Suçluyu Dışarıda Değil İçimizde Arayalım
İstanbul İmam Hatip okulunu 1969 yılında bitirenler olarak 50. mezuniyet yılımızı 18 Mayıs’ta 29 Mayıs Üniversitesinde kutladık. Yıllardır görüşemediğimiz arkadaşlarımızla buluştuk, sohbet ettik. Yaptıkları konuşmaları dinledik.
1969 yılı Okul birincisi olarak izlediğim arkadaşlarımı, bir iki istinası dışında -renk tonlarımız farklı olsa da- bu günkü mezunlar gibi ana meselelerimizin uzağında amaçsız gördüm. Bu onların eksikliği ve günahı da değildi. Bize İslâm insanı olarak yaşama ve toplumu her alanda İslam’a evriltme gibi bir bilinç/amaç verilmemişti.
Yüksek İslâm Enstitülülere ve İlahiyatlılara da böylesi bir bilinç aşılanmamıştır; toplumumuzu örneğin eğitim, siyaset, iktisad ve hukuk alanlarında İslam’a yönlendirme bilgisi ve amacı onlara da kazandırılmamıştır. Yani bizler toplumsal hayata müdahil olmayan Kuran ve Sünnet dışı iğdiş edilmiş bir İslam’ın bağlısı olarak aslında laik demokrat insanlar olarak yetiştirildik.
Toplantımızda konuşan Emin Işık hocanın anlatımına göre hoca bir konuşmasında Merhum Erol Güngör’ü Milletimizin yetiştirdiği en büyük sosyoloğumuz olarak vasfedince Mehmet Genç hoca Emin yalan söylüyor demiş ve eklemiş: Millet hiçbir kişiyi yetiştirmedi Erol da kendisini özel gayretleriyle yetiştirdi.
Bu konuşmadan ilham alarak ben de derim ki İmam hatipler ve İlahiyatlar adam yetiştirdi ama egemen sistemi İslâm ile sorgulayacak ve ülkemizin ufkunu açarak İslâmî çizgide insancıl bir inkılab/devrim yapacak adam yetiştir(e)medi. Yetiştirebilseydi değil ülkemizin dünyamızın kaderi değişebilirdi. Çünkü dünyamızı bir avuç emperyalist aile yönetmektedir.
Tayyar Altıkulaç
Toplantımıza Tayyar Altıkulaç hoca da katıldı. Konuştu ve gitti.
Gözümüzün içine baka bak bir dâvâ adamı gibi konuşmaz mı? Konuşmasında birilerini suçlar gibi İmam Hatip Okulları ve İlahiyatların devasa problemlerinden bahis buyurdu. İyi de sözünü ettiği problemleri kimler oluşturdu? İmam Hatip neslinin birinci derecede sorumlusu kendisi ve ekipleri değil miydi? İslâmî bir toplum inşası amacı taşıyanlara tavırlı ve karşıt olan kendisi ve arkadaşları değil miydi? Makamları ve ününü bu özelliğine borçlu olduğunu bilmiyor muyduk?
Tayyar hocanın hele hele televizyonda boy gösteren bazı ilahiyat akademisyenlerine ve özellikle de “Kur’ân Mekke sokaklarına hitap ediyor” diyen ilahiyat hocasına saldırması anlaşılır gibi değildi.
Hadi başkaları anlamıyor diyelim de Ali Rıza Demircan’ın gözünün içine baka baka böylesi bir konuşma da ne oluyordu? Biz değiştik mesajı mı veriliyordu. Keşke öyle olsaydı. Allah için mutlu olurduk. Oysa bildiğim kadarıyla Tayyar hoca bu ihtiyacı duyacak/taviz verecek kişi de değildir. Gerçi o bizi ricalden saymaz görünerek üzerimize gelmiş, zaleme avanesini üzerimize salmıştır da … Büyük Gün’de hesaplaşacağız. Çünkü helâllık isteme duyarlılığını da gösterememiştir. Konumuz bu değil. Bu arada hocamızın bazı hizmetlerine göz yumacak da değiliz. Olumsuz örneklerini kendileri ve yardımcılarında gördüğümüz kişiyi bütünüyle ret bizim özelliğimiz olamaz.
Şimdi Tayyar hocamıza soralım: Sizler ve bağlılarınız “Kur’ân Mekke sokaklarına hitap ediyor” diyerek önümüzde kınadığınız ilahiyatçıdan farklı mı düşünüyorsunuz.
Sizin, örneğin Diyanet İşleri Başkanlığı ve şimdilerde Kuramer’in başına getirdiğiniz, benim de yitirilen bir değer olarak gördüğüm ve fakat fikirlerinden Allah’a sığındığım bağlınız Ali Bardakoğlu farklı mı düşünüyor. Ama birileri iç dünyasını ahmakça açığa vururken diğerleri de nifakı ile perdeliyor.
Aşağıda Ali Bardakoğlu’ndan alıntıladığım- aslında İslâm’ı gereğince anlayamamanın aczini yansıtan görüşlerin“Kur’ân Mekke sokaklarına hitap ediyor” görüşünden daha tehlikeli ve dışlayıcı olduğu apaçık değil midir?
{ “ Ancak din bilginlerinin dinin metinlerinden ve geleneğinden hareketle ve ayrı bir zeminde hâlihazır pozitif hukuka alternatif bir hukuk üretimi gayretinde olmaları, gerek işlev ve sorumluluk alanı gerekse strateji olarak anlamlı değildir….”
“Söz gelimi aile hukukunun bir dizi meselesi arasından “boşama yetkisinin kocaya verilmesi”, medeni hukukta “kadının yarıpay mirasçılığı”, ceza hukukunda “hırsıza uygulanacak had cezası”, yargılama hukukunda “kadının şahitliği” konularında gündeme getirilen özel tez ve talepler hem yetki hem bütünle tutarlılık hem de toplumsal kabul sorununu birlikte taşırlar. Hatta böyle bir tavrın İslam toplumlarında sekülerleşmeyi hızlandırdığı ve ters kanaldan beslediği de söylenebilir…”}
Problemlerimizi çözmek ve kurumlarımızı verimli kılmak istiyoruz muyuz?
İmam Hatip Okulları ve İlâhiyat Fakülteleri talebelerini ve hatta hukuk, sosyoloji, edebiyat ve tarih gibi sosyal ilimler öğrencilerini ilahi iradenin Kur’ân ile inşa etmek istediği toplumsal modeli kuracak insanlar olarak yetiştirmeliyiz.
Mevcut yetersiz ve amaçsız yapılarını koruyacak kurumlarımızın sayılarını birkaç katına çıkarıp evrensel boyutlara taşısak ve yetiştirdiklerimizi birkaç 17 yıl daha iktidara getirsek de esasta değişen bir şey olmayacak ama örtülü ve hatta samimi bir şekilde “Kur’ân Mekke sokaklarına hitap ediyor,” diyenler çoğalacaktır. Duymak isteyenlere şu ilahi mesajlarla birlikte duyurulur…
“ İşte onlar, Kur’ân’ı parça parça ettiler de, bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmadılar. Rabbine andolsun ki onların hepsini yaptıklarının tümünden sorgulayacağız. Sen artık emredildiğin yasaları olanca açıklığı içinde bütün ihtişamıyla açıkla. Seküler ilkeleri Allah’ın yasalarına denk tutanlardan da yüz çevir. Allah’ın yasalarını hafife alıp küçümseyenlere karşı biz sana yeteriz. “(Hicr 15/ 91-95)
Ali Rıza DEMİRCAN
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi