islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4916
EURO
36,2572
ALTIN
2.963,26
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
19°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
8°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

İNSÂNLARI RAB EDİNMEK/RABLER HEGEMONYASI

İNSÂNLARI RAB EDİNMEK/RABLER HEGEMONYASI
29 Mart 2024 09:00
A+
A-

Tevhid, ulûhiyete ortaklık kabul etmediği gibi “aracılığı” da kabul etmez. Çünkü varlığın gözbebeği olarak yaratılan insânın varlıktaki yeri için bir aracının söz konusu olması düşünülemez. Yine yaratılmışlar içerisinde Allah’a en yakın olan varlık insân olduğu gibi yaratıcı olarak insâna en yakın varlık da Allah’tır. Kur’ân bu gerçekliği bize şöyle hatırlatır:

Gerçek şu ki, insânı yaratan Biziz ve onun iç-benliğinin ona ne fısıldadığını Biz biliriz. Çünkü Biz ona şah damarından daha yakınız.[1]

Bir başka âyet de şöyledir: “ve [Bizi] görmediğiniz halde, Biz ona sizden daha yakınken.”[2]

Kur’ân’ı tetkik edenler şunu hemen göreceklerdir ki; örtülü şirk yâni din patenti altında sergilenen kılık değiştirmiş putçuluk, gerçek Rabbin yanına bir takım sahte rabler eklenmesiyle varlık bulmuştur. Bu konuda Kur’ân’ın kullandığı kelime rab kelimesinin çoğulu olan “erbâb” kelimesidir. Gerçek Rabb’e karşı veyâ onun yanına yöresine konmuş sahte ilâhlar kadrosu demektir. Kur’ân dilinin sözcükleriyle ifâde ettiğimiz bu kadroya, yedek ilâhlar veya “Rabler Hegemonyası” adını da verebiliriz. Yani burada Allah’ın yetkilerini kullanmaya kalkanların kitleler üzerinde kurdukları hegemonya söz konusudur. Bu hegemonyanın esası, insânların iman, bilgi veyâ akıl zaaflarını kullanarak onların üzerinde ilahlaştırdıkları kişilerin baskısını/tasallatunu sağlamaktır. Bu aynı zamanda Allah ile aldatmak üzere Allah’ın vekili gibi iş görmeye kalkanların veya o mevkiye yükseltilenlerin hegemonyasıdır. Kısaca din şemsiyesine sığınarak rabler hegemonyası kurup kutsala hürmet adı altında örtülü şirke gidilmesi Kur’ân’ın dikkat çektiği en büyük tehlikedir. Ve Kur’ân bize gösteriyor ki; bu günahın failleri daima din temsilcileri olmuştur.

İşte Kur’ân sözünü ettiğimiz bu gerçekliği Hristiyanların –tabi Yahudilerin de– nasıl uyguladıklarını şöyle haber vermektedir:

Hahamlarını, rahiplerini, bir de Meryem oğlu Mesih’i, Allah’la beraber rableri olarak gördüler. Oysa, Tek İlâh’dan başkasına kulluk etmekle emrolunmuş değillerdi. (o Tek İlâh ki,) O’ndan başka ilâh yoktur, (O Tek İlâh ki,) sınırsız kudret ve izzetiyle, (böylelerinin) O’nun tanrılığında bir pay yakıştırdıkları her şeyden bütünüyle uzaktır, yücedir![3]

Görüldüğü gibi âyette Yahudilerin ve Hristiyanların Allah’ı bırakıp da insânları rab edinmeleri eleştirilmektedir. Yahudiler bakımından bu kimseler onların din bilginleridir yani hahamlar,[4]. Hristiyanlar bakımından ise rahipler ve özellikle Hz. Îsâ’dır.[5]. Âyette geçen “Ahbar” terimi, “Hebr” ya da “Hıbr” sözcüğünün çoğuludur. Ve “Kitap ehlinin bilginleri”nden daha çok Yahudi bilginleri anlamına gelir. Yine bu âyette yer alan “Ruhban” terimi ise “rahip” sözcüğünün çoğuludur. Ve “kendini ibâdete adamış, dünyâdan el-etek çekmiş kişi” anlamındadır. Bu rab edinmenin “Allah ile beraber” olması bize gösteriyor ki; onlar Allah’ı kabul etmekle birlikte, Allah’ın yanında/berisinde, Allah dışında hiçbir kuvvete verilmeyen özellikleri/sıfatları/yetkileri bu din adamlarına tanımışlardır.

Bu âyetin indiği dönemde Hz. Peygamber ile cahiliye döneminde Hristiyan olan Adiyy b. Hatem arasında rablik konusunda şöyle bir konuşma geçtiği kaynaklarda yer almaktadır. Adiyy b. Hatem Hz. Peygamber’e “Onlar, hahamlarına ve rahiplerine tapmıyorlar, kulluk etmiyorlar” dediğinde, Hz. Peygamber de ona şöyle söylemiştir: “Evet, ama din adamları onlara helâl şeyleri yasakladılar ve haram şeyleri serbest ettiler. Onlar da din adamlarının bu hükümlerine uydular. Bu tutum, onların, din adamlarına kulluk etmeleri/onları rab edinmeleri anlamına gelir.” Bu da bize gösteriyor ki; Allah’ı kabul etmekle birlikte hüküm ve emirde, helâl ve haram tespitinde kutsalaştırılan aracı/şefaatçi/yaklaştırıcı  güçlere yetki/otorite tanımak onları rab edinmek anlamına gelmektedir. Halbuki tevhid ortaklık kabul etmez. Tevhide giden yol, önce “Lâ ilâhe” yâni Allah’a özgü vasıflarla donatılmaya çalışılan tüm yapay/sahte ilâhlar/rabler hegemonyasını insânın hayatından/zihninden/gönlünden çıkarmasıyla başlar.

Âyetin devâmında bu reddedişten sonra onlara kulluk etmek için emredilenin yalnızca “tek ilâh” olduğu vurgulanmaktadır. Ve arkasından da ondan başka ilâh olmadığı ilâve edilmektedir.

Böylece tevhid dairesi kapanmakta, Allah’ın insânların kutsallık/ilâhlık yakıştırdıkları her şeyden uzak ve yüce olduğu bir kez daha hatırlatılmaktadır. Âyetin odak noktasını oluşturan “Rab” ifâdesi Allah’ın isim-sıfatlarından biridir ve bir varlığı, belirlediği hedefe aşama aşama götürmek için koruyup gözeten, besleyip doyuran, yönlendiren kudret demektir. Kur’ân, birçok âyetinde Allah’ı “Âlemlerin Rabbi” diye tanıtarak, varlık ve oluşun Allah tarafından şuurlu ve ısrarlı bir biçimde gözetlenip denetlendiğine dikkat çeker. Yaratıcı faaliyetin rab olarak işleyişine de “rububiyet” denmektedir. Kur’ân, rab kavramını ısrarla gündeme getirmekle Allah ve din meselesinde rubûbiyetin son derece önemli olduğunun altını çizmiş oluyor. Böylece Kur’ân, din temsilcilerinin rabler edinilmesindeki hesapçılığın maskesini düşürmekle kalmamış, bu hesapçılığın “Allah ve Cennet” yazılı pankartının sakladığı egoizmi de ortaya çıkarmıştır.

Son söz: Eğer Hristiyanlar, geçmişte kaybettikleri “ortak kelime” olan “Lâ ilâhe İllah” gerçeğine yeniden dönmek istiyorlarsa, öncelikle Allah’tan başka hiçbir şeye ilâhlık yakıştırmamaları gerekmektedir. Allah ile birlikte insânları rab edinmemeleri de bu noktada ilk adımları olmalıdır. “Siz ey imana erişenler! Bilin ki, hahamların, rahiplerin çoğu, insânların mallarını, haksızcasına yiyip yutuyor ve [onları] Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar.[6]

NECMETTİN ŞAHİNLER

MİRATHABER.COM -YOUTUBE- 

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

 

[1] Kaf/16  “Ve lekad halaknel insâne ve na’lemu mâ tuvesvisu bihî nefsuh(nefsuhu). Ve nahnu akrebu ileyhi min hablil verîdi.

[2] Vakıa/85  “Ve nahnu akrebu ileyhi minkum ve lâkin lâ tubsirûn(tubsirûne).

[3] Tevbe/31 “İttehazû ahbârehum ve ruhbânehum erbâben min dûnillâhi vel mesîhabne meryem(meryeme). Ve mâ umirû illâ li ya´budû ilâhen vâhidâ (vâhiden),lâ ilâhe illâ huve, subhânehu ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).

[4] Yahudi din âlimleri hakkında kullanılan “ahbâr” kelimesinin açıklaması için bk. Mâide/44

[5]Âl-i İmrân /64, 80;  Yûsuf/39

[6] Tevbe/34

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar