Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) torpil atamaları ile “aile üniversitesi”ne dönüştürüldüğü ortaya çıktı. Üniversitedeki eş, dost, akraba atamaları sadece akademik personel içinde 250’yi aştı. Yükseköğretim Kurulu (YÖK) üniversiteleri “cezası var” diyerek uyarsa da kişiye özel ilanlarla kurulan akademik kadroya, idari personel ve işçi kadroları da eklenince ÇOMÜ’deki skandal yüzlerce kişilik bir akrabalık ağına dönüştü. 2015 yılında başladığı rektörlük görevi 6 gün önce son bulan eski Rektör Yücel Acer’in eşinin memur, genel sekreter Sami Yılmaz’ın kızının araştırma görevlisi, genel sekreter yardımcısı Ayhan Monus’un eşinin de öğretim görevlisi kadrosunda olduğu belirlendi. Üniversite yönetiminden başlayarak kadroları farklı fakültelerde olan onlarca akademisyen eşinin üniversiye atandığı tespit edildi.
Nepotizm/ Eş, Dost, Akraba Atamaları Sosyal Adaleti Kemiren En Büyük Hiyanettir
Nepotizm, kişinin, bir devlet görevine alınmasında veya atanmasında akrabalık, eş-dost ve(ya) partizanlık ilişkilerini dikkate alan yozlaşmış bir idarî sistemdir. Bir başka ifadeyle kayırmacılık, haksız olarak yardımda bulunmak, başkası için aracılık yaparak, ona hakkı olmayan bir şeyin verilmesi için çaba göstermek ve yardımcı olmak (iltimas) gibi güzel ahlâk esaslarına ters düşen davranış biçimlerinin bütünüdür. Haksız yere birine arka çıkma, ona ayrıcalık tanımak halk tabiriyle torpilde bulunmak dinimizce büyük günahlardandır. Nitekim Peygamberimiz (sav), kayırmacılığın toplumsal boyutuna da vurgu yaparak yani sosyal adaletin tahrip edileceğine de işaret ederek biz Müslümanlara şu ikazda bulunmaktadır:
“Daha ehil ve liyakatlisi varken yakınlık sebebiyle bir işe bir başkasını tercih ve istihdam eden kişi, Allah’a ve Resulüne ve bütün Müslümanlara hainlik etmiş olur.” (İbni Hacer; el-Matlibu’l Âliyye; II; 233)
Nepotizme Dair Somut Bir Örnek
Son yıllarda eğitim, vasıf, güzel ahlâk ve liyakat durumlarına bakılmaksızın idarecilerin, eş, dost ve akrabalarının devlet işlerine girmelerini sağladıklarına dair bizzat görgü şahidi konumunda olan bir öğrencimin yaşadıklarını ve duyduklarını burada sizlerle paylaşma ihtiyacı duymaktayım. Lisans ve yüksek lisansını Sakarya Üniversitesinde birinciliklerle bitirmiş olan bu mümtaz öğrencim, daha sonra doktora eğitimini İstanbul Üniversitesinde tamamladı ve doktora tezini yazabilmek için, girdiği doktora savunmasını ilk turda takdirle geçti. Öğrendiğim kadarıyla yıllardan beri hiçbir doktora öğrencisi ilk turda doktora savunmasını geçememiş. Beş öğretim üyesinden oluşan doktora tez savunmasını da başarı ile takdim eden bu öğrencim, doktora unvanını elde etmesine rağmen 2-3 yıldan beri işsiz.
Geçenlerde kendisiyle telefonda biraz dertleştik. Verdiği bilgiler beni hayli üzdü. Doktora jüri üyelerinden biri hem danışman hocası, hem de bir üniversitede rektör oldu. Diğer jüri üyesi ise ÇOMÜ’de daha yeni rektör oldu. Üstelik her iki üniversitede alanıyla ilgili bir bölüm olduğu gibi her iki bölüme de yeni akademisyenlere ihtiyaç duyulmaktadır. Kendisine çok şanslı olduğunu, en azından bu iki üniversiteden birisini tercih edebileceğini söyledim. Duyduklarımın karışışında şoke oldum. Dedi ki: “Hocam; siz ne diyorsunuz?! Ben her iki rektör hocalarımla görüştüm. Benim akademik performansımı takdir etmelerine karşılık üniversitelerine ancak ‘yukarıdan’ bir referansla alabileceklerini söylediler. Benim yukarıdan birilerinden ‘referans’ alabileceğim kimsem olmadığı gibi bunu etik de bulmuyorum. Bunun üzerine başka onlarca üniversite ile ya direkt olarak temasa geçtim ya da dilekçemi sundum. Ama her birisi de hemen hemen aynı yaklaşım sergiledikleri için, halen bir üniversitede öğretim elemanı olamadım.”
Akademik Teamüller Tarihe Karıştı, Bilim Pusulasız Kaldı
Akademik teamüllerin geçerli olduğu dönemlerde bir danışman hoca, ilmî nosyonu yüksek olan doktora öğrencisine sahip çıkar ve onun akademik kariyerine destek olurdu. Elbette referanslar önemlidir. Ama tek başına bu yeterli olmadığı gibi referansın kimin tarafından verildiği de elzemdir. Öğretim üyesi olmak isteyen bir adayın başta bilimsel çalışmaları dikkate alınır. Bununla birlikte danışman hocasından veya hocalarından referans mektubu da alabilmiş ise kendini bahtiyar hissetmelidir. Şahsen bendeniz rahmetli Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş hocamdan Sakarya Üniversitesi rektörlüğüne atfen kaleme alınmış bir referans mektubunu bir hatıra olarak halen saklarım.
Bugün ise tecrübeli hocalardan değil de ‘yukarıdan’ talep edilen referanslara göre üniversitelere akademisyenlerin alınması, siyaset-bilim arasındaki egemenliğin ters yüz edilmiş olduğunun açık bir göstergesidir. Yatay referansların yerine dikey referansların hâkim olduğu üniversiteler, kendi cenazeleri hazırlamış olur. Çünkü özerk ve özgür olması gereken üniversitelerimizde siyasete göre akademisyenlerin istihdamı söz konusu ise orada sadece başkalarının hakkı çiğnenmemekte, aynı zamanda orada bilimin cenazesi de son yolculuğuna uğurlanır. “Emanetleri ehline tevdi ediniz” buyruğunu duymazlıktan gelen rektörlerimizin eliyle bizzat ilim asaletini kaybediyor. Asaleti olmayan ilim, irfandan da mahrum olur.
Ezcümle
Kul hakkını çiğnemek ve mahkem-i kübrada çetin hesap vermek istemiyorsak bürokraside ve kurumlarımızda her çeşit kayırmacılıktan uzak durmalıyız. Bunların başında nepotizm (akraba kayırmacılığı), kronizm (eş-dost kayırmacılığı) ve patronaj (siyasî kayırmacılık/partizanlık) gelmektedir. Sosyal düzenimizi ve adaleti sarsan her türlü kayırmacılığa karşı devlet idaresinde ve bürokraside meritokrasi (liyakat sistemini) ve güzel ahlâk anlayışını uygulanabilir hâle getirmeliyiz. Bunun için de personel alımında ilk önce objektif kriterleri referans olarak ele almalıyız. Bu kaideler, kayıtsız şartsız olarak evvela bilim kurumlarında uygulanmalıdır. Yoksa ilmî, dinî ve dünyevî bütün maddî ve manevî kazanımlarımız kaybolur gider.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi