islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4764
EURO
36,4423
ALTIN
2.951,48
BIST
9.375,01
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

BİR AİLE SORUNU: BOŞANMA    

BİR AİLE SORUNU: BOŞANMA    
1 Haziran 2024 09:16
A+
A-

TÜİK verilerine göre, evlenenlerin sayısı, 2022 yılında 575 bin 891 iken, 2023 yılında 565 bin 435’ e gerilemiş;  boşanan çiftlerin sayısı ise  2022 yılında 182 bin 437  iken   2023  yılında 171 bin 881 olmuş. Bu istatistikî  bilgi, yaklaşık   üç evlilikten birinin  boşanma ile  sonuçlandığını göstermektedir.  Boşanma, bir sonuçtur ve bunun da  ciddî sebepleri mevcuttur.   Nitekim  bu konuda Prof. Dr. Kamil  Kaya ve  Gizem Tan Eren tarafından yazılan bir makalede    boşanma sebepleri ile ilgili şu  bilgiler yer almaktadır:

“TÜİK (2017) tarafından 2016 yılında yapılan Aile Yapısı Araştırması’na göre, boşanma nedenleri %61,5 sorumsuz ve ilgisiz davranma, %42,6 evin ekonomik olarak geçimini sağlayamama, %36,4 dayak/kötü muamele, %32,2 aldatma, %24,6 eşlerin ailelerine karşı saygısız davranma, %23 içki, %20,8 eşin ailesinin aile içi ilişkilere karışma, %17,4 terk etme/edilme, %12,9 kumar, %9,2 ailedeki çocuklara karşı kötü muamele, %8,2 diğer nedenler, %4,3 madde kullanımı, %3,1 çocuk olmaması, %2,9 hırsızlık, dolandırıcılık, gasp, taciz vb. suçlar, %2,8 aile içi cinsel taciz, %2,5 eşin tedavisi güç bir hastalığa yakalanması olarak belirtilmiş olup boşanma nedenlerinin kadın ve erkeğe göre farklılık gösterdiği görülmüştür.”[1]

Hangi alanda olursa olsun yeni bir düzen kurmak zordur, fakat  bundan daha da  zoru   kurulan bu düzeni devam ettirmektir. Bu kural, hayatın  her alanında geçerli ve   önemli olsa da aile için  daha  çok önem arz eder. Zira  aile  toplumun yapı taşıdır. Bir diğer ifade  ile hücre  beden için  ne ise,   aile de  toplum için odur. Dolayısıyla  ailenin  bozulması, toplum yapısının   bozulmasına;  çocukların anne-baba sevgisinden  ve aile ortamından  uzak yaşamasına  zemin hazırlar. Bu nedenle ailenin korunması ve devamlılığının sağlanması, toplum için gereklilik, hatta zorunluluk  ifade eder.  Bu nedenle sağlığı korumak için  öngörülen “koruyucu hekimlik” kuralları gibi, aileyi de  koruyacak  kurallara ve etkenlere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu etkenlerin  başında ise  dört temel  duygunun yer aldığı görülür. Bunlar, sevgi, saygı, sadakat ve sorumluluk duygularıdır ve bu duyguların  kesintisiz  olarak aileye yansıtılmasıdır.

Sevgi, “İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu”[2] diye tanımlanır.  Özellikle evliliklerde   içtenlik, cana yakınlık ve fizikî çekicilik gibi özellikler sevgiyi  artıran etkenler arasında önemli bir  yere sahiptir. Sevgiyi belirleyen unsurlar içinde ödüllendiriciliğin ayrı bir yeri ve değeri söz konusudur. Zira insan, değer verdiği ödülleri kendisine veren kişileri daha çok sevme eğilimindedir.[3] Bunun için Hz. Peygamber selamlaşmak ve hediyeleşmek yoluyla sevginin arttığını ifade etmiştir. Bu nedenle selam, konuşma ve hediye, sevgi  konusunda önemli bir işleve sahiptir.  İşin aslına bakılacak olursa  en güçlü ve en değerli ödül, bizzat sevginin kendisidir. Bu sebeple her insan, kendini sevenleri sever. Sevilmek için de  sevmek gerekir.

Sevgiyi belirleyen bir diğer unsur da düşünce uygunluğudur. Her insan kendiyle aynı fikir ve düşüncede olan kişileri daha çok sevme eğilimindedir. Bu sebeple eşler arasında fikir ve düşünce birliğinin olması, değer yargılarının ve duyguların birbirine yakınlık arz etmesi, sevginin bir başka önemli belirleyicisidir.  Zira sevenler, birbirlerini yargılamazlar, başkalarından onaylama da beklemezler. Çünkü gerçek sevgi, bedelsizdir. Ancak sevgiyi elde tutmak,  onu  elde etmekten  daha zordur. Tıpkı ağaç dikmenin daha kolay, ama ona bakmanın ve onu  büyütmenin daha zor oluşu gibi. Bu nedenle sevgiyi sadece hissetmek yetmez, onu göstermek ve hissettirmek de gerekir.

Saygı, ailenin hem kuruluşunu hem de devamlılığını sağlayan etkenler arasında  önemli bir konuma sahiptir. Zira  saygı, “Değeri üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram, başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu”[4] demektir. Bu nedenle insanlar arası ilişkilerde, özellikle de aile içi ilişkilerde saygının önemi ve değeri asla küçümsenmez. Bir ailede sevgi olsa da saygı yoksa, o ailenin uzun ömürlü olması düşünülemez. Zira saygının olmadığı bir yerde, aşağılanma, horlanma ve alay etme gibi olumsuz duyguların öne çıktığı görülür. Bunlar da saygıyı yok eden etkenler arasında yer alır. Saygı yoksa orada huzur da yoktur, birliktelik de yoktur. Hiç kimse, aşağılandığı, horlandığı bir ortamda bulunmak ve yaşamak istemez.

Sadakat, “Dostluk, vefalı olmak, bağlılık, doğruluk, gönül doğruluğu”[5] demektir.  Bu nedenle ailenin devamı ve mutluluğu için gerekli  duygulardan ve ilkelerden biridir. Eşlerin birbirlerine karşı, gösterecekleri sadakat, aynı zamanda dostluktur, vefalı olmaktır, bağlılıktır ve  doğruluktur. Özellikle eşlerin birbirine gösterecekleri sadakat, hiç bir şeyle mukayese edilemeyecek kadar  da değerlidir. Sadakatin yani sahiplenme duygusunun ve bağlılığın, evliliğin devamı için çok önemli bir role sahip olduğu bugün çok daha iyi anlaşılmaktadır. Zira artan boşanma sebepleri arasında, sadakatsizliğin, aldatma ve ihanetin yüksek oranda oluşu, sadakatin ne denli önemli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Eşler arasında kıyılan nikahta söylenen “evet” sözünün, aslında eşlerin birbirlerine olan sadakatlerini simgeleyen bir ahit olduğu asla unutulmamalıdır. Çünkü bu sözcük, bir sadakat sözüdür. Sadık kalınacağına dair verilen bir ahittir. Ne pahasına olursa olsun, eşler verdiği bu sözü tutmak ve ahdine sadık kalmak zorundadır. Zira sözünde durmak, insan olmanın ve insan kalmanın  bir gereğidir. Bu nedenle  Kur’an söz verip de sözünde duranları “sadıklar”[6], “Allaha verdiği sözde duranlar”[7], “sadık erkekler ve sadık kadınlar” [8] olarak tanımlar.

Sadakatsizlik veya cinsi arzunun evlilik dışı bir yolla giderilmeye çalışılması, aslında insanın kendi içindeki temel ilişkilerinde meydana gelen ana bozukluklardan kaçması ve onun üzerine gidememesi demektir.  Zira sadakatsizlik, işin kolayına kaçmadır ve asla bir çözüm değildir.  Çünkü çözüm dışta değil, içtedir. Heyecan, neşe ve ihtiras, bizim içimizdedir. Kendi yaşama sevincimizi, ihtirasımızı harekete geçiren yine biziz. Kendimizi sorumlu hissettiğimiz ve kurallara uygun iş yaptığımız zaman, vicdanımız rahat eder ve huzur bulur. Aksi bir davranışta ise  vicdan rahatsız olur,  bu da  insanı  huzursuz eder.  Bu nedenle Kur’an, nikaha dayalı evliliği ve karşılıklı sadakati emretmektedir. Zira nikah, öncelikle insanı Allah’a, sonra da eşine karşı sorumlu tutmaktadır. Bu sorumluluğun başında ise hiç şüphesiz sadakat gelmektedir. Bu nedenle sadakat ve güven, ailenin sürekliliğini sağlayan temel unsurlardan biridir. İslam, nikahı emretmek ve zinayı yasaklamak suretiyle bu temel unsuru özenle korumak istemiştir.  Dolayısıyla sadakatsizlik, bir cinsiyet meselesi değil, değere sahip olmama meselesidir, kısaca şahsiyetsizlik ile ilgili  sorundur.

Sorumluluk , en az saygı ve sadakat kadar gerekli olan koruyucu  bir  duygudur.  Şayet eşlerden biri veya her ikisi, sorumluluk bilinci içinde hareket etmiyorsa, sevgi  ve saygı  olsa da bu aileyi korumaya yetmemektedir.  Bu nedenle  aileyi korumak  için söz konusu  bu  koruyucu  değerlerin  her birine sahip olmak ve  bunun için de İslâm’ın bu konuda söylediklerine  kulak vermek gerekiyor:

“İslâm dini neslin devamı için tek yol olan evliliği teşvik etmiş, eşlerin evlilik birliğini, karşılıklı sevgi ve saygı ortamını olabildiğince korumalarını istemiş, talâkı da ancak evliliğin sürmesine imkân kalmadığında başvurulabilecek bir çözüm şekli olarak meşrû saymış, bazı dinlerde ve hukuk sistemlerinde görüldüğü gibi kâğıt üzerinde evli kalıp gönül ve bedence ayrı yaşamayı uygun görmemiştir. Kur’an ve Sünnet’te talâkın meşruiyeti açıkça ifade edilmekle birlikte evlilik bağının önemli bir sebep bulunmadıkça keyfî şekilde sona erdirilmesi tasvip edilmemiştir. Erkeklere eşleriyle iyi geçinmelerini ve onların kusurlarını değil olumlu yönlerini görmeye çalışmalarını öğütleyen âyet ve hadisler yanında “Helâl şeyler içerisinde Allah’a en sevimsiz geleni boşamadır ”  ve, “Evlen, fakat boşanma, Allah zevk için evlenip boşanan erkek ve kadınları sevmez” gibi hadislerde boşamanın dinen hoş karşılanmadığı açıkça belirtilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de aile içi anlaşmazlığın ortaya çıkması halinde evliliğin devamını sağlamaya yönelik bazı tedbirlere başvurulmasının, geçimsizliğin devam etmesi durumunda erkek ve kadının ailelerinden seçilecek hakemlerin onların arasını bulmaya gayret etmesinin istenmesi de karı-koca arasındaki uyuşmazlıkların ilk çözüm yolunun boşanma olmaması gerektiğini ortaya koymaktadır”.[9]

Prof. Dr. Celal Kırca

MİRATHABER.COM -YOUTUBE- 

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

 

[1] Prof. Dr. Kamil  Kaya, Gizem Tan Eren, Boşanma ve Erken Boşanmaların Artış Nedenleri, Sosyal, Beşerî ve İdari Bilimler Dergisi 2020, 3(9), s. 711.

[2] TDK, Türkçe Sözlük, Ankara 2005, s. 1742.

[3] J. L. Freedman ve diğerleri, Sosyal Psikoloji, Terc. Ali Dönmez, İstanbul 1989, s. 143-189.

[4] TDK, Türkçe Sözlük, s. 1714.

[5] Ferit Devellioğlu, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara 1970, s. 1087.

[6] Bakara, 2/177.

[7] Ahzab, 33/23.

[8] Ahzab, 33/34.

[9] H. İbrahim Acar, Talâk, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul   2010, 39/496.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar