Kur’an-ı Kerim, günümüzde en çok okunan, ancak en az anlaşılan bir kitap durumundadır. Kur’an’ı anlayarak okuyan, hatta anlamak için okuyan ve hakkıyla Kur’an talebesi olan insanların oranı oldukça düşük düzeydedir. Bu durum “Kur’an talebesi olma” vasfımızı yeniden değerlendirmeyi gerekli kılmaktadır.
İnen ilk ayetlerinden itibaren okuyup öğrenmenin, bilimin, sevgi ve merhametin, kardeşliğin, dayanışmanın, adaletin, barış ve hoşgörünün öneminden bahseden Kur’an-ı Kerim, bütün Müslümanlar tarafından hakkıyla okunup anlaşılmak ve yaşanmak durumundadır. Bugün Müslüman toplumlarda ümitsizlik, tembellik, güvensizlik, duyarsızlık, adaletsizlik, kavga, şiddet, terör, bilim ve teknolojide gerilik, hukuk ihlâlleri, kan davaları, töre cinayetleri, işkence, fuhuş, soygun, rüşvet ve yolsuzluk gibi suçlar bu kadar yaygınlaşmışsa Kur’an talebeliğimizi sorgulamamız gerekir. Çünkü saydığımız bu olumsuzluklar, Kur’an’ın indiği dönemde Mekke toplumunda da yaygındı. Ancak o çürümeye yüz tutmuş cahiliye toplumu, Kur’an’ın aydınlatması ve Peygamberimizin ashabıyla birlikte o aydınlanmış yoldan yürümesi sonucunda medenî bir topluma evirilebilmiştir. O dönemde etkisini gösteren Kur’an’ın bu dönemde etkisiz kalması, Müslümanlar için ciddi bir sorundur.
Kur’an-ı Kerim’in niçin indirildiğini, günümüzde hangi amaçla okunduğunu ve idealde nasıl okunması gerektiğini irdelememizde yarar vardır.
Kur’an-ı Kerim Niçin İndirildi?
Bu soruya verilecek en doğru cevap, bizzat Kur’an tarafından şöyle açıklanmaktadır:
“Kur’an insanları hidayete erdirmek, doğru yolu ve hak ile batılı ayır deden hükümleri açıklamak üzere indirilmiştir…” (Bakara 2/185)
“Gerçekten size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi. Rızasını arayanı Allah o kitapla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkartır, dosdoğru yola iletir.” (Maide 5/15-16)
“(Bu Kur’an), âyetlerini düşünsünler, tam akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz hayır ve bereketi bol bir kitaptır.” (Şad 38/29)
“Gerçekten bu Kur’an, kendisine sıkıca tutunanları doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan müminlere kendileri için muhakkak büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.” (Al-i İmran 3/19
Kur’an’ın gönderiliş amacıyla ilgili ayetlerde vurgulanan ortak nokta, hidayet yani dünya ve ahiret mutluluğudur. Özetle Kur’an, inanma ihtiyacımızı doğru olarak karşılamak, ahlâkımızı güzelleştirmek, ibadetlerimizi usulüne uygun olarak nasıl yerine getireceğimizi açıklamak ve sosyal ilişkilerimizi sağlıklı olarak yürütebilmemizin kurallarını öğretmek üzere indirilmiş bir kitaptır.
Kur’an talebesi olarak Kur’an-ı Kerim’i Nasıl Okumalıyız?
1.) Kur’an okumayı alışkanlık haline getirmeliyiz. Kur’an talebesi olmak için yaşımız ve eğitim düzeyimiz ne olursa olsun, Kur’an ile meşguliyetimizi sürekli hale getirmemiz gerekir. Ku’an’ın lafzını tecvid kurallarını gözeterek doğru bir şekilde okumak, manasını meal ve tefsirlerden öğrenmek, anlayamadığımız ayetleri bilenlerle müzakere etmek, okuma meclisine katılmak, bu meclise hazırlıklı gitmek, öğrendiğimiz bilgileri bireysel ve sosyal hayatımızda yaşamaya çalışmak Kur’an talebesi olmanın bir göstergesidir.
2.) Kur’an’ı Allah kelamı olduğu bilinciyle okumalıyız. Kur’an okuyan kişi bir anlamda Allah’la konuşuyor demektir. Allah’ın bazen doğrudan bazen de Peygamberi üzerinden kullarını muhatap alıp onlara mesajını iletmesi büyük bir lütuftur. Bu bilinçle Kur’an okumak, mesajın kişide uyandıracağı etki açısından oldukça önemlidir.
3.) Kur’an’ı anlama ve yaşama niyetiyle okumalıyız. Öncelikle Kur’an’ı anlayarak okumamız gerektiğine ve gayret gösterdiğimiz takdirde onun mesajlarını rahatlıkla anlayabileceğimize inanmalıyız. Peygamberimiz bizlere: “Kur’an’ı okuyun ve onun prensiplerini yaşayın” tavsiyesinde bulunmuştur. Elbette her ayeti ve her sureyi herkesin aynı ölçüde anlaması beklenemez. Anlaşılması için akademik düzeyde bilgili olmayı gerektiren bazı ayetler de olabilir. Ancak bu durum Kur’an’ın anlaşılmasına engel değildir. Çünkü Allah (c.c.); “And olsun ki Kuran’ı, öğüt olsun diye kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?” (Kamer 54/17) buyurmaktadır. Öyleyse bazı hocaların özellikle gençlere; “Siz Kur’an-ı anlayamazsınız, dolayısıyla herhangi bir hoca gözetiminde olmadan Kur’an okumanız doğru değildir.” şeklinde telkinde bulunması doğru değildir. Çünkü her Müslümanın, ilmi birikimi ve akıl kapasitesi ölçüsünde Kur’an’dan öğrenebileceği pek çok bilgi vardır.
4.) Kur’an okurken, dilimiz, kalbimiz ve aklımız işbirliği halinde olmalıdır. Kur’an talebesi diliyle söylediği mesajı gönlüyle hissetmeli, aklıyla yoğurarak düşünce ve davranışlarına yansıtmalıdır. Ancak bu şekilde okunduğu zaman Kur’an’ın hedeflediği bireysel ve sosyal değişim gerçekleşip Müslümanlar küresel bir güç haline gelebilir.
5.) Kur’an’ı ağır ağır okumalıyız. Allah (c.c), Kur’an’ın okunuş tarzıyla ilgili olarak Peygamber (s.a.v.)’e hitaben şöyle buyurmaktadır: “Biz onu insanlara ağır ağır okuyasın diye bölümlere ayırdığımız bir Kur’an olarak indirdik.” (İsrâ 17/106) Burada amaç, ayetlerin lafzını söyleyip geçmek değil, âyetler üzerinde düşünerek mesajı doğru anlamaya çalışmaktır. Nitekim bir başka ayette; “Kur’an’ı tertil ile oku” (Müzzemmil 73/4) buyurulmaktadır. Tertil, acele etmeden, dura dura, yavaş yavaş, usulüne uygun ve anlayarak okumak demektir. Hızlı okunması durumunda, vurgulanan mesajı tam olarak anlamak mümkün olmadığı için Peygamberimiz, Kur’an’ın baştan sona çok kısa bir sürede hatmedilmesini uygun görmemiştir. (Tirmizî, Kıraat 12)
Kaynaklarda, Peygamber (s.a.v.)’in bazen bir tek ayeti okuyarak sabahladığı rivayet edilmektedir. (İbn Hambel, Müsned, V, 149) O’nun ayetleri ağır ağır ve üzerinde durup düşünerek okuduğu, rahmet ayetleri gelince Allah’tan rahmet dilediği, azap ayetini okuyunca da o azaptan Allah’a sığındığı belirtilmektedir. Bu konuyla ilgili olarak Hasan Basri şunları söylemiştir: “Sizden öncekiler bu Kur’an’ı Rablerinden kendilerine gönderilmiş bir mektup olarak görür, geceleri onu düşünerek üzerinde çalışır, gündüzleri de onun gereklerini yerine getirirdi.” (Bkz: Abdullah Şiracuddin, Tilâvetü’l-Kur’âni’l-Mecîd, Medine 1402, s. 76.)
6.) Kur’an’dan öğrendiğimiz bilgileri başkalarıyla da paylaşmalıyız. Bilgiler paylaşıldıkça kalıcılığı artmaktadır. Kaldı ki, Müslüman bir kişinin öğrendiği doğruları başkalarıyla paylaşması önemli bir sorumluluktur. Kur’an talebesi olmak, böylesi bir sorumluluğu daha da artırmaktadır.
7.) Kur’an’dan öğrendiğimiz mesajları pratik hayatımıza yansıtmaya çalışmalıyız. Kur’an, kendisiyle hayatımıza yön vermek için gönderilmiş bir kitaptır. Pratiği olmayan bilgilerin bir önemi yoktur. Pratik hayatta yaşanmayan bilgilerin bir süre sonra unutulma riski vardır. Ancak öğrenilen bilgilerin hayata yansıtılması, bu riski ortadan kaldırmaktadır.
8.) Kur’an ve mealini okumada sürekliliğe önem vermeliyiz. Her Müslüman mutlaka her gün az ya da çok Kur’an’dan bir şeyler okumayı alışkanlık haline getirmeli, Arapça bilmiyorsa mealden okumaya çalışmalıdır. Dolayısıyla, evlerde bir ya da birkaç Kur’an meali bulundurulmalıdır. Bu konuda ecdadımız güzel bir gelenek başlatmıştır. Bu geleneğe göre her gelin olan kızın çeyizi arasında Kur’an’ı Kerim’e yer verilir ve böylece Kur’an’ın bütün evlere girmesi sağlanırdı. Bununla; “Kur’ansız ev kalmasın, hayat Kur’ansız yaşanmasın” mesajı verilmek istenmiştir. Topluma meal okuma alışkanlığının kazandırılması için, özel ya da resmî bütün kütüphanelerde, otel odalarında, dinlenme salonlarında ve kamuya açık sosyal tesislerde mealli Kur’an-ı Kerim bulundurulmalıdır. Bununla da yetinilmeyip camilerimizde imamlarımızın öncülüğünde cemaate yönelik meal dersleri yapılmalıdır.
9.) Kur’an’ın ölüler için değil, diriler için okunması gerektiğini bilmeliyiz. Çocuğunun Kur’an öğrenmesini isteyen veliler, genellikle öldükten sonra arkasından Kur’an okuyacak evladının bulunmasını istemektedir. Bu anlayış, Kur’an-ı Kerim’in gönderiliş amacı açısından uygun değildir. Bunun yerine; “Çocuğum okusun, dinini öğrensin, Allah’ın kullarına gönderdiği Kitabı anlasın, onun gereklerini yerine getirerek dünya ve ahiret mutluluğuna erişsin ve bize de duada bulunsun” düşüncesi daha mantıklıdır. Çünkü ölüler için Kur’an okuma konusunda Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “Bil ki sen ölülere işittiremezsin, arkasını dönüp giderken sağırlara da daveti duyuramazsın.” (Neml 27/80)
Peygamber (s.a.v.)’den ölüler için Kur’an okunmasını tavsiye eden sahih bir rivayet olmadığı halde toplumda bu amaçla Kur’an okumak gelenek haline gelmiştir. Bu geleneğin nedeni şu düşünce olabilir: “Okunan Kur’an’ı dinleyenler bir şeyler öğrenerek faydalanırsa, buna sebep olan ölü şahıs da elde edilen sevaptan yararlanabilir.” Özellikle kabirde ya da cenaze meclisinde duygu yoğunluğu zirveye ulaşmaktadır. Matem ortamında dünyevî zevklerden soğuyan insan, doğal olarak bir nefis muhasebesi yapmaya ve ölenin durumundan ibret almaya başlar. Örneğin mezarlıkta okunan adalet, yardımlaşma, namaz, oruç, zekât ve sadaka ile ilgili emirlerle, ya da zulüm, ahlâksızlık, yolsuzluk ve insan hakları ihlâli gibi yasaklarla ilgili ayetler, okuyana ve dinleyene âdeta şu mesajı vermektedir: “Şu ölen şahsın durumunu dikkate al ve hayatının kalan kısmını, ölümü düşünerek tamamlamaya çalış.”
Makalemizi Akif’in şu dizeleriyle bitirelim:
Y a açar Nazm-ı Celil’in, bakarız yaprağına
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için
Rabbim bizleri Kur’an talebesi olmaktan mahrum bırakmasın.
Prof. Dr. Hüseyin YILMAZ
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-