Yazımızın birinci bölümünde seçim sonuçlarına dair genel bir giriş yapmış ve Cumhur İttifakı partilerini değerlendirmiştik. Bu bölümde Millet İttifakı partilerini ele alarak devam edecek ve genel bir değerlendirmeyle seçim bağlamında sözü nihayete erdireceğiz.
Terör örgütü gölgesinde ”siyaset” yapan ve içinde küresel yapıların desteklediği uç/aşırı dernek, platform gibi yapıların da dâhil olduğu bir çeşniyi andıran HDP’nin Doğu ve Güneydoğu’da gittikçe zemin kaybederken, büyükşehirlerin tuzu kuru, beyaz/seçkinci zümreleri arasında zemin kazandığı dikkat çekmektedir. Ancak bu zemin değişimi ile birlikte, hormonlu büyüme küçülmeye dönmüş durumdadır.
Siyaset sahnesinin yeni partisi İyi Parti’de, umulan ve elde edilen arasında hayli mesafe olduğu açıktır. Bu partinin Türk Siyasetinde tam olarak hangi zemine oturduğu netleşmemiştir. Zira içinden doğduğu parti yerli yerinde duruyor gözükmektedir. Bu parti hem tarzı siyaset olarak, hem de ağırlıklı kadro bakımından hâlâ net olmayan/bulanık bir görünüm arz etmektedir. İyi Parti’nin siyaset zemininde kalıcı bir yer edinip edinemeyeceğini zaman gösterecektir. Bekleyip görelim.
Bu seçimde, Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı dışında kalıp da % 2,70 nispetinde oy alan Saadet’i de zikretmeden geçmemek gerekir. Saadet Partisi Türk siyasi hareketinin en orijinal/özgün hareketi denebilecek Milli Görüş hareketinin partisidir. 2001 yılında kurulan Saadet Partisi, Erbakan Hoca’ya getirilen siyasi yasaklar dolayısıyla resmi ve fiili temsil farklılaşmasından dolayı, hep ağır aksak yürümüş ve Hoca’nın vefatı sonrasında ise ağır aksak yürüyüş tökezlemeye dönüşmüştür. Partide hem iç çalkantılar zuhur etmiş, hem de geleneksek kodlarına uymayan şekilde temsil durumunda bırakılmıştır. Meselâ, Hoca’dan sonra genel başkanlığa getirilen Sayın Mustafa Kamalak, iktidar-“cemaat” çatışmasında, partinin geleneksel tavrını boşa çıkaran bir tavır ortaya koymuştur. Ardından Saadetin, 2018 Genel Seçimlerinde, CHP ve İyi Parti’nin teşekkül ettirdiği “Millet İttifakı” içerisinde konumlanmış olması – her ne kadar son seçimde ittifak içerisinde yer almamış olsa da- hareketin bidayetinden beri sahip olduğu özgünlüğü önemli ölçüde aşındıran bir hadise olmuştur. 1969 yılında başlayan siyasi hayatında Batı karşıtlığı, kurulu düzene muhalifliği, “Yeni bir Dünya” ve “Adil Düzen” önerisiyle yer etmiş olan bu hareket, gelinen noktada, kimi aktörleri eliyle, müesses nizam yerine salt iktidar sahiplerine muhalefet eder ve bu bakımdan da mevcut muhalefetle iktidar karşıtlığında örtüşür duruma gelmiş/getirilmiştir. Bu kabil feraset ve basiretten yoksun taktikler, hareketin asıl iddiası, mazisi ve müktesebatı itibariyle mevcut sorunlara çözüm üretilebilecek mümbit bir zemin olma vasfını gittikçe zayıflatmaktadır. Hareketin Genel Başkan, kadro ve güncel bir program sorunlarını, kendi iddiası, mazisi ve müktesebatına yakışır bir şekilde çözmeden siyaset sahnesinde rol almaya devam etmesi imkân dâhilinde gözükmemektedir.
Gelelim partilerin en yaşlısına… Seçime girmiş bulunan partilerin en yaşlı/köklü olanı elbette CHP’dir. CHP Haddi zatında Cumhuriyetin kurucu partisidir. Rus yazar Dostoyevski’nin, “Hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık” dediği gibi, Türk siyasi hayatındaki bütün partiler de CHP’nin paltosundan çıkmıştır, desek haksız sayılmayız. Tabi ki CHP ya da ilk kurulduğu haliyle Cumhuriyet Halk Fırkası da Osmanlı’nın İttihat Terakki Fırkası’nın bir süreğidir. Buralar derinlikli konular olduğundan şimdilik geçelim.
CHP, çok partili hayata geçtiğimiz 1950 sonrası tek başına iktidar yüzü görmemiş, ancak sınırlı süreli koalisyon hükümetlerinde –SHP ve DSP’nin içinde olduğu koalisyonlar dâhil- iktidara ortak olmuştur. 2001 seçimleri ile CHP kendi şeridinde tek koşucu durumuna gelmiş ve o günden bu güne kadar da Ana Muhalefet olma durumunu korumuştur. 2001 sonrası yapılan genel seçimlerde % 20-25 aralığını aşamamıştır. Buna karşılık yerel seçimlerde % 30 bandında, ya da yaklaşan oranlarda oy almıştır.
Bu seçimlerde ise CHP üç büyük şehir başta olmak üzere, önemli bazı büyükşehirler ve kimi illerde belediyeleri Ak Parti’den devralmıştır. 1989 yılında ANAP’ın elinden çoğu belediyeyi alan SHP’nin aksine, CHP’nin bu seçimlerde almış olduğu belediyeleri, sağ/milliyetçi kesimden bulduğu isimler ve muhafazakâr/mütedeyyin kesimlere sıcak gelecek adaylar vasıtasıyla almış olduğu gerçeği oldukça dikkat çekicidir. 1950 sonrası tek başına iktidar olamayan ve takriben % 25 eşiğini aşmakta zorlanan CHP üzerinden, yeni bir iktidar inşaası mı yapılmaktadır? Bu soru bence dikkate değerdir. Zira iktidar çevrelerinin iddialarının aksine, CHP, geleneksel formundan –kolay olmasa da- oldukça uzaklaşmış ve siyasi aktörleri bakımından oldukça çeşitlendirilmiştir. Kadrosu içerisinde Kemalist- Ulusalcı, eski İslamcı, Merkez sağ ya da Muhafazakâr, Türk/Kürt milliyetçisi, Sol, Liberal birçok renkten aktör bulmak mümkündür. Burada belki de asıl soru/sorun bu renk çeşnisini kimin/kimlerin ahenge kavuşturduğu ya da tanzim ettiği/ tasarladığıdır. Birisi, aynı renklilikle ahengin 2001 yılında kurulan Ak Partide de olduğu ve orada da bir tasarım ve harmoninin bulunduğunu gündeme getirirse haksız sayılmaz. Ancak 2011 sonrasında, o imtizacı sağlayan ya da sağlanan imtizaca destek vereneler açısından uyumun/ahengin bozulduğu da muhakkaktır. Eğer bu tasarım, aktörlerin kendi inhisarında gerçekleşiyorsa mesele yoktur, ancak dışardan bir el/merkezin müdahalesi varsa, sorun dün olduğu gibi bugün de büyük demektir. Bunun takdir ve değerlendirmesini okuyucuya bırakıp nihai değerlendirmeye gelelim.
Bana göre, içinde bulunduğumuz süreçler ile Osmanlı Devleti’nin son dönemleri arasında oldukça benzerlikler vardır. Hususiyetle 2001 sonrası süreçle II. Abdülhamit dönemi arasında oldukça göze batan paralellikler vardır. Konu müstakil bir yazıya fazlasıyla yetecek kadar geniş, ancak ben burada şu kadarını ifade etmekle iktifa etmek istiyorum: II. Abdülhamit dönemi, ulaşım haberleşme gibi birçok başlıkla beraber, özellikle eğitim alanında büyük modernleşme hamlelerine imza atıldığı bir dönemdir. Kimilerince Ulu Hakan, kimilerince ise Kızıl Sultan olarak addedilen Sultan Abdülhamit, bana göre devleti çöküşten kurtarmak saikiyle, büyük modernleşme hamleleri yaparak kendinden evvelce başlamış olan ıslahat/modernleşme hareketlerine büyük bir ivme kazandırmış ve klasik Osmanlı düzenini büyük ölçüde değiştirmeye devam etmiştir. Ancak, amacı iyi niyet parantezine almakla beraber, amaçla çelişik olarak sonuç, önce II. Abdülhamit iktidarının sonu ve Devleti Âliye’nin çöküşünün hızlanması/hızlandırılması olmuştur.
Bu tespiti – siz tez de diyebilirsiniz- hatırda tutarak, Ak Parti öncesi başlamış olan kimi dönüşüm ya da reform hamlelerini ve Ak Parti döneminde bunlara kazandırılmış olan ivmeyi bir düşünelim. Fazla teferruata girmemek için bunlardan ulaşım, yapılaşma/şehirleşme gibi bazı başlıklara bakılabilir, ancak ben özellikle eğitim (okul öncesi, ilk, orta ve yüksek) başlığına mercek tutulması taraftarıyım. Yazının hacmini zaten aştığımızdan, ben, “her ile bir üniversite” ve “kesintisiz 13 yıllık zorunlu eğitim” gibi alanların özellikle nazarı dikkate alınmasını salık veririm. İşaret ettiğim alanlara dikkatle bakıldığında, Ak Partinin reform kabilinden yaptığı büyük hamlelerin, tıpkı II. Abdülhamit döneminde olduğu gibi, amacın hilafına sonuçlara yol açtığı/açacağı görülmelidir. Son olarak şunu söylemeliyim ki: Kimin bu ülkenin/milletin geleceğine; istiklal ve istikbaline dair derdi ve endişesi varsa, mutlaka ayakları bu topraklara ve kendi değerlerimize basan çözümleri bulmak ve milletimizin derdine derman olmak durumundadır. Aksi takdirde, kim olursa olsun “fuzûlî şâgil”[1] olmaktan öteye geçemeyecektir. Milletimiz ise derdine deva olacağını düşündüğü kimselere ihtiyacı olan desteği vermiştir/verecektir. Yeter ki inancı sarsılmasın .
Şaban ÇETİN
[1] Fuzûlî Şagil: Gereksiz yer tutan/işgal eden
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi