Çarşamba günü Amerika Kongresinde, tarihin en acımasız, ahlak ve hukuk dışı bir vahşet hareketi alkışlandı, doğru kabul edildi ve hatta meşrulaştırıldı.
Her ne kadar, Amerikalı kongre üyelerinin bir bölümü bu “vahşet tiyatrosu”nu kabul etmeyerek toplantıya katılmamalarına karşı, Amerikan hükümeti, şimdiye kadar insan dışı bu harekete destek olması ve bunu meşru bir hareket olarak kabul etmesinin yanında, Netanyahu gibi faşist, ve din istirmarcısı bir siyasetçiyi onaylamak suretiyle, tarihine hiç çıkmayacak bir leke bıraktı.
Olayın en enteresan yönü de, Amerikan halkı ve gençliği, Amerikalı müslümanlar yanında, Biden ve Netanyahu’yu siyonist, soykırımcı, hürriyetleri gaspeden bir kişi olarak sloganlarını pankart ve posterlere yansıtarak, Amerkan kongresindeki bir grubun adaletsizliğini ve katliamlara alet olduğunu haykırdı. Amerikalı protestocular, bununla da kalmayarak, Amerikan Bayrağının asıldığı bir direğe, Filistin bayrağını asarak, insanlığın maşeri vicdanını dile getiren muhteşem bir tavır’a imza atmıştır. Bunun manası, bir ülkenin bayrağının, o ülkenin sahip olduğu değerleri temsil ettiğini ve bu değerlere göre hareket edilmediği zaman, bayrağın da bir değeri kalmadığıdır. Bana göre, bu hareket; Amerika’nın paranın kölesi olan siyasetçilerine verilmiş en anlamlı ve değerli bir mesajdır.
Aslında kongrenin bu fotoğrafına baktığımızda; hukuk, ahlak ve uluslararası sözleşmeler açısından baktığımızda, nasıl bir olayın bu davranışa sebep olduğuna dair korkunç gerçeği görmekteyiz: para!..
Evet, dünyanın en prestijli ülkesi diye övünen Amerika’nın kongresindeki üyelerin önemli bir bölümü, siyonist zenginlerin seçimlerde mali desteğini kaybetmemek için, her türlü ahlaki, hukuki ve insani değerleri bir kenara bırakan “materyalist bir tavrı” benimsediğini göstermiştir.
Kapitalizm ve Sömürgecilik, herşeyi meşru kılıyor:
Kapitalizm, yani para ve menfaatin en önemli hedef ve ideal olduğu bir anlayışta, diğer manevi ve sosyal değerlerin hiçbir önemi yoktur!.. Bu yüzden, Batı ülkelerinde (başta Amerika olmak üzere), her konunun, maddi fayda ve üstünlük açısından görülmesi hadisesini, bir “yaşama felsefesi” olarak anlamak gerekir.
Batı’daki lmi ve siyasi çalışmaların da, bu maddi ve menfaat sarmalı çerçevesinde ele alınmış olduğunu ve her iki önemli alanın da, bazı sembol ve sanal kavramlar ile “sevimli ve kabul edilebilir” hale getirildiğini bilmek durumundayız. Batı’da pozitif ilmin kutsallaştırılması ve her konuda onun ilk amaç haline getirilmesi, aslında manevi ve ahlaki değerlerin sistematik olarak yok edilmesinin yolunu açmıştır.
Antropoloji ilminin, batı dışı ülkelere, batı’lı anlayış ve yaşama felsefesini yayarken, diğer ülkelerin sahip olduğu maddi ve ekonomik birçok değeri, kendi ülkelerine taşımak için, ırkçı batı tarih ve kültürünü “biricik hedef” haline getirmesi de, tamamen maddi menfaat ve hakimiyet arzusunun bir sonucuydu.
Siyasetin, hakimiyet anlayışını beslemesi de, yine maddi imkan ve kaynakların ele geçirilerek, belli gruplara dağıtılması ve onların patronlaştırılması manasına gelmekte ve Batı’nın 1400’lerin başlarında gerçekleştirdiği ve 1940’lara kadar hala bazı ülkelerde sürdürdüğü hegemonik sömürgeciliğe haklılık kazandırmaktadır.
Aslında kapitalizm ve sömürgeciliğin tabii sonucu “soykırım”dır. Başka ülkelere, onlar istemediği halde hakim olmak, onların kaynaklarını ele geçirmek ve o bölgelerde hakimiyeti sürdürmek için, o ülke halkından idari ve askeri sistemlere kendi adamlarını yerleştirerek, varlığını sürekli hale getirmek, öncelikle o ülke insanlarının manevi ve kültürel değerlerinden uzaklaştırmak yoluyla sağlanmıştır.
Eğer o ülkelerin ilim ve siyasi öncüleri, emperyalist sömürücü güçlerin kendi ülkelerini sömürgeleştirme ve kaynaklarını ele geçirmesine engel olmaya kalkışırlarsa, batılı sümürgeci ülkeler, “soykırım”ı devreye sokmuşlardır. Afrika, Çin, Hindistan, Ortadoğu da, bunun örnekleri halen sürmektedir.
Bütün bu olaylara rağmen, hala batının ilmi, siyasi ve fikri kaynaklarını objektiflik adına benimseyen entellektüel, siyasetçi ve ilim adamlarımızın idrakine bir hatırlatma yapmak durumundayız: Batı’nın tarihi, kendi halkına bile, bazı imtiyazlı kesimlerin ve ideolojilerin hakimiyeti ve menfaati sözkonusu olduğunda, baskı ve zulmü çekinmeden uyguladığını göstermektedir. Özellikle, Ortaçağ dönemi ve endüstri devriminin ilk yılları, buna ait çarpıcı örneklere sahiptir.
Yeni bir dünyaya adım atabilmek için, Batı’nın etki alanından çıkıp, kendi tarihi ve değer anlayışlarımız çerçevesinde yeniden hayata ve olaylara açıklama getirmemiz gerekiyor. Batı’da ahlaka ve ilme uygun görüş ve anlayışları da, dikkate alarak yeni felsefi, ahlaki, fikri ve siyasi anlayışlarımızı sistemleştirmek zorundayız.
Prof. Dr. Sami Şener
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ