Bireyin davranışlarında istenilen değişiklikleri gerçekleştirme çalışmalarının bütünü olarak tanımlayabileceğimiz eğitim, ülkemizde ciddi bir nitelik kaybı ve anlam kaymasına uğramıştır. Öncelikle eğitimi sadece okul süreci içindeki faaliyetler olarak görmek gibi bir hatalı bakış açısı var. Yani aslında öğretim ile eğitim süreçleri birbirleriyle karıştırılmaktadır. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi eğitim davranış değiştirme ve geliştirme eylemi iken öğretim bir bilim, meslek, sanat veya spor dalı ile ilgili bilgilerin öğrenciye aktarılması işidir ve eğitim; ömür boyu devam ederken öğretim belli ve sınırlı süreci kapsar.
Geçtiğimiz hafta MEB tarafından yeniden düzenlenen müfredat programı açıklandı. Öğretmen, veli, öğretmen yetiştiren kurumlar, kısaca sürecin içindekilerden görüş ve öneride bulunulması istendi. Bu, tabii ki güzel bir yaklaşım. Böylece masa başında hazırlanan program geniş bir kitle tarafından değerlendirilmiş olacak ve sahada işin içinde olanlar, yarın şikâyet edemeyecek. Çünkü bizzat onlardan da görüş istenmiştir. Paydaşlardan değerlendirme yapmalarının istenmesi, konu ile alakalı herkesin sürece dahil edilmesi, geniş tabanlı bir uzlaşı ile işi sürdürmek anlamına gelir ve bundan da doğal olarak olumlu sonuçlar beklenir. Bir de merkezde bulunanların da gelen görüş ve önerileri ince eleyip sık dokuyarak değerlendirmesi ve dikkate alması da büyük önem arz etmektedir. Dikkate alınmayan görüş sahipleri programa sahip çıkmazlar çünkü.
Müfredat programlarının belirli zamanlarda güncellenmesi elbette gereklidir. Zamanı geldiğinde yapılması da öğrencilerin yaşadıkları çağı kavramaları ve yorumlamaları açısından önemlidir. Ancak müfredat değişikliği ile birlikte yapılması gereken bazı hususların da bulunduğu gözden kaçmamalı. Bunlardan birkaçına bu yazıda değinmek isteriz.
Öncelikle öğretmen yetiştirme programlarında ciddi değişikliklere gidilmeli. Üniversitelere yerleştirmede eğitim fakültelerine de baraj uygulaması getirilmeli. Tıp, mühendislik, diş hekimliği, hukuk gibi alanlara getirdiğimiz sıralama baraj uygulamasını çocuklarımızı emanet ettiğimiz öğretmen adaylarını seçerken getirmemek büyük bir hatadır. Ayrıca eğitim fakültelerini seçecek öğrencilerin ciddi taramalardan (tıbbi ve psikolojik) geçirilmesi gerekir. Öğretmen olma niteliği taşımayanların bu fakültelere alınmaması mesleğe zamanla daha sağlam bir karakter kazandıracaktır. ‘’Hocam, bizim çocuk hiçbir şey olamıyorsa bari öğretmen olsun.’’ sözlerini sıkça duymuş biri olarak neredeyse ayağa düşmüş mesleği belki bu uygulama ayağa kaldırır. Ayrıca özellikle eğitim fakültelerinin ilk yılında hazırlık sınıflarında uzmanlarca belirlenecek birtakım uygulamalar vasıtasıyla mesleği icra etme yeterlilik ve özelliğine sahip olmayanlar o yıl elenmelidirler. Bu elemenin olacağını bilen ve kendinde öğretmenlik vasfı olmadığına inananlar üniversite/ bölüm tercihi yaparken daha dikkatli davranacaklardır. Böylece daha tercih döneminde bir ön eleme de gerçekleşmiş olacaktır. Yeni nesillerle övünebilmemiz için övünülecek öğretmenler yetiştirmeliyiz. Dersini boş geçirmeyen, öğrencisine alanı ile ilgili yeterli bilgiler veren, değerlerle donanmış, öğrencinin hem ahlak hem de ders açısından iyi yetişmesini önceleyen öğretmenler övünülecek nesiller yetiştireceklerdir.
Çok ciddi beklentilerimizin olduğu öğretmenlerin sosyal hakları arttırılmalı, ekonomik sorunları giderilmeli. Özellikle ekonomik sorunlarla mücadele eden bir öğretmenin mesleğine odaklanması zor olur. Gazetelerin arşivlerinde rastladığımız ve öğretmenlerin, milletvekili maaşlarına yapılan zamları değerlendirdikleri ‘’ Korkarım ki mebus maaşları muallim maaşlarına yetişecek.’’ ibaresinin yer aldığı haber ve karikatür, arşiv kaydı olmaktan çıkarılmalı, öğretmenler hak ettikleri maaşları almalıdır. O zaman öğretmenlerden kelimenin içerdiği bütün anlamları ile mesleklerini icra etmelerini beklenebilir.
Düzenlenmesi gerektiğine inandığımız bir diğer husus da zorunlu eğitim süresi. Öncelikle liselerin bu sürenin dışında tutulması gerektiğini düşünüyoruz. Her öğrenciyi liseye gitmeye zorlamak, lisede gerçekten okumak isteyen öğrenciler ile zoraki gelenlerin bir arada bulunmalarına sebep oluyor. O zaman da öğretmenler yapmak istedikleri eğitim ve öğretimi istenen düzeyde yapamıyorlar. Kurunun yanında yaş da telef oluyor böylece maalesef. Zorunlu olmaktan çıkardığımız liseye gitmeyen çok sayıda öğrenci olacaktır. Bu da devlete hatırı sayılır sayıda bir derslik ve öğretmen kazandıracaktır. Bu öğretmenlerin maliyetleri diğer öğretmenlerin ekonomik durumlarını düzeltmede kullanılabilir. Derslikler de ilkokul ve orta- okul seviyeleri için değerlendirilebilir.
Bu madde ile bağlantılı olarak liselerin de acilen eskisi gibi üç yıla indirilmesi gerekmektedir. Bakanlık bu yıl, lise son sınıfların okula devam etmesi konusunda kararlı bir duruş sergilemiş. Ancak istenen sonucun tam olarak alındığını düşünmüyoruz. Üç yılda verilebilecek bir müfredatı dört yıla yaymak gençlerin bir yılına mal olmaktadır. Bir nevi işsizliği gizleme çabası olarak değerlendirdiğimiz bu uygulamadan vazgeçilmeli. Ortaokuldan sonrası için çıraklık eğitim ve meslek edindirme merkezleri yaygınlaştırılmalı. Böylece hem liselerdeki eğitimin niteliği artmış hem de piyasaların ara eleman problemi de çözülmüş olur. Liseyi zorunlu hale getirdiğimizden beri çocuğunu bir mesleğe yönlendiren velilerin sayısında çok ciddi düşüşler olmuş; neredeyse her veli, öğrencisinin beyaz yakalı olması hayalini kurmuştur. Ama sonuç hiç de hayal ettikleri gibi olmamış. Sonuçta üniversite sınavlarında ya da KPSS’de istediği sonuçları alamayan, yeni bir mesleğe başlama arzusu da taşımayan mutsuz işsizler ordusuna yeni neferler kazandırmış oluyorlar. Bir ‘’hayaller hayatlar’’ çelişkisi daha yaşanmış oluyor.
Üç yıla indirilen lise sonrasında yine pek çok derslik ve öğretmen fazlamız olacaktır. Bunları da yukarıda değindiğimiz gibi değerlendirmek mümkündür. Tam burada şöyle bir soru/n karşımıza çıkmaktadır: Atanamayan öğretmenler. Bununla ilgili olarak da şunu söyleyebiliriz: Şu an bekleyen ve okuyan öğretmenlerin ataması tamamlanana kadar eğitim fakültelerine sadece ihtiyaç duyulan branşlarda ve ihtiyaç kadar öğrenci alınmalı. Sonraki yıllarda da iyi ve sağlıklı planlamalarla yine yukarıda zikrettiğimiz hususlara dikkat edilerek öğrenci alınmalı. Böylece mezun edilen öğretmen adaylarının atamaları da direkt yapılabilir. Eğitim fakültelerinde tabiri caizse boşa çıkan akademik personel de farklı alanlarda değerlendirilebilir. Emekli olanların yerine yenileri alınmayarak geçiş süreci sağlıklı bir şekilde atlatılabilir böylece.
Ayrıca sınav puanıyla öğrenci alan okulların öğretmen kadroları da yine sınavla oluşturulmalı. Türkiye’de hatırı sayılı sıralamalar yapan öğrencilerle yine hatırı sayılır sıralamalar yapan öğretmenler buluşturulmalı. O okullarda sendika, siyasi tanıdık veya yerel ilişkilerle kadroların oluşturulmasının önüne geçilmiş olur. (Böyle şeyler oluyor muymuş?!!) Yani liyakat esas alınmalı, başka bir kıstas değil. O zaman proje okullarında hedeflenen sonuçlar daha hızlı bir şekilde alınır.
Bir hayalden söz etmiyoruz. İyi planlama ile güzel ve doğru sonuçlar alınabileceğine inanıyoruz. Ülkemizin kaybedecek kaynakları, enerjisi ve en önemlisi gençleri ve yılları yoktur. Onlara sahip çıkılmalı, onlara hak ettikleri gelecek en iyi şekilde sunulmalı.
EYYUP YÜKSEL
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-