Erken vakitte evden çıkmış, eşinin verdiği alışveriş listesini tamamlamış, onları eve bıraktıktan sonra her gün yaptığı gibi yine kendini dinlediği, kitap okuduğu, şehrin gürültüsünden uzaklaştığı parka gitmişti. Kitabını usulca çıkarıp okumaya başladı. Bu defa bir şiir kitabı getirmişti yanında. Elinde İsmail KARAKURT’un son kitabı Gözağaç vardı. Şiirleri parktaki ağaçla konuşur gibi okuyordu. O esnada bir esenleme işitti. Başını kitaptan kaldırdı. Baktı, dünkü gençti. Belli ettirmeden saatine baktı. Çocuk dakikti. Bu davranış, adamın çok hoşuna gitmişti. Merhabalaşıp hâl hatır sorduktan sonra kısa bir süre sustular. Genç; dün en son söylediklerini ezberlemişçesine söyledi ve ‘en son bunları demiştiniz’ dedi. Delikanlı hadi anlat, der gibi adamın gözlerinin içine bakıyordu. Adam, bakalım bu işin sonu nereye varacak diye düşündü ama anlatmaya başladı:
Devam edelim bakalım. Aynı öğretmenim, yani Mikdat Bey, birkaç kitap daha verdi bana. Hepsi ilgimi çeken ve bir solukta okuduğum kitaplardı. En son aldığım kitabı özetlemek ve yeni bir kitap daha alabilmek için odasına gittiğimde kitabı aldı, beni dinledi, kitapla ilgili birkaç soru sordu ve çıkabileceğimi söyledi. Yeni bir kitap istedim. Artık bana kitap vermeyeceğini ve kendi kitaplığımı oluşturabilmem için kendime kitaplar almam gerektiğini belirtti. Odadan üzülerek çıktım. Ancak bir şeyin de farkına varmıştım. Artık yeni bir yola girmiştim. Kitap okumalıydım, okumak için de kitap bulmalıydım. Kendi kitaplığımı oluşturmalıydım. Evet, yeni bir yola girmiştim. Yeri gelmişken bu yola girmeme vesile olan öğretmenime sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
Kitap almalıydım. Bunun için para lazımdı. Harçlığım, okuldaki yemeğe ancak yetiyordu. Evden aldığım harçlığı biriktirebilmem için bir yol bulmalıydım. Çünkü onu harcadığımda kitap almak için geriye pek bir şey kalmıyordu. Evdekilerde zaten ders kitabı dışındaki kitaplarla ilgili iyi bir algı yoktu. Onları yani başka kitapları okuyanların toplum gözünde ayrılıkçı, asi, söz dinlemez olduğu ile ilgili geniş bir kanaat vardı. Buna inanmasam da onların bu yargısını kıracak gücüm henüz yoktu. O nedenle harçlığımı biriktirmenin bir yolunu bulmalıydım ki kitap alabileyim.
Buldum. Okula her gün yürüyerek gidiyorduk ben ve arkadaşlarım. Yaklaşık yarım saat sürüyordu. Biraz hızlı yürürsem bunu yirmi dakikaya düşürebileceğimi düşündüm. Öğle arası tam bir saat. Böylece eve gidiş dönüş kırk dakikamı alacaktı. Geriye yirmi dakikam kalıyordu. Yemek ve namazı hızlıca halletmem lazımdı bu sürede. Yetişmezse namazı öğleden sonraki ilk teneffüste halledecektim. Haftada birkaç gün bunu yapsam yetecekti. Cuma hariç diğer günler bunu yaptım. Harçlığım cebimde birikiyordu. Bunun keyfiyle hafta sonunu bekliyordum.
Hafta sonu şehrin merkez camisi konumundaki Ulucami’nin hemen karşısında bulunan kitabevini keşfettim. Adı kitabevi olan diğer yerlerde o zamanlar ders kitabı ve kırtasiye dışında kitap satılmıyordu. Ya da en azında başkalarını henüz keşfetmemiştim. Ulucami’nin karşısındaki bu kitabevine uğramaya ve ilgimi çeken kitapları ya da haklarında konuşulanları birer ikişer almaya başladım. Kitabevi sahibinin de dikkatini çekmeye başlamıştım bir süre sonra. Artık bana ödünç kitap vermeye de başlamıştı. Hatta bazılarını okuyup tekrar onlara teslim edebileceğimi de söylemişti. Kitapların dünyasına bu şekilde girmiş oldum. Ancak sonraları farkına varacağım hatalar da yapmıştım. Bu hataları daha sonra izah edeceğim.
Okula gelip giderken yol arkadaşlığı yaptığımız arkadaşlardan bazılarının da kitaplara ilgilerinin olduğunu okuduğum kitapları onlara anlatmaya başlayınca keşfettim. Böyle olunca artık konuşma konularımız değişmişti. Okuduğumuz kitaplar üzerine değerlendirmeler yapıyorduk. Kitap değişimi yapıyorduk. Her gün kaçar sayfa kitap okuduğumuzu birbirimize soruyorduk, en çok okuyandan başlayarak herkes okuduğunu özetliyordu. Okul yolu, bilgi yoluna dönüşmüştü bizim için. Bunları yaparken büyük bir keyif almanın yanı sıra düşünsel olarak büyüdüğümüzü hissediyorduk. Pek çok mevzu üzerine bir kısmı çocukça olan görüşlerimizi ifade ederken özgüvenimizin arttığının da farkına varıyorduk.
Sadece okul yolunda yaptığımız kitap değerlendirmeleri bana ve arkadaşlarıma yetmemeye başladı. Çok sayıda kitaptan haberdar olmak ve onları tanımak için başka şeyler de yapmalıydık. Hafta sonları mahalleler arası futbol maçlarımızdan sonra (Genelde sabah saatlerinde olurdu, en geç öğle saatinde sona ererdi bu maçlar.) bir yerlerde bir araya gelip kitap mütalaaları yapmaya karar verdik. Bazen aynı kitabı birlikte okuma kararı alırdık, bazen de yine aynı kitabı belli bir sürede bitirip onu değerlendirmeyi birlikte yapardık.
Geriye dönüp baktığımda, ilk gençlik yıllarımıza ben ve arkadaşlarım ne çok şey sığdırmışız. Futbol vazgeçilmezimizdi. Nerdeyse her gün oynardık. Zaman zaman dağda bayırda uzun koşulara çıkardık. Ders çalışmalarımız her akşam birimizin evinde olurdu. Adı konulmamış bir sıra ile olurdu bu ve ders başarımız gören ailelerimizin çok hoşuna giderdi. Bize katılan ve dersleri zayıf arkadaşlarımızın bir süre sonra teşekkür ya da takdir belgesi aldıklarına da şahit olduk. Üniversite bitirmiş, bir yerlerde çalışan büyüklerimizi ziyaret eder onların deneyimlerinden yararlanmaya çalışırdık. İlmine inandığımız hocalarımızın sohbetlerine katılmaya gayret ederdik, hatta bunu rutine bağlardık. Araya bir de daktilo kursuna gidip F klavye on parmak daktilo kullanma belgesi almayı sığdırdık. (Yeni kuşak çocuklar o devrin en teknolojik aracı daktiloyu bilmez ama yine de burada onu zikretmek istedim.) Bir de her yaz, bu arkadaş grubunun hemen bütün üyeleri mutlaka bir yerlerde iş bulur; yaz boyunca o işte çalışırdı. Bu işlerin içinde ağır işler de olurdu zaman zaman.
Araya başka mevzular girdi. Biz okuma yolculuğumuza dönelim. Bu dönemde arkadaşlarla ortak olarak okuduğumuz kitaplardan bizi en çok etkileyeni ‘Yoldaki İşaretler’ adlı eserdi. O zamana kadar bize anlatılan ya da çevremizdekilerden gördüğümüz ‘din’ kavramına başka bir açıdan yaklaşıyor, özellikle de tevhit kelimesi, cahiliye dönemi ile ilgili yeni ve çarpıcı görüşleri ile dikkatimizi çekiyordu. Bundan sonra ‘Kelimeler Kavramlar’ okumaya ve yeni bakış açıları kazanmaya çalıştık. Ben ve arkadaşlarımı belki de bu dönemde en çok yoran da bir siyasi partiye yakınlık duymak istemeyişimizin çevredekiler tarafından eleştirilmesiydi. Siyasi partilerin o gün için toplumun sorunlarını çözmekten çok uzak olduklarını ve meselenin sadece politika olmadığını, daha köklü çözümler gerektiğini ancak partilerin bunun çözüm yolu olmadığını anlatmaya çalışırken çok yoruluyorduk. (Bunca zaman geçti hala siyasilerin çözüm üretemediklerini görmek beni çok üzüyor.) Zamanımızın önemli bir kısmını buna harcamak gibi bir yanlışı yaptık. Oysa üzerinde en çok durmamız gerektiğini bir kitabın ismi söylüyordu: ‘Müslüman Olmam Neyi Gerektirir’ kitabının bu soruya verdiği cevabı okurken yeni sorular da zihnimizin labirentlerinde yerlerini alıyorlardı.
Bu ağır mevzuların içinde sıklıkla, çocukluğumda okuduğum Kemalettin Tuğcu serisindeki mutlu sonla biten öykülere dönmek istiyordum. Bunun için de romanlar okumaya çalışıyordum. ‘Huzur Sokağı’ o yıllarda bizim çevrede çok okunan bir romandı. Ben de okudum. Ancak başkalarını da okumalıydım. Bazılarının ağzında ‘Dünya klasikleri’ lafı dolaşıyordu. Sayısının çok olacağını düşünüyordum, bir de bunlara birileri ayrıca ‘Türk klasikleri’ ibaresini ekliyordu. Ayrıca bu klasik lafı niçin söyleniyordu ki?
Bu klasiklere de ulaşmalıydım. Bunlara ulaşmak daha kolay oldu. O zamanlar bütün derslerden dönem ödevi hazırlıyorduk. Şimdiki proje ödevleri yani. Ancak kaynaklar kısıtlıydı. Onlara ulaşacağımız tek yerin halk kütüphanesi olduğunu öğretmenlerimiz söyledi. Dönem ödevlerinin teslim edilme tarihleri yaklaştıkça kütüphanede yer bulmak zorlaşıyordu. Evi şehir merkezinde olan arkadaşımız erkenden bizim için kütüphane sırasına girerdi, biz de sonradan gider kütüphanede ödevlerimizi hazırlardık. Kütüphane ortamı hoşumuza gidiyordu. Sessiz, temiz, huzurluydu. Oradaki görevliler de sevecen ve sabırlıydı. Kütüphaneye üye olup oradan ödünç kitap alabileceğimizi onlardan öğrendik. Bu sayede klasiklere ve daha pek çok kitaba buradan ulaşmaya başladık ben ve arkadaşlarım. Hem de ücretsiz…
Yeni bir mecraya yoksa maceraya mı yöneliyordum? Bilmiyorum. Adam sustu. Yine vakit ilerlemiş, eve gitme zamanı gelmişti. O gitmeyene kadar eşi sofrayı kurmuyordu. Onu daha fazla bekletmek istemiyordu. Genç adam, mevzuyu bu defa daha çabuk anlamıştı. Lafı fazla uzatmadan yarın için yine sözleşip ayrıldılar.
EYYUP YÜKSEL
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
Kendiniz gibi kaleminiz de çok güçlü kıymetli Eyüp Hocam 👍