. Com  Cinsel Özgürlük Hedonizm.

[7] Mustafa Çağrıcı, Heva,  TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul,1998, 17/274

[8] Furkân,25/43; Câsiye: 45/23.

[9] Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd, 2.

[10] Ali Köse, Dinin Geleceği, s.192.

[11] Adnan Ziyalar,  Aile Gençlik İlişkileri, Devlet Bakanlığı ve Erciyes Üniversitesi, Türk Toplumu ve Gençlik Sempozyumu Bildirileri( 3-5 Nisan 1989). Kayseri 1989, s. 127-137.

 

 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.