Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2017 yılına ait Ceza İnfaz Kurumu İstatistiklerini açıkladı. Buna göre, ceza infaz kurumunda 31 Aralık 2017 tarihindeki kişi sayısı, 2016 yılının aynı tarihine göre yüzde 15,7 artarak 232 bin 340 oldu. Ceza infaz kurumuna giren hükümlülerin birden fazla suç işlemesi durumunda en ağır cezayı gerektiren suç esas alınmakta olup, bu esasa göre değerlendirildiğinde, ceza infaz kurumuna 1 Ocak – 31 Aralık 2017 tarihleri arasında giren hükümlülerin yüzde 17,3’ü hırsızlık, yüzde 12,3’ü yaralama, yüzde 7,7’si İcra İflas Kanunu’na muhalefet, yüzde 7,2’si uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti ve yüzde 3,7’si ise öldürme suçu işledi. Buna göre hükümlü statüsünde girenlerin en çok işlediği suç hırsızlık oldu. 2011’de 6.445 kişi bu suçu işlemiş iken 2017’de bu sayı 37.224’e çıkmıştır.
Hırsızlar Nasıl Rehabilite Edilebilir?
Hırsızlığın artması, sadece ekonomik krizlerle, yoksullukla yani maddî bazı bulgularla izah edilemeyecek kadara girift bir olgudur. Toplumsal yapımızdaki sosyal ve ahlâkî erozyonla da yakın ilgili olan hırsızlıkla mücadele ne kadar önemli ise hırsızlık olayların tekerrür etmemesi açısından hırsızların rehabilitasyonu yani ıslahı da o kadar elzemdir. Maalesef hırsızlıktan dolayı tutuklanan insanlarımızın önemli bir kesimi, cezalarını çektikten sonra da yine aynı suçu işleyebilmektedir. Demek ki cezaevlerimiz, suç işleyen insanlarımızın ıslahına yönelik olarak önemli bir katkıda bulunamamaktadır.
Bir taraftan hırsızların sayısını artıran bozuk bir sosyo-ekonomik sistem, diğer taraftan aile, komşu ve akraba ilişkilerimizdeki manevî bağların yıpranması sonucunda ortaya çıkan sosyal duyarsızlıklar ve sorumsuzluklar, diğer taraftan da alışkanlıklarından vazgeçerimediğimiz hırsızlar, sorunun daha da derinlemesine sebebiyet vermektedir. Kimsenin yoksul olmadığı âdil bir refah sistemi, en azıdan yoksulluğundan dolayı hırsızlık yapanların önüne geçilebilir. Ama nerede bereketi sağlayacak faizsiz bir ekonomi modeli ortaya koymak için çaba gösteren bir siyasî irade.
İslam toplumunda nitelikli hırsızlık suçuna verilecek caydırıcı cezaya değinmiyoruz. (Maide 5/58)
Toplumsal dayanışma ruhu ile yani karşılıklı yardımlaşma bilinci ile bari yoksullaşan komşularımıza ve(ya) akrabalarımıza şefkat elimizi uzatabilsek, yine en azından çaresizlikten dolayı hırsızlığa tenezzül eden garibanların önünü kesmiş oluruz. Ama nerede böyle bir İsâr toplumu, nerede böyle bir ümmet şuuru, nerede “Müminler ancak kardeştir!” inancı ve bunun somut yansıması?
Geriye ne kaldı? Hırsızlığı çaresizlikten dolayı değil de Allah korkusu, ahiret inancı olmayan ve bu işi bir meslek edinmişçesine profesyonel olarak yapan kesime. Peki bunların ıslahı nasıl olacak? Kimin eliyle ve nasıl bu insanların sapkınlıkları giderilecek? Var mı ceza hukuk sistemimizde böyle bir projeksiyon? Olsaydı herhalde hırsızlık vakıaları artmazdı değil mi? İşte en zor da nefsine uyan ve bu haram işi keyfine göre yapan bu gibi hasta ruhlu hırsızları topluma yeniden kazandırmaktadır. Yine bütünüyle ümitsiz olmayalım. Her insanda mutlaka ıslahına yardımcı olabilecek henüz tam olarak bozulmamış fıtrî bir kırıntı vardır zihninde ve ruhunda. İşte eskiden maneviyat büyüklerimiz bu tip hırsızları ıslah edebiliyordu. Nasıl mı? İşte size bir iki örnek.
Yolumu Kaybetmiş, Bozuk İşlere Dalmıştım
İslam bilginlerinden gönül insanı Ahmed bin Hadraveyh’in evine bir gün hırsız girdi. Her tarafı aradı ise de çalacak uygun bir şey bulamadı. Genç hırsızı fark edip evinden eli boş döneceğini gören Ahmed bin Hadraveyh şöyle dedi: “Ey genç! Şu kovayı al su doldur. Abdest al ve namaz kıl. Bu arada evime belki bir şey gelir, sana veririm. Böylece evimden boş dönmemiş olursun.” dedi. Genç, gayri ihtiyari olarak ve belki de bir şeyler elde etmek ümidiyle onun emrettiği gibi hareket etti. Sabah olunca zengin birisi Ahmed bin Hadraveyh‘e para getirdi. Ahmed bin Hadraveyh, bu parayı o gence vererek; “Al bu parayı, senin olsun; Bunlar bu gece kıldığın namazlar sebebiyle sana mükâfattır.” dedi. Genç, şeyhin bu merhamet, lütuf ve iltifatı karşısında çok şaşırdı, manevî hâli de değişmeye başladı. Genç hırsız, “Yolumu kaybetmiş, bozuk işlere dalmıştım. Bu gece sayenizde hayırlı bir iş yapıp, Allah’a ibadet ettim. Rabbim de bana böyle ihsanda bulundu.” diyerek bir daha hırsızlık yapmamak adına tövbe etti.
Yolunu Şaşırmış O Hırsızı Burada Bekliyorum
Behlûl-i Dânâ, devrin halifesi Harun Reşid döneminde yaşamış meczup olduğu düşünülen “akıllı bir deli” aslında Allah’ın veli kullarındandır. Bir gün Behlül-i Dânâ’nın evine bir hırsız girmiş ve evde ne bulduysa hepsini götürmüştü. Behlûl-i Dânâ, doğruca kalkıp kabristanlığa gitmiş ve kapısına oturmuş. Olayın içyüzünü öğrenmiş olanlar, başına toplanıp; “Niçin hırsızın peşinden gitmedin de buraya geldin?” demişler. Onlara; “Yolunu şaşırmış o hırsızı burada bekliyorum.” diye cevap vermiş. Bu söze oradakiler kahkaha ile gülmüşler ve “Hay Allah iyiliğini versin, o adamın burada ne işi olabilir ki?” demişler. Bunun üzerine Behlül; “Siz hiç merak etmeyin, o mutlaka bu kapıya gelecek. Ecel onu buraya getirecektir.” buyurmuştur. Bu sözler üzerine herkes derin düşüncelere dalmış ve ne demek istediğini anlamış.
Ezcümle
Sizce Ahmed bin Hadraveyh ile Behlûl-i Dânâ’nın bu yaklaşımlarını hapse atılan hırsızlara orada görevli manevî sosyal hizmet elemanları aracılığıyla tebliğ, irşat ve telkin maksatlı olarak anlatsak bir faydası olur mu? Ne dersiniz? Hırsızlara, kul hakkını hiçe sayanlara ve günah işleyenlere en çarpıcı manevî mesajı ulaştırmak adına ölümü ve mahşerde hesap verme gerçeğini bir hatırlatıversek hiç mi faydası olmaz? Kalpleri evirip çeviren neticede Allah’tır. Kalpler de nasibi olanlar, bu gibi nasihatlerden istifade edebilir. Bize düşen görev, hırsızların da ahiretini düşünerek, onları bu kötü davranışlarından vazgeçmelerine yardımcı olmaktır. Allah rızası için ıslah mücadelesi uğruna durmak yok, manevî rehabilitasyon yöntemlerinin uygulanması için yola devam.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi