islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4916
EURO
36,2572
ALTIN
2.963,26
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
19°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
8°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

AYAKTA BIRAKILAN PEYGAMBER

AYAKTA BIRAKILAN PEYGAMBER
10 Mayıs 2024 09:00
A+
A-

Kur’ân’da geçen Yahudiler ve Hristiyanlar ile ilgili âyetleri okuduğumuzda ne hikmetse “üzerimize hiç alınmıyoruz” ve bu âyetler “bizi” değil “onları” ilgilendiriyor şeklinde bir ayrıma gidiyoruz. Hâlbuki “Biz ve Onlar” diye böldüğümüz tüm âyetler aslında –birer eskilerin masalı değil– Kur’ân’ın evrensel mesajının bize bir yansımasıdır. Bu noktada tereddütü olanlar kendilerine şu soruyu sormalıdırlar: “Eğer Yahudi ve Hristiyanlar konusu bizi ilgilendirmiyorsa, öyleyse Kur’ân’ın bu konuya yüzlerce âyet ayırmasının nedeni ne olabilir?” Üstelik bu âyetlerin çoğunun tek bir Yahudinin yaşamadığı Mekke’de inmiş olması da düşündürücüdür.

Kur’ân Yahudilerin dünya hayatına çok düşkün olduklarını söylemektedir. Bu düşkünlük ki; kendilerini “seçilmiş toplum/kavim” olarak görmelerinden kaynaklanan hırsla birleşmiş ve artık tüm insânları kendilerine hizmet edecek bir araç olarak görmeye başlamışlardır. Geçmişte olduğu gibi bugün de Yahudiler dünyanın en küçük azınlık gruplarından biri olmalarına rağmen iyi organize olmalarının getirdiği birliktelikle dünyada kendileri dışında kalan yaklaşık 8 milyar insâna doğrudan ve dolaylı olarak hükmetmektedirler. Bunu da daha çok sermaye piyasasına ve üretim araçlarına hâkim olmanın etkisiyle yapmaktadırlar.

Sözünü ettiğimiz bu gerçeklik Bakara/96. âyette şöyle anlatılmaktadır: “Ve sen onları başkalarından daha ihtirasla hayata sarılmış göreceksin, hatta Allah’tan başkasına ilâhlık yakıştırmaya şartlanmış olanlardan bile daha çok: onların her biri binlerce yıl yaşamak ister; hâlbuki uzun yaşaması, böyle birini [ahirette] azaptan kurtarmaz: zira Allah onun bütün yapıp-ettiklerini görmektedir.[1]

Âyette görülüyor ki, Yahudiler âhiret yurdunda sadece kendilerinin mutlu olacaklarını ileri sürmelerine rağmen; hakikatte insânlar içinde, âhireti düşünmeden dünya hırsına en fazla kapılanlar da onlar olmuştur. Bu durum tecrübeyle de sabittir. Onun için âyette, “Onlar, insânların yaşamaya en düşkün olanlarıdır” denilmeyip, “Onları, insânların yaşamaya en düşkünü olarak bulursun” buyurulmuştur. İşte doymak bilmeyen bu hırs, onları haram helâl demeden, kendilerinin menfaatine olan herşeyi yapmaya sevketmiştir ve bu nedenle “hak” kavramını bir kenara bırakıp her türlü zulme ve haksızlığa yelken açmışlardır. Zaten onların âhireti umursamayıp “bin yıl” yaşamak istemeleri de bu dünya hayatına karşı olan aşırı sevgilerinden kaynaklanmaktadır.

Şimdi Yahudilerin yerilmiş bu dünyâ hırsı görünen odur ki; Müslümanların da zaman içerisinde ahlâkı hâline gelmiş bulunmaktadır. Hz. Peygamber hayattayken her türlü sıkıntıyı, çileyi, fakirliği yaşayan ve bunlara sabrederek âhiret hayatını öncüleyen Müslümanlar; Hz. Peygamber göçtükten sonra maalesef aynı duyarlılığı gösterememiş, dünyâ/makam sevgisi ve zengin olmaya yönelik hırsları onları kaplamıştır. Bu üzücü gerçekliği Hz. Ömer şöyle ifâde etmiştir: “Biz, yoklukla, kıtlıkla imtihan olduk kazandık, varlıkla imtihan olduk, kaybettik.” Yine buna bağlı olarak Hz. Peygamber zamanında Allah’ın kelimesini yüceltmek adına yapılan savaşlar, göçünden kısa bir süre sonra “sınır genişletmeye ve ganimet elde etmeye” dönüşmüştür.

Şüphesiz Müslümanların mal/mülk sahibi olmaları veya zengin olmak istemeleri yadırganacak olumsuz bir davranış değildir. Hz. Peygamber’in risaletinin Medine döneminde yeni bir medeniyetin temellerini atarken bunu yüksek düzeyde sermaye sahibi olan zenginlerin imkânlarından yararlanarak yaptığı bir gerçektir. Kur’ân’da kınanan zenginlik; yoksul ve muhtaçlara faydası olmayan, insânın azmasına, sapmasına, toplumun ifsadına, haksızlığa, adaletsizliğe yol açan ve insanı Allah’tan uzaklaştıran zenginliktir. Eğer böyle olmasaydı Hz. Süleymân şu duâsını Allah’a yöneltmezdi: “Rabbim! Günahlarımı affet, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver; çünkü sen lütuf sahibisin![2]

Anlaşılıyor ki; Kur’ân rûh için maddeyi, sonsuzluk/âhiret için dünyâyı fedâ etmeyi önermez. Hayat bir bütündür ve bunun ilk ve esas kısmı dünyâ kısmıdır. Âhiret, dünyânın bir uzantısı ve dünyâda ekilenlerin bir hasat dönemidir. Bu konunun temel ilkeleri Kur’ân’da şöyle verilmiştir: “Çünkü öyle insânlar var ki, (sadece), ‘Ey Rabbimiz! Bize bu dünyada ver’ diye duâ ederler -böyleleri, ahiretin nimetlerinden nasib almayacaklardır. Ama içlerinde öyleleri de var ki: ‘Ey Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ver, âhirette de ve bizi ateşin azabından koru!’ diye duâ ederler: İşte bunlar, kazandıklarına karşılık [mutluluktan] nasip alacak olanlardır. Ve Allah hesabı çok çabuk görendir.”[3]

Ama şu da bir gerçektir ki; insânların dünyevî zevklere/imkânlara olan ilgisi aslında özünde Allah’ın onlara bunu çekici kıldığı fıtrî bir duygudur. Kur’ân bunu şöyle açıklar: “Kadınlara, çocuklara, altın ve gümüş (cinsin)den birikmiş hazinelere, soylu atlara, sığırlara ve arazilere yönelik dünyevî zevkler insanoğlu için çekici kılınmıştır. Bütün bu zevkler bu dünya hayatında tadılabilir, ama hedeflerin en güzeli Allah katında olanıdır.[4]

Âyet dikkat edilirse dünyâ gerçeklerini göz ardı etmemekte, dünyadaki nimetlerin ve imkânların dışlandığı bir hayat anlayışını savunmanın mümkün olamayacağını söylemekte; aksi takdirde bunun da insanı âhiret hayatını anlamsız sayma sonucuna götüreceğini açıkça bize göstermektedir. Aynı şekilde, âhiret fikrinden soyutlanmış bir hayat anlayışının da dünya hayatını boş ve değersiz kılacağı kuşkusuzdur. Fakat insânın eğilim ve tutkuları çoğu zaman bu gerçeği perdelediğinden Allah âhiret düşüncesinin daima zinde tutulması için uyarıda bulunmaktadır. Çünkü bütün bu sayılanlar çekici olsa da geçici/sınırlı menfaatlerdir ve asıl imrenilmesi ve arzulanması gereken şey Allah katında kalıcı üstün bir yer elde etmektir.

Şimdi tekrar konumuza dönersek Kur’ân’ın birçok âyette Mekke dönemindeki İsrailoğulları’nın Yahudileşme sürecine neden dikkat çektiğini daha iyi anlayabiliriz. Çünkü bütün bu âyetler daha yolun başında Müslümanları Yahudileşme tehlikesine karşı uyarmak amacını taşıyordu. Ama Kur’ân’ın bu uyarıları Müslümanlar tarafından gereği gibi algılanmamış olacak ki, Hz. Peygamber daha hayatta iken –üstelik aradan bunca yıl geçtikten sonra– Medine döneminde bir Cuma hutbesinde Suriye’den gelen ticaret kervanının sesini duyan Müslümanların önemli bir kısmı O konuşurken “O’nu ayakta bırakarak” mescidi terk etmişlerdir.[5]Rivâyetler o anda mescidde sadece on iki kişinin kaldığını söylemektedirler. Bu olay Cuma/11. âyette şöyle anlatılır: “Ama insânlar, dünyevî bir kazanç [fırsatı] veya geçici bir eğlence gördükleri zaman ona doğru koşup seni ayakta [ve konuşur durumda] bırakıverirler. De ki: Allah katında olan, bütün geçici eğlencelerden ve bütün kazançlardan çok daha hayırlıdır! Ve Allah rızık verenlerin en iyisidir![6]

Âyette görülüyor ki; müminlerin bu davranışı Allah tarafından hoş karşılanmamış, dünyevî bir kazanç ve eğlenceyi böylesine tutkulu bir şekilde ön plâna alarak Hz. Peygamber’i mescidde ayakta terkedilmiş bir şekilde bırakarak kervana koşmaları yadırganmıştır. Daha geniş/genel anlamıyla ise âyet, gerçek müminlerin bile her zaman uzak kalamadıkları beşerî zaaflarına işâret etmekte yani, geçici, dünyevî menfaatler uğruna dinî vecîbelerin ihmal edilmesi eğilimini göstermektedir. Bugün konuyu âyet üzerinden bugüne taşırsak, Müslümanların Yahudileşme noktasında âhireti umursamaz ve dikkate almaz bir şekilde aynı sevgi ve hırsı gösterdikleri, mal ve evlât çokluğundaki yarışı tek amaç olarak sürdürdükleri görünen bir gerçekliktir.

Son söz: Niteliğe karşılık niceliği, âhirete karşılık dünyayı öne çıkarma; ancak onuru düşük “Yahudileşmiş” bir hayatın temsilcilerine yakışır. Çokluk bir yücelik, başarı belirtisi veyâ ölçüsü değildir. İnsânlık tarihi boyunca çoğunluk daima iğretinin, kötünün ve değersizin yanında yer almıştır. Dünyâ sevgisi ve hırsının sahte gururuna aldanarak âhireti unutmak, müminler için bir yıkım ve düşüş belirtisidir. Bu tavrı gösteren Müslümanlar şunu bilsinler ki; Allah’tan gafil olarak attıkları her adım, koştukları her ticaret, övündükleri her değer/makam/güç Hz. Peygamber’i ayakta bırakmakla aynı anlama gelmektedir. Ve nokta:

Ve ardından -ilâhî kitabın mirasçısı [oldukları halde]- bu değersiz dünyanın geçici tadlarına sarılan [yeni] kuşaklar aldı onların yerini; ve ‘Nasıl olsa sonunda affedileceğiz’ diyerek karşılarına çıkan bu kabil geçici şeylere sarılan [günahkâr] kimseler olup çıktılar. (Oysa), onlardan Allah’a yalnızca doğru ve gerçek olanı isnat edeceklerine dair ilâhî kitap üzerine söz alınmamış mıydı? Onda (yazılı) olanı tekrar tekrar okumamışlar mıydı? Allah’a karşı sorumluluk bilinci duyan herkes için [iki hayattan] en iyisi, en üstünü âhiret hayatı olduğuna göre artık aklınızı kullanmayacak mısınız?[7]

NECMETTİN ŞAHİNLER 

MİRATHABER.COM -YOUTUBE- 

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

 

[1] Bakara/96  “Ve le tecidennehum ahrasan nâsi alâ hayâtin, ve minellezîne eşrakû yeveddu ehaduhum lev yuammeru elfe seneh(senetin), ve mâ huve bi muzahzihıhî minel azâbi en yuammer(yuammere), vallâhu basîrun bimâ ya’melûn(ya’melûne).

[2] Sad/35  “Kâle rabbigfir lî veheb lî mulken lâ yenbagî li ehadin min ba’dî, inneke entel vehhâb(vehhâbu).”

[3] Bakara/200-202

[4] Âl-i İmrân/14  “Zuyyine lin nâsi hubbuş şehevâti minen nisâi vel benîne vel kanâtîril mukantarati minez zehebi vel fıddati vel haylil musevvemeti vel en’âmi vel hars(harsi), zâlike metâul hayâtid dunyâ, vallâhu indehu husnul meâb(meâbi).”

[5] Buhârî, “Tefsîr”, 62; Tirmizî, “Tefsîr”, 62

[6] Cuma/11   “Ve izâ reev ticâreten ev lehveninfaddû ileyhâ ve terekûke kâimâ(kâimen), kul mâ indallâhi hayrun minel lehvi ve minet ticâreh(ticâreti), vallâhu hayrur râzıkîn(râzıkîne).

[7] Araf/169

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar