Her devrin, dönemin hatta yörenin bayram hazırlığı, bayram telaşı başka başka oluyor. Dolayısıyla onlarla ilgili hatıralar da özlemler de başka oluyor. Biz, çocukluğumuzdaki bayramları özleriz. Belki bizim çocuklarımız, torunlarımız da kendi çocukluklarındaki bayramları özleyeceklerdir. Belki de özlenen, hatıralarda kalan gizli mutluluklardır. Kim bilir… Çocukluğumun bayramlarında günler öncesinden başlayan bayram telaşı, arife gününün akşamına hatta bazı evlerde gece geç saatlere kadar devam ederdi. Bu telaşın büyük çoğunluğunu da evin annesi ve varsa yetişkin kızları yaşardı. Temizlik, en çok zaman alan işti. Sonra bayram sabahı yapılacakların ön hazırlığı. Bayram, Kurban Bayramı ise ve kurbanlık önceden alınmışsa onu kesecek, doğrayacak ve paylara ayırıp dağıtımını yapacakların sözlü de olsa bir listesi yapılırdı bazı evlerde. Kimisinde ise pay getirebileceklerin listesi…
Bütün bunların yaşandığı evler hâlâ var, biliyorum. Yine çocukluğumun bayramlarında, Ramazan veya Kurban Bayramı fark etmeksizin değişmeyen iki tatlısı vardı evlerde: Biri sütlaç, diğeri kayısı hoşafı. Tabii o zamanlar süte hileler karışmamış, kayısıların genetiği ile oynanmamıştı henüz. Ve o zamanların tadını arar da bulamaz nice damaklar. Şimdi, glikoz şurubuyla tatlandırılmış ve faydadan çok zararı dokunan tatlı görünümlü zehirler süslüyor evlerin sofralarını. Anneler, çocuklarınızı bu zehirlerden korumanın yollarını bulun lütfen!
Telaş ve heyecanı çokça yaşayan ikinci grup ise çocuklardı. Yepyeni kıyafetlerle akranları ile bayram günlerini eğlenceye çevirmenin heyecanını yaşıyorlardı. Tatil fikri, hayatlarının tam ortasına gelip yerleşmeden önce tabii ki. Şimdi, bayram kelimesi sadece tatilli çağrıştırır oldu büyük ölçüde. Her neyse…
Bayramın coşkusu; sabah, bayram namazı için erkenden kalkılıp hazırlanma ve camiye gelecek çocukların da uyandırılması ile tam anlamıyla hissedilmeye başlanırdı. Mahalledeki evlerden yetişkinler ve çocuklar birer ikişer caminin yolunu tutarlardı. Bu anlar, aklıma her geldiğinde bir yandan sevinir öte yandan bir hüzün kaplar içimi. Sevindirir çünkü babamla el ele, kol kola geçirdiğim, onun yanında kendimi huzurlu ve güvende hissettiğim zamanlardı. Hüzünlenmeme sebep olan ise gözlerini sonradan kaybetmiş babamın camiye gitmek için bana ihtiyaç duymasıydı. Bu durum, içimi acıtan bambaşka bir hikâye.
Bayramlarda bir de babalar var. Ailesine özellikle de çocuklarına mutlu, huzurlu güzel bir bayram yaşatma çabası içinde sessiz sedasız çırpınıp duran babalar. Varsa bir sıkıntı hissettirmeden aşmaya çalışırlar onları. Zaten çoğu zaman aile fertleri farkında olmaz o sıkıntıların. İçten içe kendince hesaplar yapar ve bayram coşkusunu yaşatmaya, yaşamaya gayret ederler babalar.
Bir hatıralar yazısı yazmak değildi niyetim. Ancak bazen yazı sizi başka bir noktaya sürükler. Kelimelerin de bir kaderle yola çıktıklarını zaman zaman düşünmüşümdür. Yazılarda şiirlerde bazı kelimeler yerlerini beğenmezler; günler, haftalar, aylar hatta yıllar sonra yazıyı yeniden okuduğunuzda orada eğreti durduklarını görür de değiştirirsiniz o kelimeyi daha uygun olanıyla. Yahya Kemâl’in Rindlerin Ölümü şiirinde ‘’siyah’’ kelimesini yaklaşık on beş yıl sonra ‘’serin’’ ile değiştirdiğini duymamışsanız bile burada benden öğrenmiş oldunuz.
İşte yine kontrolden çıktı yazı. Evet, bir hatıralar yazısı yazmak değildi niyetim. Bu hafta sonu; inancımızda adanmışlığın, fedakârlık ve teslimiyetin simgesi haline gelmiş bir olaydan hareketle idrak edeceğimiz mübarek Kurban Bayramı başlıyor. Bu bayramın ruhunu, mahiyetini, mesajını olayın hikmetini kavramayı Rabbim bize nasip etsin. Bu bilinçle de bizi O’ndan uzaklaştıran her şeyi, O’nun için feda etme, en sevdiğimiz şeyleri de O’nun yoluna gönül hoşluğu ile adamak bahtiyarlığına bizi eriştirsin. Kelimenin tam anlamıyla mübarek olsun bayramımız. Kurban kesmeyi bir et festivaline dönüştürmeyelim. Aksine yukarıda belirttiğim simgeler ve mahiyetler çerçevesinde gerçekleştirelim bu ibadetimizi. Adamak ve adanmışlık ruhunu tüm benliğimizle hissedelim. Paylaşmak duygumuzu en üst sevide yaşayalım bu bayram vesilesiyle. Yazının başına dönelim. Bazı evlerde yine telaş var. Kiminde tatile gitme, kiminde kurban kesme ve kiminde hayatta kalabilme telaşı. Bu bayram arifesinde Gazze’de, Doğu Türkistan’da, Arakan’da ve daha pek çok yerde hayatta kalabilme telaşı var. Bayram sabahı, çok güzel giyinmiş çocuklar, yetişkinler de olacak ve muazzam mimari örnekleri olan camilere akın edilecek bazı yerlerde; bazılarında ise ne yeni bir kıyafet ne namaz kılınacak bir cami ne de cemaat bulunacak. Evlerin bazılarında tatlı komasına girilecek, bazılarında ise tatlı bir söze, şefkatli bir dokunuşa hasret kalınacak. Kimi evlatlar, camiye gitmek için kendisini uyandıran babasına sitem edecekken kiminin sitem edecek bir babanın ya da uyandıracak bir evladının olmayışına gözyaşlarını şahit kılacak. Kimilerinin de birbirini tutacak, saracak kolları olmayacak.
Bazı evlerde telaş var. Mina’da şeytana attığı taşın hedefine ulaşıp ulaşmadığının telaşını yaşar bazıları, asıl taşlaması gerekenleri unutarak üstelik. Bazıları da bu defa atılan bomba acaba bizim üzerimize düşer mi telaşı içindedir. Konforumuz bozulmasın, standardımız değişmesin ama kahrolsun İsrail ve kahrolsun onu destekleyenler öyle mi? Nasıl bir ruh hali içindeyiz? Biz neyin telaşını yaşıyoruz?
Telaş mübarek… Bayram mübarek…
EYYUP YÜKSEL
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-