Ahlak, hayatın merkezinde yer alan bir kelime. Ahlak, insanı; insan yapan değerler toplamı. Hayatımız, ahlakla biçimleniyor ve ahlakla anlamlaşıyor. Ahlakın kaybı, insanlığın kaybı olarak söylenebilir. Bunu, her geçen gün daha iyi anlıyoruz.
Ahlak, dinlerin gündeme getirdiği, insanın ruhuna ve yaşayışına yerleştirilen bir yaşayış misyonudur. Sosyal yapıyı ayakta tutan kurallar topluluğu olarak, insanlık tarihi boyunca bir “davranış ölçüsü” olarak rol oynamıştır. Buna karşılık, insanı bozan ve onu birçok insani değerden uzaklaştıran yüzlerce sahte kural ve görüş, insanın ruh ve fikir dünyasını çarpıtmaya çalışmıştır. İnsanlık önderleri peygamberler ve bilge insanlar, kendi ahlaki davranış ve yaşayışlarıyla, ahlakın önemini ve gereğini toplumlara kabul ettirmeye çalışarak onu ayakta tutmuştur.
Aslında ahlak, insanın bir “şuur hali” içinde gerçekleşmektedir. İnsanın önce aklı ve idraki ile, kendi gerçeğinin farkına varması gerekiyor. Arkasından, kendine hayat yolu olarak belirlediği ideal kurallar uğruna bir çaba sarfetmek durumunda. Çünkü hiçbir şey, kendiliğinden ele geçmiyor. Özellikle de ahlak, insanın yüce bir yaşayış felsefesini aramasıyla başlayan bir hadise. Ayrıca ahlak, insanın kendi ego ve nefsi isteklerine karşı verdiği iradi bir mücadele olarak açıklanabilmekte.
Toplumları da bu “ahlak kahramanları”, değerler yoluyla dengeye getirip, çeşitli sorumluluklarla fiili olarak buluşturup, fikri ve sistemli bir hayata hazırlamışlardır. Tarih, bize bu tür bilgileri veriyor. Batı teorilerinin aksine, iyi ahlaklı ve başkalarını kardeş bilen insanların ortaya koyduğu insanlık tarihi, diğerlerinden çok iyi eserler ve dayanışma örnekleri ortaya koymuştur.
Batı toplumları, entelektüel ve burjuva kesimlerinin yol göstericiliği ile sosyal ve ahlaki olmayan bir dünyaya adım attılar. Rönesans ve Reform hareketleri ile, ilahi kitaplar ve peygamberlerin yol göstericiliğinden çok, ideologların ve felsefecilerin yolunu takip ettiler. Ruh ve inancın olmadığı bir dünya kurdular. Belki, Kilise’nin din ve ahlakı istismar hareketi, buna sebep olduysa da, İncil’in Latinceden diğer batılı dillere tercümesi ile birlikte, manevi bilgilerin zararlı bir dünya hazırlamadığının anlaşılması lazımdı. Fakat, ihtiras ve maddeci arzularına engel olamayıp, eşyanın ve sahte ideallerin kendilerine daha iyi bir hayat sunabileceklerini zannettiler.
Hümanizm, Liberalizm ve Sosyalizm gibi insan zihni ile sınırlı ideolojiler, toplumlara huzur ve güven sağlamadı. Demokrasi de, Liberalizmin siyasi versiyonu olarak, belli bir grubun menfaatlerine hizmet eder hale getirildi. En önemlisi, dinin hayatı düzenleyici bölümü olan ahlak’a hayat hakkı tanınmadı. Çünkü ahlak, dürüstlük, doğruluk ve insana saygıyı kurumsallaştıran bir yaşama kültür idi. İkiyüzlülük, yalan, istismar ve sömürü, ilahi ahlak tarafından kabul edilmiyordu. Tek kelime ile ahlak, beşeri ideolojiler ve teorilere uygun değildi. Bu yüzden, ahlak yerine; devletin kanunlarını düzenleyici bir kural haline getirdiler. Halbuki devlet, hakim sınıfların veya grupların kontrolünde olan ve daha çok menfaat merkezli birlikteliklere hizmet eden bir hale çoktan getirilmişti. Daha Krallıklar zamanında, şehir yönetimleri ticaret ve sanayi burjuva güçlerinin emrine verilmişti.
Ahlak, günümüzde doğruluk, samimiyet, güven ve iyi ilişkiler konusundan çok daha spesifik alana kaymış durumda. Ahlak’ın yerini, “ahlak dışı cinsellik” “dejenere edicik ahlaksızlık” almış durumda. Aile hayatına karşı, sistematik yok edici çalışmalar ve politikalar oluşmuş ve sonuçlarını da yavaş yavaş almaya başlamış durumda. Nedeyse, bu dönemden sonra ahlaklı olmak suç olacak!..
Bugün otel, araba, kıyafet, ev ihtiyaçları gibi konular bile, “cinsiyet objesi” ile sürekli ön plana çıkarılarak toplumun ahlak anlayışı yerle bir ediliyor. Bu konuda, yöneticiler, savcılar ve fikir adamlarının çoğu böyle bir saldırı karşısında susuyor ve ahlaksızlığı hakim hale getirme konusuna duyarsız kalıyorlar. Neredeyse, hükümet; ahlaksızlığı meşru hale getirilmesinden memnu gibi, hareketsiz. Filmler, reklamlar ve tanıtımlar; hepsi, ahlaksızlığı en üst seviyeye, hayasızca taşıyor.. Artık bu durumda, kimse bu ülkede ahlakın önemli bir değerler sistemi olduğunu ve onun korunması gerektiğini söylemesin!.. Yarınki nesiller, bu ahlaksız furyanın birer günahsız takipçileri olacaklar gibi. Din, maneviyat, ahlak gibi kavramlar, galiba tarihin derinliklerinde kalacak…
Prof. Dr. Sami Şener
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ